Ersan Akbaş'ın 24 Haziran 2023 tarihli yazısı: Bir İzci Senatör Olursa, Yozlaşmış Siyaset Ne Yapar?

Biraz ilginç bir yazı girişi olacak ama bazı filmler şöyle başlar: “Bu filmdeki isimler, kişiler ve olaylar hayal ürünüdür.”

Çünkü bazı filmler, Hollywood’da da çekilse böyle bir açıklamaya ihtiyaç duyar.

Orası ABD bile olsa bu tarz filmler cızdır. Zülfüyâre dokunur. Acıtır. Mecburen de filmin en başına böyle bir uyarı yazarsın ki hiçbir gücü rahatsız etmeyesin.

‘Mr.Smith Washington’a Gidiyor’ filmi de işte böyle filmlerden biridir.

Öyle ki Frank Capra’nın 1939 yılında çektiği her döneme hitap eden, boyutlar ötesi filminde olayın geçtiği eyaletin ismi bile belirsizdir.

Filmdeki bu isimsiz eyaletin senatörlerinden biri aniden ölür, vali tarafından acilen yeni bir senatör atanmalıdır.

Bu senatör hayatı boyunca politikaya bulaşmamış biri olmalıdır. Bırak iki ayı iki sene geçse senato çalışmalarından bir şey anlamamalıdır.

Hatta mümkünse başkent Washington’a gittiğinde kendini kaybedecek biri olmalıdır.

Çünkü eyalette bir baraj yapılacaktır ve bu barajın senatodan onayı sırasında, atanacak yeni kişinin sorgulama yapmayacak birisi olması gerekmektedir.

Tüm bu özellikler yöre halkının çok sevdiği izci olan oymakbaşı Jefferson Smith’i tarif etmektedir.

Bu kişi, James Stewart’ın filmde hayat verdiği baş karakterimizdir.

Bölgenin diğer Senatörü Joseph Paine ise Kongre’de başkanlığa oynayan biridir.

Beyaz şövalyemizdir. İpte yürüyen onurun temsilcisi...

30 yıl önce idealleri vardı. Ama siyasete girince uzlaşmayı seçti, çünkü uzlaşmak zorunda olduğunu çabuk kavramıştı.

Oy için insanlara güvenemezdi. Yozlaşmanın modern dünyadaki adının uzlaşmak olduğunu Jim Taylor gibiler öğretmişti ona.

Peki, kimdi bu Jim Taylor?

Jim Taylor, bölgenin en güçlü adamı, nam-ı diğer ağasıdır. Bütün ipler onun elindedir. Paine gibi senatörlere ne yapacağını söyleyen, hatta kongre üyelerini yönetecek kadar güçlü bir figürdür.

Bu Taylor denen insan kılığına girmiş goril, sanki hiç yokmuş gibi servetine servet katmak için baraj yapılacak yerin etrafındaki bütün araziyi sessiz sedasız sahte isimler kullanarak satın almıştır.

Yolsuzluğu da araziyi baraj yapımı sırasında devlete geri satarken yapacaktır.

O yüzden çocuktan şekerini almak kadar kolay birisi Senatör olmalıdır.

Sonunda bölge valisi, Senatör olarak baş karakterimizi atar.

Yeni senatörümüzün amacı bellidir, temsil ettiği insanları utandıracak hiçbir şey yapmayacaktır.

Ancak orası yetişkinlerin dünyası... Hem de vahşi bir dünya... Oraya ait değilsen kalbinin kırılması garantidir.

Karakterimizin Washington’a vardığında ilk dikkatini çeken, Abraham Lincoln’a ait taşlara kazınmış “Halk için, Halk tarafından oluşturulan Halkın iktidarı, yeryüzünden silinmeyecektir” yazısı olur.

Ne muhteşem bir söz değil mi? Göreceğiz.

İzci senatörümüzün senatodaki ilk faaliyeti de çocuklara bir izci kampı yapılması için yasa tasarısı hazırlamak olur.

Amaç ülkenin değişik yerlerindeki her kesimden ve ırktan çocuğu bir araya getirmektir.

Çünkü, çocuklar özgür insanlar ülkesini tarih kitaplarından okumaktadır ve bunun ne anlama geldiğini anlayamamaktadır.

Ona göre özgürlük, kitap sayfalarına bırakılmayacak kadar değerlidir ve bu çocuklara aşılanmalıdır.

Bu amaçla verdiği yasa tasarısında izci kampının, geldiği yerdeki 100 hektarlık bir arazide kurulmasını ister.

Ancak kahramanımız elindeki yasa tasarısı ile yel değirmenlerine savaş açmıştır da farkında değildir.

Artık, o bir Don Kişot’tur…

Çünkü kurulmasını istediği izci kampının yeri, baraj yapılacak arazidir.

Adil olmayan savaş başlamıştır.

Onurun temsilcisi Senatör Paine, vakit kaybetmeden kahramanımızı kendi çıkarları için izci kampı tasarısını hazırlamakla suçlar.

Suçlamakla kalmaz, ülkenin çocuklarından izci kampı için topladığı paralarla kazanç sağladığını bile öne sürer.

İzci senatörümüz ise şaşkındır. Hayatı boyunca taptığı, hayranı olduğu senatör, şimdi onu, çocukların parasına gözünü dikmekle suçlamaktadır.

“Halk için, halk tarafından oluşturulan halkın iktidarı, yeryüzünden silinmeyecektir.”

Anlamıştır ki burada bir sürü süslü laf var, Taylor gibi goriller, o sözleri taşlara kazıtmış ki kendisi gibi sersemler okusun da bunlarla oyalansın… Çünkü o bir senatör değil, atanmış bir kukladır.

Kokuşmuş bir gösterinin içerisinden kurtulmak için de gitmelidir, bu diyarlardan…

Onu bu düşüncesinden vazgeçiren Saunders adında bir kız olacaktır.

Sekreter rolündeki Jean Arthur’un hayat verdiği bu karakter, başlangıçta küçümsediği bu izci senatöre yardım edecektir.

Sekreter kızımız biliyordu ki Abraham Lincoln’ün etrafında da Taylorlar, Painler vardı.

Düşünceleri uğruna savaşan herkesin etrafında, bu tür insanlar vardı. Onların sadece gölgeleri büyüktü, kendileri değil...

O nedenle bu büyük gölgeli adamlar, bu çılgın insanları durduramadı. İnançlarından çeviremedi.

Ve yine biliyordu ki dünyadaki bütün iyi şeyler, bu inançlı çılgınlar sayesinde olmuştu. (Tıpkı bizim Çılgın Türk Mustafa Kemal Atatürk gibi…)     

Smith artık bir karar vermeliydi, geri mi dönecekti? Yoksa diğer çılgınlar gibi, yüzlerce metreden bir bardak suya mı atlayacaktı?   

Sekreter Saunders, sayesinde senatoyu kilitleyecek yasal bir uygulama buldu. Engelleme yapacaktı.

Bu senatonun, senatörlere sağladığı bir çeşit konuşma özgürlüğü idi.

Bir nevi buna ölünceye kadar konuşma hakkı da denilebilirdi.

Nasıl mı ?

Salondaki senatör, söz hakkı elde ettiği zaman bu hakkı kimseye devretmeden ayakta kalabildiği sürece konuşabilirdi. Tabii bunun şartları vardı:

Oturmayacak, salondan çıkmayacak ve de hiç susmayacaktı. Bayılmak bile yasaktı.

Böylece basit bir izci senatör, ülkenin en önemli yasama meclisini engelleme yaparak, kilitleyebilecekti.

Kahramanımız da sessiz sedasız söz alarak baştan kaybedilmiş dava için mücadelesine başlar.

Bu modern zamanların en büyük kavgasıdır.

Taylor gibi gölgesi büyük yel değirmenleri, ona dünyayı dar etmek için harekete geçmişlerdir bile.

Ancak, yasal olarak söz hakkı onda olduğu sürece kahramanımız ne zamana kadar ayakta konuşabilecektir?

Yorgun ayakları, uykusuz gözleri, kısılan sesi onu nereye kadar taşıyacaktır?

Sonunda hangi taraf kazanacaktır?

En önemlisi, Halk için halk tarafından oluşturulan halkın iktidarı, ne yapacaktır?

Bu soruların cevabını öğrenmek istiyorsan Frank Capra yönetmenliğinde çekilen bu boyutlar ötesi ‘Mr.Smith Washington’a Gidiyor / Mr.Smith Goes to Washington’ filmini mutlaka izlemelisiniz.