Bir kentteki yoğun nüfusun varlığı, toplumsal ilişkilerin daha mesafeli hale gelmesine yol açar. Kent insanı, geniş ve kalabalık bir çevrede yaşarken, bireyler birbirleriyle daha az tanışır ve kişisel ilişkiler daha yüzeysel bir hale gelir.
Özellikle kentteki anonim yaşam biçimi, bireylerin daha az sosyal bağ kurmasına neden olur. Toplumsal ilişkiler, büyük şehirlerde genellikle daha işlevsel, geçici ve göreli olurlar. Bu durum, bir kişi ile diğerinin arasındaki bağların, daha çok durum ve çıkar temelli olmasına sebep olur.
Yüzeyselliğin İktidarı
Kentteki bireyler, genellikle yüzeysel gözlemlerle birbirlerini değerlendirir. Görsel algı, kent yaşamında büyük bir rol oynar. Kentli insan, başkalarını, çoğu zaman iç dünyalarından ve kişisel özelliklerinden bağımsız olarak, sadece görsel işaretlere ve dışa yansıyan belirtilere göre yargılar. Bu durum, insanları birbirinden ayıran daha derin toplumsal bağların zayıflamasına yol açabilir.
Zıtların Birlikteliği
Şehir yaşamı, zenginlik ve yoksulluk, düzen ve karmaşa, entelektüellik ve cehalet gibi keskin karşıtlıkların daha belirgin hale geldiği bir atmosfer doğurur.
Kentli birey, sürekli bir karşıtlıklar ve kutuplaşmalar içinde yaşar. Kimi bölgelerde yoğun bir lüks ve zenginlik varken, hemen yanı başında yoksulluk gözlemlenebilir. Söz konusu karşıtlıklar, bireylerin sosyal algısını ve toplumdaki sınıf farklarını derinleştirir. Aynı şekilde, yüksek kültürel düzeyle düşük kültürel düzey arasındaki farklar da şehirdeki sosyal yapıyı biçimlendirir. Kentsel yaşamın parçalanmış yapısı bireyleri giderek birbirlerinden uzaklaştırır ve ‘yabancılaşma’ sorununu meydana getirir.