DNA kanıtları, adli bilim alanında önemli bir devrim yaratmış olsa da, her zaman kesinlik taşımadığı bilinmelidir. Televizyon dizilerinde sıkça yer alan DNA analizleri, izleyicilere yanıltıcı bir algı sunmakta; gerçek hayatta ise DNA’nın suçluluğu kanıtlamada kesin bir delil olmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bu durum, mahkeme heyetlerinin doğru kararlar verebilmesi için gerekli eğitimlerin önemini artırmaktadır.

Dna Kanıtları Neden Güvenilmez Olabilir Görsel 2

DNA Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar

İlk yaygın yanlış algı, DNA’nın her zaman suçluluğu kanıtlayabilecek güvenilir bir kanıt olduğu düşüncesidir. DNA’nın yalnızca kan, meni gibi büyük biyolojik örneklerden elde edildiği dönemlerde, bu kanıtın doğruluğu daha yüksek kabul edilebilirdi. Ancak, günümüz teknolojisi ile çok küçük miktardaki DNA izlerinden bile sonuç alınabilmektedir. Bu gelişme, adli araştırmalara daha fazla kanıt sağlarken, aynı zamanda hatalı sonuçlara yol açma riskini de beraberinde getirmiştir.

“Dokunma DNA’sı” veya “iz DNA’sı” olarak bilinen bu hassas analiz yöntemi, suç mahallinde bulunabilecek çok küçük miktardaki DNA’nın bile tespit edilmesini sağlar. Ancak, bu durum suçluyla ilgisi olmayan kişilerin DNA’sının da suç mahalline taşınmasına neden olabilir. Örneğin, bir kişi farkında olmadan başkasının DNA’sını bir nesneye transfer edebilir. Bu durum, kazara transfer olarak bilinir ve şüpheliyi yanlış bir şekilde suçlu gösterebilir. Yapılan bazı araştırmalar, iki kişi el sıkıştıktan sonra bir bıçağı tutmaları durumunda her iki kişinin de DNA’sının bıçakta bulunabileceğini göstermiştir. Bu tür durumlar, suçlunun kim olduğunu belirlemeyi daha karmaşık hale getirmektedir.

Bir diğer örnek ise DNA örneklerinin laboratuvar ortamında kirlenmesidir. Adli bilimde yaşanan bazı hatalar, suçla hiçbir ilgisi olmayan kişilerin haksız yere mahkûm edilmesine yol açmıştır. DNA’nın yanlış yerleştirilmesi veya yanlışlıkla başka bir örnekle karıştırılması, suçsuz bir kişinin yıllarca mahkûm edilmesine neden olabilir. Adalet sisteminde bu tür hataların önlenmesi için çok dikkatli ve titiz bir çalışma yürütülmesi gerekmektedir.

Dna Kanıtları Neden Güvenilmez Olabilir Görsel

DNA Fenotiplemesi Hakkında Yanlış Bilgiler

İkinci büyük yanılgı ise DNA'nın bir kişinin yüz hatlarını detaylı bir şekilde yeniden oluşturabileceği fikridir. Bu teknoloji, “DNA fenotiplemesi” olarak bilinir ve şüphelinin cinsiyeti, saç rengi, ten rengi gibi belirli özelliklerini tahmin edebilir. Ancak, yüz hatları gibi detaylar bu teknolojiyle henüz belirlenememektedir. Yani, bir kişinin DNA’sına bakarak burun boyutu, çene yapısı veya göz şekli gibi spesifik bilgileri çıkarabilmek şu an için mümkün değildir.

Yapay Zekanın Demokrasi Üzerindeki Etkisi Yapay Zekanın Demokrasi Üzerindeki Etkisi

DNA fenotiplemesi, özellikle büyük şüpheli havuzlarını daraltmada etkili olabilmektedir. Ancak bu teknolojinin sunduğu bilgilerin sınırlı olduğunu unutmamak gerekir. Örneğin, bu yöntemin kullanıldığı bir vakada, 1997 yılında tecavüze uğrayıp öldürülen Eva Blanco Puig davasında, araştırmacılar şüphelinin Kuzey Afrikalı olabileceğini belirleyerek şüpheli havuzunu daraltmayı başarmışlardır. Bu durum, DNA fenotiplemesinin ne kadar etkili olabileceğini gösterse de, yüz özelliklerini yeniden oluşturma iddialarının abartılı olduğunu kanıtlamaktadır.

DNA Kanıtlarının Adalet Sisteminde Kullanımı

DNA kanıtları, adaletin sağlanmasında kritik bir rol oynar ancak bu kanıtların sınırlarının farkında olmak ve diğer delillerle desteklenmesi gerektiğini anlamak önemlidir. DNA, bir suç mahallindeki tek kanıt olduğunda, şüphelinin suçlu olduğunu kesin olarak gösterebilecek yeterli bilgi sağlamayabilir. İkincil DNA transferi, laboratuvar hataları ve delillerin kirlenmesi gibi faktörler, adalet sisteminde büyük problemlere yol açabilmektedir.

Örneğin, Adam Scott davası, DNA'nın nasıl yanıltıcı olabileceğini gösteren önemli vakalardan biridir. Scott, bir tecavüz suçlamasıyla karşı karşıya kaldığında, DNA’sı olay yerinde bulunan örnekle birebir bir uyum sağlamıştır. Ancak Scott, olay sırasında tamamen farklı bir bölgede bulunmaktadır. Yapılan incelemeler sonucunda, laboratuvardaki bir teknisyenin örnekleri yanlışlıkla karıştırdığı ortaya çıktmıştır. Bu hata, Scott’ın haksız yere aylarca tutuklu kalmasına neden olmuştur. Sonuç olarak, DNA delillerinin tek başına mahkumiyet için yeterli olmadığı bir kez daha kanıtlanmıştır.

Adalet sisteminin, DNA kanıtlarının yanıltıcı olabileceğini ve bu kanıtların mutlaka diğer delillerle desteklenmesi gerektiğini anlaması büyük önem taşımaktadır. Lif örnekleri, parmak izleri ve görgü tanığı ifadeleri gibi ek kanıtlar, DNA sonuçlarının doğruluğunu teyit etmede hayati bir rol oynar. Bu nedenle, DNA kanıtlarının yalnızca suçluluğu kesinleştirmede bir araç olduğunu, ancak tek başına nihai bir kanıt olmadığını anlamak gerekmektedir.

Muhabir: Sibel Bay