Ersan AKBAŞ'ın 10 Ağustos 2024 tarihli yazısı: Kevin Costner’ın Büyük Kumarı
Oscarlı oyuncu Kevin Costner’ın western filmi çekeceğini duyduğumda çok heyecanlanmıştım.
Kurtlarla Dans’ın efsanevi ismi, bu kez büyük oynuyordu.
Hollywood’dan gelen haberlere göre varını yoğunu, ‘Horizon: Bir Amerikan Destanı’ adlı filme yatırıyordu.
Gözünü karartmıştı. Çünkü film, oyuncunun yıllardır çekmek istediği bir projeydi.
Hayalini gerçekleştirmek için de hiçbir masraftan kaçınmıyordu.
Filmini, kendisi gibi yıldızlarla doldurdu. Çekimler için ABD’nin birçok eyaletinde platolar oluşturdu.
Tam bir sinema emekçisi gibi davranıyordu.
Yetinmedi kafasındaki filmin perdeye yansıması için yönetmenliğe de soyundu. Senaryoya da büyük katkı verdi.
Deyim yerindeyse kumar oynuyordu.
ABD’nin Batı’da doğuşunu, filmde her yönüyle anlatacaktı.
Kanunun uğramadığı Vahşi Batı’ya giden göçmenlerle o toprakların ilk sahibi yerli Kızılderili halkı arasındaki çatışmaları tüm gerçekliği ile verecekti.
Bu sırada ABD, iç savaşa doğru sürükleniyordu. Kuzey-Güney savaşını da tüm detaylarıyla perdeye yansıtacaktı.
Bunun için bir film yetmezdi. O da planını dört film üzerine kurdu. İlk iki filmi de çekti. Sadece ilk bölümün maliyeti 100 milyon doları bulmuştu.
Artık show zamanı gelmiş, filmlerin ilki için geri sayım başlamıştı.
İlk gösterildiği yer, Cannes Film Festivali oldu. Gelen haberler müthişti.
Costner dakikalarca ayakta alkışlanmış, sinema emektarı gözyaşlarını tutamamıştı.
Western denilince aklıma ilk gelen isim, hep Clint Eastwood olmuştur.
John Wayne bu işin piri olabilir ama Eastwood’un yeri ben de hep ayrıdır.
İyi, Kötü ve Çirkin, Birkaç Dolar İçin, Affedilmeyen, Bir Avuç Dolar İçin filmlerini toplamda kaç kez izlemişimdir, sayısını hatırlamıyorum bile.
Bu nedenle Costner’ın Horizon filminden gelen haberler, bende çıtayı yukarıda saydığım filmler seviyesine kadar çıkardı.
Film gösterime girince de heyecanla izlemeye başladım.
Ama gördüm ki 3 saat boyunca filme hep şans vermeye çalışıyorum.
Önce, şimdi başlayacak, dedim.
Sonra, nasılsa dört bölüm toparlanır, dedim.
Daha sonra Dune filmindeki gibi ikinci bölüm, galiba birinci bölümü kurtaracak, dedim.
Ardından, film daldan dala atlıyor çünkü kahramanlarını tanıtıyor, dedim.
En son, ikili diyalogları anlamıyorum, belki altyazıda bir sıkıntı var, dedim.
Ve sonunda fark ettim ki ben filmi kurtarmak için hep bir şey diyorum.
Ama film kendini kurtarmıyor.
Zaten ben bir şey dedikçe film benden kaçıyor. O kaçıyor, ben kovalıyorum.
Bu sebeple filmi, 15 gün sonra ikinci kez izledim.
Sonunda pes ettim.
Konusuyla senaryosuyla dağ gibi bir film beklerken, maalesef Costner’ın ilk filmi, fare doğurmuş.
Kopuk kopuk sahnelerden oluşan filmi bir türlü birleştiremeyen Costner, oynadığı kumarı kaybetmiş.
Zaten Horizon Bölüm 1 gişede büyük çakılınca, Ağustos ayında gösterilmesi gereken ikinci bölüm hemen ertelendi.
Bence Costner’ın filmde en büyük sıkıntısı, kurguda olmuş.
Belli ki birçok sahneyi atmış, buna rağmen 3 saatlik film, çok sayıda hikaye ve karakterin altında ezilmekten kurtulamamış.
Karakterlerin sağdan soldan birden bire ortaya çıkması filmi yormuş.
Hikayelerin çokluğu da filmin takibini zorlaştırmış.
Ayrıca senaryo ve filmin temposunda da büyük sıkıntılar var.
İkili diyaloglar da kapalı kutu gibi. Diyalogların başı ile sonu bambaşka.
‘Ne konuşuyor bunlar,’ dediğim anlar oldu. Hatta, ‘Çevride mi sıkıntı var?’ diye suçu altyazıya bile attım.
Kısaca, Costner’ı ve filmi kurtarmaya çalıştım. Ama nafile…
Sonuç olarak bir sinema emekçisinin hayalini gerçekleştiremediği ilk film ile karşı karşıyayız.
Daha bunun ikincisi var. Belki ikinci film gösterime girdiğinde, Costner’a büyük nefes aldırır.
Ona üçüncü ve dördüncü filmleri çekme gücü verdirir.
O da belki…