Mustafa DUMAN'ın 11 Eylül 2023 tarihli yazısı: Oxus’un Kıyısından Kumrular Sokağı’na

Transoksiana

Bizim Maveraün Nehir’e Batılılar öyle diyorlar. Bizimkiyle aynı manada. Oxus nehrinin ötesi. Oxus dedikleri bizim Ceyhun yahut Amuderya. Maveraün Nehir’in sonu da başka bir nehir. Onların Yaxarte dedikleri, bizim Seyhun yahut Siriderya veyahut Gülzariyyun.

Horasan, tartışmalı. Şimdi İran hudutları içerisinde kalan Horasan’ a aldanmayın. Tarihî olarak çok daha geniş bir alan. Ceyhun’un iki ucundan kısaltılmış berisi diyeceğim, ama o da tartışmalı. O kadar ki, ilk İslam fetihleri döneminde Maveraün Nehir de Horasan’a dâhil edilip tek vali gönderilyor. İyisi mi siz İran haritalarındaki Horasan’ı sağına ve soluna doğru epeyce genişletin.

Bu toprakların ve daha fazlasının hakimiyeti bir asırdan uzun bir süre mütemadiyen İran’la savaş hâlindeki Eftalitler’e ait. Firdevsi’nin ve Farisî’nin meşhur “Şehname”si de önemli bir bölümüyle bu savaşların hikâyesi.

Bu bölümü kapatmadan ilave etmeliyim. Ceyhun’un Türkçede iki manası var. Birincisi: Cenk edilen yer. İkincisi: Asi.

Eftalitler

Tele ve Tie-le’nin Türk gibi de okunabileceğini unutmadan, Leon Cahun’dan nakledelim: Çinlilerin Tie-le, Moğolların Tele-ut, Bizanslıların Akhun yahut Eftalit dedikleri halk.

Leon Cahun’a göre İranlılar bu halka, su kıyısının Teleleri manasına Ab-telit diyor ve bugün hala Oxus Türkmenlerini kıyı Türkmenleri, yani Lebeb Türkmen diye adlandırıyorlar.

Yine Leon Cahun’a göre gerçek adlarını bize 620’li yıllarda yazan Theophyacte vermektedir: Eftalitler denen Abdeller.

Leon Cahun’dan devam edelim: Abdal Türkmenleri Hazar yakınlarında Oxus’un eski yatağı çevresine yerleşmişlerdir ve Afgan Abdalları kısa süre öncesine kadar yukarı nehir civarında Kunduz yakınlarında yaşamaktaydılar ve hâlâ bu isimlerini taşırlar.

Gurur ve Öfke

Bu bölüm de Leon Cahun’dan ve “Perslerle yüzyıldan uzun süren bir savaştan muzaffer, ancak güç kaybetmiş olarak çıkan” Eftalitlerimize dair, Çinlilerin alt vassalı Uygur Türklerinin ya da kaba Karlukların hizmetçisi olmak istemeyen, ne bozkırdaki Kıpçaklara ulaşabilen ne de Kırgız Kazak olabilen Ab-Teleler Sasanilerle ölümüne dövüşüp Med ülkesi ve Soğdiyana için öfkeyle çarpıştılar.

Eftalitlerin Hezimeti

Firdevsi, Taberi ve Chavannes düğün tarihinde anlaşamasalar da, İstemi Kağan’ın kızının Hüsrev Anuşirvan’a verilmesi, Türk Hakanlığı ile İran’ın ittifakını kesinleştirmiştir. Bu ittifak kesinleştiğinde Eftalitler Pencap ve Keşmir’i zaptetmek için Hintlilerle savaştadırlar. Gerisini dönemle ilgili en geniş araştırmaları yapmış L. N. Gumilёv’den öğrenelim: İstemi Kağan, bütün güçlerini cepheye sürdü. Türk askerleri arasında o zamana kadar Eftalitlerin tebaalığında bulunan Hotenliler de vardı. Hüsrev Anuşirvan müttefiklerinden daha önce 562 de Eftalitlere saldırıya geçmiş, fakat savaş henüz sonuçlanmamıştı. Türk öncü kuvvetleri ilk planda Çaç’ı ele geçirerek tam bir katliama giriştiler. Daha sonra Çırçık Nehri’ne gelen Türk kuvvetleri Maymürg’de öncü kuvvetlerle birleştiler.

Eftalitler Buhara’ya yığılmışlardı. Fakat Gatfar, Türk süvari birliklerinin kesin üstünlük sağlayacakları düz alanda savaşı kabul etmektense, dağlara çekilerek Nesef’te savaşa girdi. Firdevsi’nin tabiriyle Soğdiyanalılar Türk saldırıları karşısında gözyaşlarını tutamamakla birlikte Eftalitler için savaşmayı da istemediler. Nesef’teki çarpışma bütün gün devam etti ve Eftalitlerin kesin hezimetiyle sonuçlandı.

Eftalitlerin Mirası

Bizanslıların Mezopotamya’da Perslerle savaşa girmek üzere olduğunu bilen İstemi Han, hezimetlerinden 6 yıl sonra 571'de Eftalitlerin mirasını taksim etme vaktinin geldiğine karar verir. Hakanlık Türkleri, Soğdiyana’ya yerleşirler. Sind, Bost, Arrohaç, Zebulistan, Toharistan, Darlistan ve Kabulistan Hüsrev Anuşirvan’ındır. Bugünkü İran’ın bir kısmına ilave olarak bugünkü Pakistan ve Afganistan.

Nesef’te sağ kalanların tahttan indirdikleri Gatfar’ın yerine geçirilen Çağaniyan Prensi Fagoniş, Hüsrev Anuşirvan’ın vassalı olur. Vassallık, yok olmanın başlangıcıdır. VII. asırda İran Hükümdarlığı emrinde, yahut Batı Hakanlığı'nın tölös-tarduş sistemi içinde savaşırken son defa göreceğiz onları.

Eftalit yıldızı sönmüş ve elde bir şey kalmamıştır. Abdal Türkmenleri ve Afgan Abdalları üzerinden devam edecek çocuklarına miraslarından düşen pay gurur, öfke ve hezimetten ibarettir.

İslama Girişleri Ali Kapısından

Abdal Türkmenleri ile Afgan Abdalları bölgenin diğer halklarıyla birlikte miladın IX. , X. Asırlarında ve Ali kapısını tercih ederek İslam dairesine girdiler. Bu tercihin manidarlığını izah için Erkân-ı Erbaa’ ya yani Ali Şiası'nın dört direğine bakmamız gerekiyor.

Mikdat bin Esved: Bedr’in yegâne atlısı. Resulullah’ın süvarisi. Bütün gazvelerde en ön saf onun. Kabilesi kaçak ve kendisi evlatlık.

Ammar bin Yasîr: Anne ve babası İslamın ilk şehitleri. Anne ve babasının kaderini paylaşmaktan Hamza sayesinde kurtuluyor. Bedr’in kahramanı, Sıffin’de şehit. Cenazesini Ali kıldırıyor. Şehit edildiği yerde medfun. Beni Adiyy kabilesinin kölelerinden.

Ebuzer Giffari: İslamda, rızk için Allah’a güvenmek vurgusunun on dört asırdır adıyla en fazla anıldığı sahabe. Resulullah’ın yalnız yaşayıp, yalnız öleceğini ve yalnız haşrolacağını söylediği mümin. Eyersiz bir deve üzerinde ve kızının refakatinde gönderildiği Rebeze sürgününde ölecek, torunları Kerbelâ’da şehit edilecektir. Küçük ve fakir bir kabilenin çocuğu.

Selman-ı Farisi: Ömrünün büyük bölümünde, önce Mecusi sonra Hristiyan olarak İslam’ın Resul’ünü ve Allah’ın nurunu aradı. Hendek fikri onun. Aradığını bulduğu Medine’de Kurayza Oğulları'ndan bir Yahudi'nin kölesi.

Uzun uzadıya yazacaktım, vazgeçtim. Sadece sormakla yetineceğim. Kendilerine kalan miras; gurur, öfke ve hezimetten ibaret Abdallar İslam’a başka bir kapıdan girebilirler miydi?

Abdalan-ı Rum

Oxus’un eski yatağının ve kıyısının Abdal Türkmenleri XI. ve XII. asırlarda o günkü Diyar-ı Rum’a yani Anadolu'ya geldiler. Abdalan-ı Rum bunlardırlar efendim ve Abdalın başkaca manası da yoktur. Pir Sultan Abdal’ın mezhep ve tarikine dair kimliği Pirliğinde ve Sultanlığındadır, Abdallığıyla ilgili değildir.

Rum’da da alıştıkları yeri, yani Oxus’un, yani Ceyhun’un kıyısını aradılar ve oralara yerleştiler. Aras, Karasu, Fırat, Peri Çayı, Munzur, Yeşilırmak, Kızılırmak ve Sakarya kıyıları. Şia’nın akaidini benimsemediler, fıkhına dâhil olmadılar. İslam’a Ali ve duygu kapısından girdikleri için Alevî idiler.

Hezimete Devam

Rum’da ilk hezimetlerini Babaî isyanlarında ve Selçuklu’nun Frank askerleri karşısında yaşadılar. Sonraki üç asra yakın zamanları da topluluğun dışında, kıyılarda ve inhizam içinde geçti.

Büyük Ümit, Büyük Hezimet

Kızıl başlığı XVI. asra doğru taktılar. Diğer Türkmen taifelerinden de Şah’a gidenler vardı, fakat Şah’a gidişe duyguyu onlar kattılar. Hep hezimete uğrayıp hep kıyıda yaşadıkları topraklara veda ederken “çok nimetin yedik, helallaşalım” diyecek kadar asil kalmayı becerdiler. Çaldıran, büyük ümitlerinin büyük hezimetiydi. Çaldıran’ın ne öncesinde ne sonrasında Şah’ın sarayında da yerleri olmadı. Kıyılarda kaldılar efendim.

Cumhuriyet Anadolu'sunda Abdallar

Uzun asırları kısa geçmemin sebebi bakiye Abdalların ahvalinde pek fazla değişiklik olmaması. Eftalitler VI. asırda tarihin, XVI. asırda sosyolojinin çöplüğüne atıldılar. Orada yaşamaları herkes tarafından tabii kabul edildi. Başkalarının sevinç günlerinde, bir bölüğünün çöplüklerinden çalgıcı, köçek, muganni olarak çıkmalarına belirli ölçülerde müsaade edildi. Evet. Ona bile belirli ölçülerde. Niye uzatıyorum ki, Şah İsmail’den, mahlasını zikrederek ve az önce toprağa vermiş gibi "dedem Hatayî" diye bahseden Neşet Ertaş’ın sözünün üstüne söz mü söyleyebilirim? Buyurun: “Fukara isen, ya Abdal derler, ya Cingan hâşâ”

60'lı 70'li yıllarda Marksizm'e bulaştılar. Yine duygu kapısından ve yine aynı ahval üzere. Onlar asırlardır “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanlar”dı. O dönemde çöplüğün muhtelif patlamalarına şahit olduk ve Marks çağı sona erdi. Onlar için değil. Bütün yoldaşlar dağıldıktan sonra da aynı yerde aynı sadakatle bekliyorlardı. Bazılarının bekleyişi açlıktan ve erken ölerek sona erse de.

Onlara dair hafızamdaki son resimlerden biri 1 Mayıslardan birinde çiçekleri döven kız çocuğu. Gazetelerin büyük haberiydi. Sahipleri için aziz ülkenin suni çiçekleri o kız çocuğundan kıymetli olacaktı elbette. O çocuklara benzer çocukların daha kötü günlerini göreceğimden habersizdim.

Marjinal

Küfür gibi kullandıklarına bakmayın. Marjinal iyi bir şeydir ve daha önemlisi kıymetli bir şeydir. Buyurun. Okyanus Ansiklopedik Türkçe Sözlük’ten ve aynen: Nisbeten homojen bir gurubun sınırında yer alan her çeşit olguya denir.

 Siz gördünüz ve ben kızdım. Sınırdakiler olmadan varolunamayacağını anlatmayacağım.

Vandallar

Küfür gibi kullandıklarından biri de bu. Vandalların ahı tutsun sizi İnşallah, diye beddua etmeme Allah’tan korkum mani. Meramımı ifade için Dresden’den bahsetmem en doğrusu.

Die Märchenstadt Dresden. Masal Şehri Dresden. II. Dünya Harbi'nde açık şehir ve bir tek saldırı almıyor. 13-14 Şubat 1945’e kadar. Almanya’nın mağlubiyeti katidir ve harp bitmek üzeredir. Dresden bu esnada ve sadece bombalanan İngiliz şehirlerinin intikamı için harabeye çevriliyor. Ölen sivillerin sayısında mutabakat yok, ancak on binlerce olduğuna itiraz eden de yok.

Fukara Vandallar V. yüzyılda, kavimler göçü esnasında bugünkü İspanya ve İtalya’dakilerin bir kısmı dâhil, muhtelif Roma eyaletlerini yağmalıyorlar. Afrika’da Vandal Krallığı'nı kuruyorlar. VI. asırda da yenilip yok oluyorlar. Bir 'izm' bırakmıyorlar geriye, onların adına nisbetle bir izm üretiliyor. Vandalizm: Sebepsiz yere zarar verme eylemi.

Güzel değil mi? Hele Dresden’den bakıldığında daha da güzel.

Kökleri Dışarıda

Taksim Gezisi hadiseleriyle yeni bir zuhur imkânı bulan Abdallarımız topyekün iktidarın malum ve kadim refleksiyle tabii olarak anında teşhis edildiler. Hükümet, muhalifleri, muvafıkları, ne öyle ne böyle olmayanları, tekmili birden ortak ifadelerle saldırdı ve kınadılar. Yeni ve ortak muazzezleri çevre uğruna sokağa çıkan kentli, birey, esprili, zeki çocuklarının arasına marjinaller, vandallar sızmışlardı. Marjinallere, Vandallara ve daha önemlisi Abdallara ne büyük haksızlık.

Haksızlıktan ibaret şamatanın arasına bir de doğru sıkışabildi: Kökleri dışarıda.

Kökleri dışarıdadır efendim. Oxus’un kıyısında ve on dört asır öncesinde.

Maalesef Oxus’un kıyısına ve on dört asır öncesine tomaları ve akrepleri göndermek mümkün değildi. Yapılacak olan yakınlarda yapılacaktı. Yakın ve emniyetli yerlerde. Yakın ve emniyetli yerlerde yapılanların destanlaştırılması da bittabii emir ve takdir sahibine düşerdi.

Başvekilin destanı

Ben küçükken destancılar vardı. Ellerindeki bazen bir, bazen birkaç sayfaya basılmış manzum metinleri duygulu, dokunaklı sesleri ile okur ve gelip geçenlere satmaya çalışırlardı. Sonraki yıllarımda siyasetimizde destancıların bulunmamasını bir eksiklik kabul ettim. Başvekilin bu eksikliği izaleye çalıştığını düşünebiliriz. Ancak, üslubunda destancıların esas duygusu olan merhametten eser göremiyoruz. Destanı, rikkati ve şefkati vaad etmediği gibi biz de beklemiyoruz. Katmaya çalıştığı yiğitlik ve bahadırlığı ise çocukların karşısındaki tomalar, akrepler sakil duruma düşürüyor.

Elverir deyip, Cumhuriyet'in kıdemli bir vatandaşı olarak, Başvekilimizin destanına karşı taraftan ve müşahedelerimize dayalı katkılar sunalım.

Bir: İzmir 2 Caddesi'nde bir kız çocuğu. Mutlaka on sekiz yaşından küçük. Polislerin, üzerine attığı biber gazı fişeğini alıp iade ediyor.

İki: GMK Bulvarı üzerinde bir çocuk. En fazla on beş yaşında. Gece yarısı yaklaşıyor. Latinden ziyade runik diyebileceğimiz harflerle ve Türk runiğine uygun metodla, elindeki sivri taşı kullanarak kaldırımı oyup Başvekile küfür cümlesi yazmaya çalışıyor. Cep telefonu yok.

Üç: Millî Müdafaa Caddesi'nde bir grup polis. Mikdat’ın Allah’ı da mı diye sorulabileceğinden mutlaka habersiz, Allah Allah nidalarıyla saldırıyorlar.

Dört: Kumrular Sokağı’nda bir çocuk, en fazla yirmi yaşında. Başı yirmiye yakın polisin ayakları arasından ancak seçilebiliyor.

Selam

Çöplüğün daha çok patlayacağı muhakkak ve benim de bir diyeceğim olmalı değil mi?

Oxus’un kıyısından gelenlere, Oxus’un Türkçe’deki adına, o adın manalarına ve hususen ikinci manasının çoğuluna, mahsus selam ederim.