Sibel BAY'ın 16 Nisan 2025 tarihli yazısı: Beğenilme Kaygısının Yeni Adı: Sosyal Medya

İnsan, doğası gereği beğenilmek ister. Sevilmek, onaylanmak, takdir edilmek her dönemde önemliydi. Ancak dijital çağla birlikte bu ihtiyaç farklı bir biçime büründü. Artık insanlar onayı; bir bakıştan, bir sözcükten değil, sosyal medya platformlarında gelen beğeni, yorum ve takipçi sayısından alıyor. Beğenilme kaygısı yerini dijital bir rekabete bıraktı.

Bugün bir fotoğraf paylaşmadan önce “Acaba kaç beğeni alır?” diye düşünmeyen neredeyse kimse kalmadı. Bir kahve içmek, bir kitap okumak, bir yürüyüş yapmak bile yalnızca bir deneyim değil; aynı zamanda bir içerik üretme fırsatı olarak görülüyor. Anı yaşamak yerine, o anı paylaşma telaşı baskın hale geliyor.

Bu durum, özellikle gençler üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Herkesin en güzel halini sergilediği, en mutlu anlarını paylaştığı bu sanal dünyada, “yeterince iyi” hissetmek giderek zorlaşıyor. Gerçek hayatla dijital kimlik arasındaki fark açıldıkça, insanlar kendi gerçekliğini sorgular hale geliyor. Çünkü sosyal medyada görünür olmak, artık sadece iletişim kurmak değil; kabul görmek ve ait hissetmek anlamına geliyor.

Oysa beğeni sayısı ne kendimizi ne de hayatımızı ölçebilecek bir kriterdir. Bu sayılar, dijital dünyanın sunduğu geçici tatmin duygusundan ibarettir. Gerçek değer, kişinin kendine olan saygısında, iç huzurunda ve samimi ilişkilerinde gizlidir.

Sosyal medyanın hayatımızda önemli bir yeri olduğu tartışmasız. Ancak bu platformların bizi değil, bizim onları yönetmemiz gerekir. Beğenilme arzusu, insanın içinden gelir. Sosyal medya ise bu arzuyu besleyen bir araç olabilir ama onu tanımlayan bir ölçüt olmamalıdır.

Unutmayalım ki, en çok beğeni alan fotoğraf bile bir gerçeği yansıtmayabilir. Filtrelerin ardında saklanan hayatlar, dışarıdan ne kadar kusursuz görünse de, içten içe yalnızlık ve kaygı barındırabilir. Bu nedenle beğenilmek uğruna kendimiz olmaktan vazgeçmemeli, dijital dünyada kaybolmadan gerçek kimliğimizi koruyabilmeliyiz.