Adını Farsça "Işık Dağı" anlamına gelen Koh-i-Noor'dan (Kuh-i-Nur) alan bu efsanevi elmas, muhtemelen 1100-1300 yılları arasında Güney Hindistan'daki Golconda madenlerinde keşfedildi. İlk olarak Babür İmparatoru Babür'ün 1526 yılında yazdığı anılarda adı geçen elmas, daha sonra Babür kraliyet ailesinin bir sembolü haline geldi. Elmas, yüzyıllar boyunca çeşitli hükümdarların ellerinde dolaştı ve bazen savaş ganimeti bazen de diplomatik bir hediye olarak el değiştirdi.
Nader Şah ve "Işık Dağı" Efsanesi
1739 yılında İranlı lider Nader Şah, Delhi’ye saldırarak Kuh-i-Noor'u ele geçirdi. Elması ilk gördüğünde ona "Işık Dağı" adını veren Nader Şah, taşın uluslararası şöhretinin temelini attı. Ancak elmas, onun ölümünden sonra da el değiştirmeye devam etti ve nihayetinde Hindistan’daki Pencap hükümdarı Maharaja Ranjit Singh’in mülkü oldu.
İngiliz Kraliyet Ailesine Geçişi
1849 yılında İngiltere, Pencap bölgesini ele geçirirken Kuh-i-Noor elmasını da alarak Kraliçe Victoria’ya sundu. Elmas, Kraliçe Victoria’nın mücevher koleksiyonuna dahil edildi ve 1852 yılında yeniden kesilerek 105,6 karat ağırlığında bir pırlantaya dönüştürüldü. Bugün, Kuh-i-Noor İngiliz Kraliyet Mücevherleri’nin en değerli parçalarından biri olarak Londra Kulesi’nde sergileniyor.
Lanetli mi? Efsaneler ve Gerçekler
Kuh-i-Noor'un "lanetli" olduğu efsanesi, tarih boyunca büyük yankı uyandırdı. Söylentiye göre bu taşı sadece kadınlar güvenle taşıyabilirken, erkek sahiplerine kötü şans getiriyor. Elmasın lanet hikayesi, ilk kez 19. yüzyılda Londra basınında ortaya çıkmış ve büyük sergilerde halkın ilgisini çekmek için kullanılmıştır.
1947’de Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından, taşın ana vatanına iadesi için çağrılar başladı. Benzer şekilde, Pakistan, İran ve Afganistan gibi ülkeler de bu değerli taş üzerinde hak iddia etti.