Handan IŞIKSAL'ın 27 Ağustos 2024 tarihli köşe yazısı: İzleyici-Karakter İlişkisi
Herkesin severek izlediği, seneler geçse de unutamadığı hatta dönüp dönüp tekrar izlediği yapımlar vardır. Bu yapımları keyifle izlerken kurgunun içindeymiş hissi duyguları derin yaşamamıza neden oluyor.
Bir veya birkaç saatliğine izleyici olmaktan çıkıp seçtiğimiz karakterin yerinde buluyoruz kendimizi. Herkes kendine, yaşadıklarına ve hissettiği duygulara göre karakter analizi yapıp kendini mutlaka birisinin yerine koyuyor.
Anlatının karakterleri ile anlatının içine çekilmek, karakterler ile kurulan bağ sayesinde gerçekleşiyor.
Bir filmin veya dizinin karakterinin gerçek olmadığını bilsek de hissettiği duyguların empatisinden emin oluyoruz.
İzleyici-karakter ilişkisi, büyük ölçüde empati ve özdeşleşme yoluyla kuruluyor. İzleyici kendini yerine koyduğu karakterin yaşadığı duyguları, zorlukları ve sevinçleri kendi hayatında da hissediyor.
Karakterin yaşadığı olayların kişinin deneyimleriyle benzer olması karakter-izleyici arasındaki bağı güçlendiriyor.
Ancak izleyicinin herhangi bir yapımdaki karakteri benimsemesinin asıl nedeninin empati mi yoksa sempati mi olduğu tartışma konusu haline gelmiştir.
Empati, başkasının duygularını anlamaya ve hissetmeye yönelik bir duygusal bağlantı iken, sempati, başkasının duygusal durumuna yönelik bir ilgi ve şefkat gösterme durumu olarak tanımlanıyor.
Bana göre kimi karakterlere karşı empati yapılırken kimilerine de sempati duyulabiliyor. Bu ayrım, kişinin karakter ile deneyimlerinin benzerliği veya duygularının hangi konularda harekete geçtiği ile gerçekleşebiliyor.
Bu nedenlerden dolayı karakterler yalnızca ekranlarda izlediğimiz figürler değil, insani deneyimlerin derin bir yansımasıdır.