Sedat SADİOĞLU'nun 19 Nisan 2025 tarihli yazısı: HAYATIN BOYUTLARI-5/3: Düşünceler Üzerine-1
Gri Düşünenler
Bazı insanlara göre pek çok konu anlaşılır olmasına rağmen, farklı yorumlar getirilerek karmaşık hale getirilir. Böyle olunca da konular ve problemler çözülemez hale gelir. Hatta problemler katlanarak, tahmin edemediğimiz şekillerde karşımıza çıkabilir. Yangına, daha başlangıcında müdahale etmeyip, yangının her yere sarması örneği gibi. Bu olaya yol açanların çoğu bunu yaparken aslında insanların duygularından yararlanırlar. Belki de bunların çoğunda kasıt aranmayabilir. Bazen insanlar yanlışı görürler ve çözüme katkı yaparlar. Bazen de görmeyip veya görmemezlikten gelip çözümsüzlüğe bilerek göz yumarlar.
Başka bir örnekle açıklamak gerekirse, beyaz yada siyah bir renk söylenmesi gereken durumlarda, çözümün ‘gri’ şeklinde ifade edilmesi gibi. Burada beyaz pozitif durumları, siyah ise negatif durumları ifade etmektedir. Gri için ise bir açıklama yoktur. Gri, genellikle netlik olmayan durumlar için kullanılır.
Konulara ve olaylara duygusal yaklaşanlar da vardır. Onların da bu şekilde davranmalarının nedenleri şunlar olabilir;
· Kendisine ve etrafına karşı çıkarcı olmak
· Kendisini avantajlı duruma geçirmek
· Bilgisizlikten dolayı karar verememek
· Bilgisizlikten dolayı başkasının kararını onamak
· Hoş gözükmek ve idare etmek için, ‘ortaya yol’u seçmek
Doğru olanı, alnının akı gibi temiz olmak ve temiz kalmaktır…
Hayattaki Garip Destekler
Yeniçağ’da, Reform ve Rönesans devirlerinde Avrupa’nın birçok ülkesinde, zamanın mucitleri, bilim insanları ve sanatçıları, zenginler ve krallar tarafından korunmuşlardır. Bunlara ‘mesen’ denilmiştir. Bu mesenler, sanatçıların eserlerini satın almışlar, gösterişli binalar yaptırmışlar, saraylarını resim ve heykellerle süslemişlerdir. Bu soylu ve zenginler, sırf gösteriş veya rekabet için başladıkları bu uğraşlarında, farkında olmadan, sanat, bilim ve edebiyatın gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Koruyanlar (mesenler), bazen (çok fazla kazanmak için) keşiflere ortak olmuşlar, bazen laboratuvar imkânı sağlamışlar, bazen maddi destek sağlamışlar ve bazen de (şan-şöhret için) kütüphaneler kurmuşlardır.
Yapılan bir araştırmada, şuanda dünyada kullandığımız neredeyse tüm icat ve yenilikler, 1750 ila 1930 yılları arasındaki yaklaşık 180 yıl içerisinde tekâmül etmiştir. Sonraki bilgiler, bu temel üzerine inşa edilmiştir. Bu yüzden bu yıllar arasındaki bilim insanları, mucit ve sanatçılara, ‘çağını aşan’ anlamında ‘dahi’ denilmiştir.
Oysa Yeniçağ’da benzer destekler Türk ve Arap âleminde de varken, bizdeki dâhilerin sayısı çok az kalmıştır. Mevcutların da çoğu din, inşa işleri ve edebiyat alanlarında eserler vermişlerdir. Bununla birlikte, (yine de) birçok önemli Türk ve İslam bilim insanı yetişmiştir.
Türk ve Arap bilim insanları, mucit ve sanatçılar için koruyucu (hami) olanların, devlet adamları ve bizzat devlet olduğunu hatırlarsak, bu çağını aşmış değerli insanların (ne yazık ki) nasıl (hiç sıkıntıya düşmeden) memur gibi kaldıklarını anlamak zor olmayacaktır…
Hazır Cevaplılık
Hayatta bazen hazır cevap olmak, bizi o an için bazı sıkıntılardan kurtardığı gibi, zor duruma da sokabilir. Hazır cevaplılık aslında, ince zekâmızın da ön-plana çıkmasını sağlamaktadır. Bu hazır cevaplılığı kendimiz için kullanabileceğimiz gibi, başkası için de kullanabilirsek, o zaman bir taşla iki kuş vurmuş oluruz. Aşağıda, ders çıkartılabilecek türden bir kaç örnek yer almaktadır;
“Behlül Dânâ, Harun Reşit ile beraber av yaparken, Harun Reşit’in hedefi (kuşu) ıskaladığını görünce; ‘Büyük isabet oldu efendim’ der. Halifenin kendisine şaşkın ve kızgın baktığını görünce de sözünü hemen şöyle sürdürür; ‘Yani kuşun hayatı açısından isabet oldu.’ ”
“Zamane gençlerinden biri, bir toplantıda Milli Şairimiz Mehmet Akif’i güya küçük düşürmeye çalışıp:
-Siz baytardınız, değil mi? diye sormuş.
Akif, duruşunu bozmadan şu cevabı vermiş:
- Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?”
“Yargıç, hırsıza şöyle sorar:
- Söyle bakalım, soyduğun dükkâna nasıl girdin?
Hırsız, biraz düşündükten sonra soruyu şöyle yanıtlar:
- Efendim, ben buraya yargılanmaya mı, yoksa meslek sırrı vermeye mi geldim?”
Bazen de hazır cevaplılık olsun diye söylediğimiz sözler, başımızı derde sokabilir. Tarihte, sırf bu (gereksiz) hazır cevaplılığı yüzünden hapislere atılmış ve hatta boynu vurulmuş önemli kişiler olmuştur…
Düşünce Farklılığı
Bugün dünya üzerinde yaklaşık 7 milyar insanın yaşadığını biliyoruz. Bugüne kadar da, bir bu kadar insanın yaşayıp öldüğünü düşünürsek, yaklaşık 14 milyar farklı kişilikte ve düşüncede insan yaşamış/yaşıyor demektir.
Düşünce ve inanç farklılığının olduğunu bilmemize rağmen, kişi yada topluluklara yönelik ayrımcılık yapıldığını da görüyoruz. Bu ayrımcılık ve ayrışmalar artarsa, tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Tarih sadece, büyük ve uzun süren ekonomik savaşlara tanık olmamıştır, ırk ve inanç savaşlarına da sahne olmuştur. Hatta bu çatışmalar bugün, Uzak Doğu’da, Ortadoğu’da ve Afrika’da, maalesef sürerek (ve herkesin göz önünde) devam etmektedir.
Herkesi farklı yaratan yüce Allah isteseydi, sırf bu farklılıktan dolayı, insanları birbirine düşman edebilirdi. Ancak ne mutlu ki, insanlar bu şekilde yaratılmamışlardır. Her zaman ve her çağda, sağduyulu insanların sayısı çoğunluktadır ve halklar arasında düşünce ve inanç düşmanlığı pek yoktur. Devletlerarasında (politik ve maddi çıkarlar yüzünden) düşmanlıklar yaşansa bile, insanlar (halklar) arasında düşmanlıklara pek rastlanmaz.
1989 yılında Kanada’ya görevli gittiğimde, kısa süreli de olsa Kanada içerisinde birkaç seyahat yapma fırsatı buldum. O zaman gördüğüm ve beni çok etkileyen aşağıdaki hususları, dikkatinizi çekmek için değerlendirmelerinize sunuyorum;
· Kanada’da her tür ırktan ve inançtan insan birlikte ve kardeş gibi yaşıyor.
· Kanada’da yabancı düşmanlığı kelimesinin İngilizce karşılığı bilinmiyor ve okunuşu da hiç kimse tarafından söylenemiyor. (xenophobia)
· Kanada’da suç işlenme oranı az olduğu için, bazı yerlerde hapishaneler müze haline getiriliyor.
· Kanada’da canlıya (insan, hayvan ve hatta doğaya) en üst seviyelerde saygı gösteriliyor.
· Kanada’da kılık ve kıyafete karışılmıyor.
· Yerlere en küçük bir çöp bile atılmıyor.
· Kanada’da insanların yüzlerinden gülümseme, sabahları ağızlarından ‘good morning’ (günaydın), yoldaki aksiliklerde ise ‘sorry’ (pardon) eksik olmuyor.
· Kanada’da yaya geçidinden adımınızı yola attığınızda araçların hemen hepsi duruyor.
· Trafikte bir korna sesi bile duyulmuyor.
· Kanada’da hangi dinden olursa olsun, dindar insanlar, ‘zararsız insan’ olarak kabul ediliyor ve saygı görüyor.
Ne kadar medeniyiz ve ne kadar Müslümanız, varın gerisini siz düşünün…
Hayatın Servisi
Yukarıdaki başlığı okuyanlar, ‘hayatın servisi nedir?’ diyebilirler. Mümin Sekman, ‘limit-sizsiniz’ adlı kitabında servisin hayatla olan bağlantısını şöyle açıklıyor;
“Başımıza gelen olaylar hayatın size attığı servislerdir. Topu nereye atacağınızı hayat seçer ancak onu karşılama şeklini siz seçersiniz.”
Yazar burada, başımıza gelen olaylardan şikâyet etmektense, hayatın gerçekleri ile mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor. Mücadeleyi kişinin kendi sezgi, sabır, yetenek ve azmine bırakıyor. Sonuç olarak da, başarıya ulaşılacağına işaret ediyor. Benim yaklaşımım yukarıdakilerden biraz farklı olacak. Aslında ideal olanından bahsedeceğim. Şöyle ki;
“Başımıza gelen olaylar hayatın size attığı servislerdir. Topun nereye atılacağını yöneticileriniz seçer ancak onu karşılama şeklini siz seçersiniz.”
Bugün bazı gelişmiş ülkelerde (Örneğin, Kanada ve İskandinav ülkelerinde), doğacak çocuğun hayatının (hatta isminin) bile planlandığını duyuyoruz. Bu şanslı ülkelerde, sağlık olanakları ve özellikle çocuklar için okul ortamı hazır oluyor. İş kaygısı hiç yaşanmıyor çünkü devlet her şeyi düşünüyor. Durum böyle olunca da insan odaklı yaşam ön plana çıkıyor. Yani insan, devlet için çok önemli bir unsur olarak kabul ediliyor. Her şey insan için planlanıyor ve yapılıyor. Bu tip ülkeler için ekonomik yönden yaşam en üst düzeylerde olduğu için, insanların neredeyse tamamı mutlu ve huzurlu yaşayabiliyor, (hiç şüphesiz) ömürleri de uzun oluyor.
Avrupa’da yaşlı nüfusun fazla olmasında bu (doping etkisi yapan) pozitif etkileri de düşünmemiz gerekir…
Konumuzla ilgisinden dolayı, aşağıda henüz öğrendiğim ve notunu aldığım (okuyucu ile özellikle paylaşmak istediğim), Mustafa Kemal Atatürk’ün şu özdeyişine yer vermeden geçemeyeceğim;
“Eğitimde feda edilecek tek bir fert dahi yoktur!”
(NOT: 5/3. bölümün sonu…)