Almanya-Türkiye İşgücü Antlaşması kapsamında 30 Ekim 1961'de Türkiye'den Almanya'ya başlayan sistematik göçün, göç eden birinci nesil Türk kadınları üzerindeki etkilerinin hala devam ettiği belirtiliyor.

Almanya-Türkiye İşgücü Antlaşması kapsamında 30 Ekim 1961'de Türkiye'den Almanya'ya başlayan sistematik göçün, göç eden birinci nesil Türk kadınları üzerindeki etkileri hala devam ediyor. Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktor Öğretim Üyesi Soner Tauscher ile Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Doktor Öğretim Üyesi Elif Madakbaş Gülener, bu göç dalgasının birinci nesil Türk kadınlarına etkilerini değerlendirdi.

Almanya'nın işçi alımında çoğunlukla bekar erkek tercih ettiğini aktaran Tauscher, bunun sonuçlarını şöyle dile getirdi:

"Almanya, Türk işçilere 'gastarbeiter' yani 'misafir işçi' olarak bakıyordu. Evli erkeklerin işçi olarak kabul edilmesi neredeyse imkansızdı. Bu da bir noktada ailelerin parçalanmasına yol açıyordu. Erkekler bir-iki sene çalışıp para biriktirerek aileme geri dönerim düşüncesiyle eşlerini ve çocuklarını geride bırakıp Almanya'ya gidiyordu ancak bu düşünce pratikte gerçekleşemedi ve gidenler uzun seneler Almanya'da kaldı."

Tauscher, aile parçalanmalarının en çok geride kalan kadınları etkilediğine dikkati çekerek, şöyle devam etti:

"Kadınlar eşleri olmasına rağmen 2-3 yıl dul gibi yaşadı. Çocuklar babalarını tanıyamadan büyüdü. Genelde aynı bölgelerden işçi alımına başvurulması Almanya'daki çevrelerin de tanıdıklardan oluşmasına yol açtı. Bu da bir dedikodu ağı yarattı ve geride bekleyen kadınları psikolojik olarak yıprattı. En sonunda eşlerinden gelen mektup ve marklarla hayatlarını sürdüren, gurbetçi yolu bekleyen bu kadınlarda da bir an önce eşlerinin yanına gitme isteği doğdu."

"Kadınlar erkeklerden daha çok zorlandı"

Almanya'nın kadın işçi alımında da bekarlık kriterini uyguladığını dile getiren Tauscher, az sayıdaki göç eden bekar Türk kadınlarının, bu kez yaftalanma korkusuyla yine Türklerden oluşan küçük gruplara hapsolduğunu ve gittikleri ülkeye entegre olamadıklarını söyledi.

Tauscher, bekar göçmen kadınların "Türklüklerini ve Müslümanlıklarını kaybettikleri" suçlamalarıyla karşı karşıya kaldıklarının altını çizerek, şunları kaydetti:

"Biz buna sosyolojide 'kesişimsellik' diyoruz. Yani birçok faktörün bir araya gelip aynı dezavantaj grubunun üzerinde farklı dezavantajları kümülatif artırması. Mesela bekarsınız, kadınsınız, Türk, Müslüman ve fakirsiniz. Bunların hepsini toplu şekilde gurbette yaşadığınızı düşünün. Bu bağlamda da kadınlar erkeklerden daha çok zorlandı."

Göçmen Türk kadınlarının daha çok temizlik işlerinde istihdam edildiğinden bahseden Tauscher, "Kadınlar kapalı toplum içinde yaşamanın yarattığı sosyalleşememeden ve devamlı temizlik işleri yapmaktan psikolojik olarak yoğun baskı altında kaldı. Bu kadınların çoğunun daha sonra temizlik hastası olduklarını ve psikosomatik dediğimiz sebebi bilinmeyen ağrılarla baş etmeye çalıştıklarını gözlemliyoruz. Bunun arkasında yatan şey o dönemden kaynaklanan stres yüküyle yaşanan psikolojik gerilim." diye konuştu.

Tauscher, bugün yaşları 65-70'e ulaşan birinci nesil göçmen Türk kadınlarının en önemli sorunlarının arasında dil probleminin yer aldığına işaret ederek, bu nesil kadınların sağlık ve bakım hizmetlerine ulaşmakta da sorun yaşadıklarını kaydetti. Tauscher, "Almanya'da doğup büyüyen ikinci ve üçüncü nesil için yaşlı bakımı Türkiye'de olduğu kadar hassas bir konu değil. Almanya'da Türk ve Müslüman kültürüne uygun huzurevi-bakımevi bulmakta sıkıntı yaşanıyor." ifadesini kullandı.

"Kadınlar ancak eşleri ya da daha sonraları çocukları aracılığıyla kamusal alanda bir etkileşime girebildi."

Elif Madakbaş Gülener de göç bağlamında birinci nesil Türk kadınlarının deneyimlerinin tek tipleştirilemeyeceğine vurgu yaptı.

Almanya'ya göç eden Türk kadınlarının üç evrede incelenebileceğini belirten Madakbaş, "Birincisi 1961'de kendi çabalarıyla giden, Türkiye'de batıdaki şehirlerde öğretmenlik, hemşirelik gibi mesleği olan ancak Almanya'ya gittiğinde işçi olarak çalışan vasıflı kadın işçiler. İkincisi 1966-1967'de kırsaldan göç eden işçi kadınlar ve son olarak da 1973'ten sonra aile birleşimiyle gidenler." dedi.

Aile birleşimlerinden önce kendi imkanlarıyla göç eden kadınların, Almanya'ya gider gitmez çalışmaya başladıkları için dertlerini anlatacak kadar dil öğrenebildiklerine dikkati çeken Gülener, "73'te aile birleşimiyle giden kadınlar ancak eşleri ya da daha sonraları çocukları aracılığıyla kamusal alanda bir etkileşime girebildi. Ev hanımı olanların izolasyonlarının ve sosyalleşme durumlarının daha sorunlu olduğunu ve bu kadınların kendilerini daha yalnız hissettiklerini söyleyebiliriz. Dolayısıyla göçmen kadınlar için dil sorunu da 73'te başladı diyebiliriz." görüşünü paylaştı.

"Bahsettiğimiz evler çok küçük ve kötü şartlardaydı."

Gülener, işçi alımlarının yapıldığı Alman irtibat bürolarındaki "travmatik muayenelere" kadınların da maruz kaldığını belirterek, şunları dile getirdi:

"Özellikle küçük elli, gözleri iyi gören, çocuksuz kadınlar tercih ediliyordu. Hamile olanlar sistemden eleniyor, gittiğinde hamile olduğu anlaşılanlar da geri gönderiliyordu. Gidebilen kadınlar yurtlarda kalıyor, 6-7 kadın aynı oda ve banyoyu paylaşıyordu. Evli giden karı-kocalar ayrı kalıyordu. Evli çiftler için daha sonra küçük aile odaları oluşturulmasına rağmen sıra gelmediği için herkes bundan faydalanamıyordu. Yurtlardan evlere geçiş aile birleşiminden sonra başladı ancak bahsettiğimiz evler çok küçük ve kötü şartlardaydı."

Göçmen ailelerin çocukları için kreş imkanlarının bulunmadığını ya da çok pahalı olduğunu aktaran Gülener, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Kreş olmaması kadınlar için çalışmayı engelleyici bir faktördü. Kadınlar çocuklarını ya komşulara bırakmak ya da Türkiye'deki dede ve nenelerinin yanına göndermek zorundaydı. Bu sebeple bir de annelik üzerinden yaşanan bir çatışma vardı. Kadınlar anneliklerini ertelemek zorunda kalıyor, çocuk özlemi yaşıyordu. Hatta bu özleme dayanamayıp hastalanarak geri dönen kadınlar vardı. Çalışan anneler vicdan azabı ile iş ve çocuk ikilemi arasında kalıyordu."

"Panik atak gibi rahatsızlıklar çok yüksek orandaydı."

Gülener, özellikle birinci nesil göçmen kadınların çok gayriinsani koşullarda çalışmak zorunda kaldıklarının altını çizerek, şu değerlendirmede bulundu:

"Birinci nesil Türk kadınlarının hem fiziksel hem de psikolojik sorunları çok yoğundu. O dönem Almanya'ya göç eden kadınların, bugün plazalarla eşleştirilen tükenmişlik sendromu gibi problemler yaşadığını görüyoruz. O nesilde depresyon, anksiyete bozukluğu, panik atak gibi rahatsızlıklar çok yüksek orandaydı. Yani silinmemiş, tedavi edilmemiş bir yara ve atlatılamamış bir travma söz konusuydu."

Gidenler Döneceklerini Düşünüyordu

Birinci nesil Türk kadınlarının ortak deneyimlerine değinen Gülener, "Bu kadınların ortak deneyimlerine baktığımız zaman ilk olarak gidenlerin döneceklerini düşünmeleri diyebiliriz. Bir diğeri de Türk ve kadın kimlikleriyle çift yabancılaşma yaşamalarıdır. İş dünyasındaki eşitsizlikler, kadın işçilerin yine erkek işçilerden daha az ücret alması da işçi Türk kadınları için karşılaşılan ortak sorunlardandı." diye konuştu.

Bodrum'da Bir Sürücü Yolda Yatan Köpeği Ezdi Bodrum'da Bir Sürücü Yolda Yatan Köpeği Ezdi

Gülener, birinci nesil Türk kadınlarının aidiyet problemlerinin devam ettiğini, yılın yarısını Almanya'da diğer yarısını da Türkiye'de geçirdiklerini anımsatarak, sözlerini şöyle tamamladı:

"Almanya'ya göç eden birinci nesil Türk kadınlarının yaşadıkları zorlukların boyutuna ilişkin en büyük gösterge hala devam eden aidiyet problemi ve sağlık sorunları. Göç eden farklı kadın profilleri farklı deneyimler yaşasa da hayatta olanlar üzerinden yapılan çalışmalar gösteriyor ki o gayriinsani muamele göçmen kadınlarda büyük ortak iz ve hasar bıraktı."

AA