Prof. Dr. Esat ARSLAN'ın 10 Haziran 2024 tarihli yazısı: İsrail’den Yeni Cephe: Lübnan
Gazze’deki Soykırım Savaşının bir numaralı tedarikçisi ve İsrail’e karşı misillemelerde tüm dünyaya karşı bir kalkan görevi gören ABD’nin desteklediği İsrail’in hunharca cinayetleri sanki herkes tarafından kanıksanır hale geldi, gibime geliyor, sevgili okurlar. Bundan da öte İsrail’in yaptıklarının yanına kâr kaldığı paralize bir durum yaşanıyor, dünya kamuoyunda. 7 Ekim 2023 tarihinde HAMAS’ın İsrail’e yönelik giriştiği ‘Aksa Tufanı (Amaliyyat Tufan el-Aksa)’ na karşı, İsrail de bir karşı koyma refleksi olarak ‘Demir Kılıçlar’ harekâtını neredeyse eş zamanda başlatmıştı. Adı unutuldu, ismi bile telaffuz edilmiyor artık. Filistin halkı böyle bir saldırıyı uzun zamandan beri beklemekteydi. HAMAS savaşın gerçek nedenini Mescid-i Aksa’ya bir türlü durmayan saldırılar olarak açıklamış harekatın ismini de ondan mülhem Aksa Tufanı olarak adlandırmıştı. Peki ne yapılmalıydı? İlk yumruğu yemeden, stratejik örtü ve aldatma yaparak kendisi yumruğu atmayı denemişti. Öyle de yaptı. İzzeddin Kassam Tugaylarınca ilk aşamada 5 bin roket ve havan mermisi fırlatılmıştır. Daha doğru bir deyişle, HAMAS böyle bir saldırıyı beklediğinden ABD’nin ünlü “Saldırıda Ön Alma” (Preemptive Strike) öğretisi gereği saldırıda az da olsa ön alabilmişti. HAMAS’ın başlattığı Aksa Tufanı’na karşı İsrail’in bırakın “Orantısız Güç” (Unproportional Force) kullanımını limitsiz güç kullanımıyla başlatmış olduğu ‘Demir Kılıçlar Harekâtı’ sadece Gazze ve Batı Şeria’ya karşı değil, bir o kadar Hizbullah mevzileri üzerinde yoğunlaşmıştı. İsrail daha da ileri giderek Suriye üzerinde de benzer karşı koymalara girişmişti. Gerçi askerî literatürde Lübnan’a karşı yapılan harekât Hizbullah’ın bölgeye müdahalesini önlemeye matuf “Tecrit Harekâtı” olarak isimlendirilebilir ama, bu harekatın bir o kadar etkili olduğu hemen ilk bakışta söylenilebilir. Nedeni etki vüs’atının bir o kadar kesif olmasından kaynaklanmaktadır.
‘Silahlı Çatışma Konumu ve Olay Verileri Projesi’ne göre İsrail 8 Ekim'den bu yana yedi ayda Lübnan'da yaklaşık 4 bin 900 saldırı gerçekleştirirken Hizbullah ise İsrail mevzilerine 1100 saldırı düzenlemiştir. (1) İsrail Ordusu ile Hizbullah arasında 8 Ekim 2023'ten beri sınır hattında yaşanan çatışmalarda son olarak 300 Hizbullah mensubunun yanı sıra 61 Lübnanlı sivil, 19 Emel Hareketi, 13 Hamas, 15 İslam-î Cihat mensubu ile 14 İsrail askeri ve 10 İsrailli sivilin öldüğü duyurulmuştur. (2) İsrail’in, Lübnan üzerindeki zayiatı bir bütün olarak değerlendirildiğinde Hizbullah örgütünün, Suriye’nin desteklemiş olduğu Emel örgütü, HAMAS ve İslam-î Cihat örgütleriyle bir bütünlük içerisinde olduğu ve bu bütünleşikliği İran’ın gerçekleştirmiş olduğu açık seçik belli olmaktadır. Bu bütünleşikliğin en ayırt edici özelliği ise, savaşı İsrail topraklarına aktarabilme özelliğine vakıf ve muktedir olmasıdır. Şimdi düşünebiliyor musunuz? Hizbullah 50 bin kan görmüş deneyimli savaşçısını İsrail’e sokabilir mi? Peki sokarsa ne olur? Hizbullah’ın uzun menzilli güdümlü füzelerinin İsrail üzerinde HAMAS füzelerinden kat ve kat etkili olacağını düşünebiliyor musunuz? Silah zoruyla tutulan İsrail halkını İsrail ana karasında tutmanız bu saldırılardan sonra ne kadar mümkün olabilir? Hizbullah bütün bunları yapabilir mi? Evet bugünkü Hizbullah bunu yapmaya muktedirdir, hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Bu değerlendirmelerden sonra sorulması gereken soru şudur: İsrail, Gazze’yle birlikte Lübnan’da yeni bir cephe açabilir mi? Bir başka deyişle savaşı iki cephede sürdürebilir mi? Bu soruya verilecek cevap muhtemelen hayırdır? Neden? Çünkü İsrail, Gazze’deki savaş kesintisiz bir biçimde devam ederken, kuzeyde daha büyük bir cepheyi kaldıramaz da ondan. Eğer bunu göze alabilseydi, kim tutardı, İsrail’i? Hiç kimseyi dinlemez, girişirdi bu tür bir harekâta. Ekim 2023 ayında anımsayınız, başta Başbakan Netenyahu, Savunma Bakanı ve savaş kabinesinin diğer üyeleri Lübnan sınırına gittiler, geldiler çok irdelediler ama, bir türlü yapamadılar böyle bir harekatı… Tabii bir de askeri kavramsal çerçeve olarak “iç hat manevrası” kavramının gereğine bakmak geekir. Bu kavram tıpkı Kurtuluş Savaşında olduğu gibi birden çok saldırıyla karşılaşıldığında ne yapılması gerektiğini göstermektedir. “Bu kavram bir savaşta birden çok düşman veya saldırı ile karşı karşıya kalındığında, stratejik bir karar alıp saldırının veya düşmanın en küçükleri bertaraf etmek, büyüklere angaje olmadan onları kontrol altında tutmaktır. Küçükler bertaraf edilirken fütursuzca savaş araç, gereç ve silahlar üzerlerinde denenir. Küçükler arasında en büyük düşman gücü hangisiyse önce ona yönelmek ve onu etkisiz hale getirmek anlamına gelir. Neden orta büyüklükteki örgütler üzerine yönelirken küçük küçük örgütler savaş alanını terk eder de ondan.”
Gerçekten de ‘Türk Millî Mücadelesi’nde önce ‘Kuva-yı Milliye’ye yönelik isyanlar bastırılmış, eş zamanlı olarak doğuda Ermenistan halledilmiş, daha sonradan gayr-ı nizami savaş evresinden düzenli ordu safhasına geçilerek Birleşik Krallığın Kılıcı olarak Batı Anadolu’yu işgal etmeye kalkışan Yunanistan üzerine bütün güçle yüklenilmiştir. Bugün İsrail’in yaptığı da bundan farklı değildir.
Dikkat edilecek olursa, İsrail’in DAİŞ kafalı iki bakanının gerek Hizbullah gerekse Şam rejimine karşı meydan okumaları planlı bir açılımı da göstermektedir. Bunun bir diğer anlamı hazırlıkta gereken vakti kazanabilmektir. Anımsayalım, İsrail hükümetinin DAİŞ kafalı üyelerinden Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Hizbullah’ın Yukarı Celile bölgesine attığı roketlerin Kiryat Şimon gibi yerleşimlerde yol açtığı yangınların ardından Kiryat Şimona’dan yine üst perdeden salvolarını atmaya devam etmiştir:
“Hizbullah'ın tüm kalelerini yakmamız, yok etmemiz lazım. Savaş!”
Onun ikizi Maliye Bakanı Bezalel Smotrich de ordunun Lübnan’ı işgal edip yüzbinlerce Lübnanlıyı sınırdan uzaklaştırması ve tampon bölge kurması gerektiğini söylemiştir. (1) Kafalarındaki Mavi Hat Rejimi Lübnan sınırlarının içerisinde bir tampon bölge (buffer zone) en az 32 km (20 mil) derinliğinde bir kuşak teşkil etmektir.
Peki, şimdi bütün bunlardan sonra gelelim altın soruya. İsrail Gazze’yi kapatıp kuzeye yüklenebilir mi? Asıl yanıtlanması gereken soru budur, bence. Başkan Joe Biden da bunun bilincinde olarak 31 Mayıs 2024 tarihinde Gazze için üç aşamalı ateşkes önerirken ilk kez Lübnan’a ve İsrail’in kuzeyinde durumun normale dönmesinin önemine değinmesi de buradan kaynaklanmaktadır. Hizbullah da ta başından beri ABD’den gelen bu tür açıklamalara şu yanıtı vermektedir: “Önce İsrail’i durdurun, Gazze’deki savaşı sonlandırın, sonra Mavi Hattı konuşuruz.” (1)
ABD İsrail’i korumak adına gerek HAMAS gerekse Hizbullah’la kapalı kapılar ardında her türden görüşmeleri ve önerilerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Başkanı William J. Burns Kahire-Doha arasında mekik diplomasisiyle gidip gidip, gelmesi ve Dışişleri Bakanı’nın Ortadoğu’yu yedinci kez ziyaret etmesi hep bu nedenlerle olmuştur ve olmaktadır. Büyük harflerle ifade edilmesi gereken husus şudur. İsrail Gazze’deki ‘Demir Kılıçlar Operasyonu’nu sonlandırmadan Hizbullah’ı durduramazlar, Hizbullah’ı baskı altında tutamazlar, baskılayamazlar. İsrail Genelkurmayı Hizbullah’ı durduramayacaklarını bildikleri ve anladıkları için 2006’dan bu yana BM tarafından şekillenmiş angajman kuralları içinde tutmayı öncelikli bir hedef haline getirmişlerdir. Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’nin "Bir karar verilmesi gereken noktaya yaklaşıyoruz, ordu saldırıya geçmeye hazır" ifadelerini kullanması ordunun ihtiyatlı hareket etmesinin bir gereğidir. Malum, bir Pirus zaferi de olsa Hizbullah 2006 savaşının galibidir, Hizbullah 18 yıldır Mavi Hat Rejimini uygulamadıkları gibi Litani Nehrinin kuzeyine de çekilmemişlerdir. İsrail’in hedefi Gazze’yi hallettikten sonra Hizbullah’ın BM’nin kontrolündeki Mavi Hat rejimine dönmesini yani Litani nehrinin kuzeyine çekilmesini sağlamaktır. Bunun bir diğer anlamı ise İsrailli işgalciler (yerleşimciler (?)’in terk ettikleri kuzeye dönebilmesini temin etmektir. Daha açık bir ifadeyle Yukarı ve Aşağı Celile'de 200 bin İsrailli yerleşimci, Lübnan tarafında 100 bin kişi evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Lübnanlıların payına düşen bedel daha büyük olmakla birlikte onların onlarca yıldır alışık olduğu cehennemin bir benzerini Hizbullah İsrail’e ilk kez yaşatmaktadır. (1)
Sonuç olarak İsrail’in en büyük korkusu kara savaşının hem de cephe açılmak suretiyle İsrail’e taşınmasıdır. Yani Kara Savaşının İsrail’e taşınması İsrail için bir kâbus senaryosudur. Ne diyelim “Halep oradaysa, arşın burada” ya da "Hesap oradaysa, terazi burada." Bekleyip göreceğiz sevgili okurlar.
Dipnotlar:
(1) Fehim Taştekin, “Lübnan cephesi ABD’yi neden kasıyor?”, Gazete Duvar, 06.06.2024; https://www.gazeteduvar.com.tr/lubnan-cephesi-abdyi-neden-kasiyor-makale-1696629/ Erişim Tarihi 07.06.2024/
(2) Zein Khalil, Mehmet Nuri Uçar, “İsrailli Bakan, Hizbullah'ın saldırılarını durdurmaması halinde Güney Lübnan'ı işgal etmekle tehdit etti”, Anadolu Ajansı, 19.05.2024; https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israilli-bakan-hizbullahin-saldirilarini-durdurmamasi-halinde-guney-lubnani-isgal-etmekle-tehdit-etti/3223852 / Erişim Tarihi 07.06.2024/