Sedat SADİOĞLU'nun 2 Mart 2025 tarihli yazısı: HAYATIN BOYUTLARI-3/4: Bazı Sosyal Değerlendirmeler Üzerine

Alçak Gönüllülük

Alçak gönüllülük, kelime anlamıyla ‘kibir’ ve ‘gurur’un karşıtıdır. Ancak, yetersizlik,  korkaklık ve güvensizlik de değildir. İnsanın kendini küçük görerek alçaltması da değildir. Alçak gönüllülük, İnsanın kendi değerlerini, yeteneklerini, olumlu ve olumsuz yanlarını bilerek; kendini olduğundan başka türlü görmemesi ve göstermeye kalkışmamasıdır.

Alçak gönüllülük, benlik tutkusundan kurtulmayı bilmek, gösterişe değil öze önem vermek, gereksizce övünmemek, övülmeyi de beklememektir. İnsanın gerçekten alçak gönüllü olabilmesi için önce kendisine, sonra da karşısındakilere karşı dürüst olması gerekir. Alçak gönüllü kişiler aynı zamanda mütevazı kişilerdir. Aşağıda alçak gönüllük adına yazılmış güzel sözlere bakalım;

·         Övülmek isterseniz, alçak gönüllülüğü yem olarak kullanabilirsiniz.  (Chesterfıeld)

·         Gerçekten alçak gönüllü olan bir insan, kendisinden hiç söz etmeyen insandır. (La Bruyere)

·         İnsan gururu yüzünden de alçak gönüllü olabilir. (Montaigne) 

·         Bir adamın gerçekten büyük olup olmadığını, onun alçak gönüllülüğünden anlayabilirsiniz. (Anonim)

·         Senden iyilere yerini vermesini bil. (Keble)

·         Alçak gönüllülük, gururun perhizidir. (Voltaire)

·         Alçak gönüllü insan, kendini hiç söz konusu etmez. (La Bruyere)

·         Alçak gönüllülük, kendi gerçek değerini anlamaktır. (Anatole France)

·         Kendi kendine alçalmayan kimse, başkası yanında yükselemez. (Servi)

·         Sizin mağfiret edileceğiniz en büyük ibadetlerin başında tevazu gelir. (Hz. Ali r.a.)

·         Tevazu içinde yürüdüğüm içindir ki, önümde bütün yollar açılıyor. (Goethe)

·         Tevazu ister cahilden, ister çocuktan gelsin, hakkı duyduğun vakit, ona boyun büküp kabul etmendir. (F.bin Iyaz)

·         Zafere ilave edilecek yegâne süs tevazudur. (Duclos)   (siirkolik.net sitesinden)

Doğru Söz

Burada bahsedeceğimiz doğru söz, ‘her doğrunun her yerde söylenmemesi’ üzerinedir. Yoksa insan zaten doğru sözlü olmalıdır ve insandan beklenen de budur. ‘Özü doğru, sözü doğru’ atasözümüz de bu amaçla söylenmiştir.

Ancak insan öyle zor durumlara düşebilir ki, doğru bildiği bir sözü söylemektense, söylememesi daha uygun olabilir. Bu, savaş sırasında esir düşenler için geçerliyken, karı-koca yada dostların arasının açılmaması için de geçerlidir.

Bazen de doğruyu söylemek yerine, tersini dile getirmek zorunda kalabiliriz. Örneğin, bir yakınımız çok hasta ve kötü durumda olsun, “Seni iyi gördüm”, “Bugün daha iyi görünüyorsun” diyebilmeliyiz. Bu, moral ve motivasyon için de mutlaka yapılmalıdır… 

Öz Değerlendirme

Kişinin kendisiyle iletişimi, insanın kendi içinde, kendisiyle kurduğu iletişimdir. İnsanın kendisiyle iletişimi için, "içsel iletişim" yada "öz iletişim" terimleri kullanılmaktadır. Günümüzde buna, “öz değerlendirme” de denilmektedir. Kişinin kendisiyle iletişimi, onun içsel iletişimidir. Kişinin kendi kendini motive ederek, ihtiyaçlarıyla kafasındaki kimliğini kavramasında yardımcı olan yol, kişinin kendi kendini sorgulaması, iç iletişim kurmasıdır. Kişinin; ihtiyaçlarının, değerlerinin, tutum, davranış ve yeteneklerinin farkına varması, düşündüklerini ve hissettiklerini kavramaya çalışması, kendisiyle geliştirdiği iç iletişimle mümkün olur. Bu bir anlamda, kişinin kendisini hesaba çekmesidir.

Kişinin kendi iç dünyası ile iletişimi; onun düşünmesi, hayal kurması, duygulanması, ihtiyaçlarının farkına varması, iç gözlem yapması veya kendine sorular sorarak, bunlara cevaplar aramasıdır. İnsanın iletişiminde içine yönelmesi, aynı zamanda, kendi iç dünyasını ilgilendiren psikolojik bir olaydır. Kişinin kendi kendini anlaması ve çeşitli duyu organları arasında gerekli ilişkileri kurabilmesiyle ilgilidir. Yemek ve içmek, insanın biyolojisi için ne anlama geliyorsa, iletişim de, insan psikolojisi için aynı anlama gelir. Üstelik kişinin kendisini hesaba çekmesini sıkça yapması gereklidir…”  (yenibirhedef.com sitesinden kısmen alıntı yapılmıştır)

Öz değerlendirme, aslında mükemmelliğe doğru giden bir yoldur. Bu yolu kullanarak, geliştirilmiş olan, insan odaklı sistemler bile vardır. Hiçbir zaman mükemmel ve kusursuz olamayız. Belki bu bir ideal olabilir. Ancak mükemmel olmaya çalışmak birinci amacımız olmasa da, enaz hata ile doğru yolda ilerlemeliyiz…

Bakış Açısı

“İnsanın dünyaya ve olaylara bakış açısı ne ise, karakter ve ruh yapısı da zamanla o düşünce çerçevesinde şekillenmeye başlar. Güzel olanı görmek, güzel düşünmeye zemin hazırladığı gibi, kötü olanı görmek de kötü düşünmeye zemin hazırlar. Kişinin karakter ve ruh yapısının şekillenmesinde düşünce ve uygulama, birbirini besleyen iki önemli unsurdur. Güzel olanı görmeye kendisini alıştırmış bir insan güzel uygulamalar ortaya koyar, dünyadaki olaylara pozitif yaklaşır. Bu ruh haliyle hareket eden insan hayatından lezzet alır. Aksine her şeyi kötü görmeye alışmış ve sürekli bardağın boş tarafına bakan bir insan, hiçbir zaman güzeli ve güzellikleri fark edemez, olumlu düşünemez. Böylece hayatın hakiki lezzetini de alamaz…”

(Faruk Çetin’in “Dilini Tutan Kurtuldu” Adlı kitabından kısmen alıntı yapılmıştır)

Yüksek ruh ve kusursuz karakterleri ortaya çıkaran en önemli güç, güzel düşünce ve temiz niyetlerdir. Böyle insanlar hayatları boyunca güzel hayat yaşadıkları gibi, çevrelerine de (bir gülün etrafa güzel kokusunu yayması gibi) pozitif enerji yayarlar…

Fazla, Daha Fazla

“Çok şeye sahip olmak kötü veya zararlı birşey değildir. Ancak, ‘sürekli daha fazlasına sahip olma’ arzusu, doyumsuzluk yaratır ve bunun sonu da yoktur. Daha fazlasını ve hatta daha da fazlasını isteriz.

Çevremizde birçok yeni ev alan arkadaşlarımız, dostlarımız yada akrabalarımız olmuştur. Çoğu metrekaresinin küçüklüğü, balkonunun olmayışı, balkonunun küçüklüğü, evin cephesi yada semtin konumuyla ilgili şikâyetlere başlar. Ve evi hemen değiştirmek veya iyi bir ev alınmasıyla ilgili planlar yaparlar.  Oysa ev henüz alınmıştır…”

(Dr. Richard Carlson’un ‘Ufak Şeyleri Dert Etmeyin’ adlı kitabından kısmen alıntı yapılmıştır)

Göründüğü kadarıyla ne yaparsak yapalım; yeni bir ev veya araba almak, güzel bir yemeğin keyfi, iyi bir ortak bulmak, yepyeni giysiler almak, hatta son derece itibarlı bir ödül kazanmak bile, bize bazen yeterli gelmeyebilir. Bu sinsi eğilimi yenmenin ilk yolu, kendinizi daha fazlasının, daha iyisinin olmadığına inandırmaktır. Sorunumuz ne olursa olsun, asıl sorunun sahip olduklarımızda değil, daha fazlasını arzu etmekte yattığını anlamalıyız.

Anadolu’da anlamlı bir özdeyiş vardır; ‘küçük şeylerden mutlu olmak.’ diye…İşte konunun özü budur. Bunu başarabilen insan, kendi iç dünyası ile de barışık olan insandır.  Ancak bu zordur, ancak imkânsız değildir. Günümüz için geçerli olan da (elbette bunu başaranlar için), ‘elimizdekilerle mutlu olmaktır.’ Mutluluğun yolu, elimizdekilerin kıymetini bilmekten geçmektedir…

Pozitif (Olumlu) Bakış

“Bir gazeteci, aynı işi yapan iki inşaat işçisine gitmiş ve bir anket sorusu sormuş: “Burada ne yapıyorsunuz?” Birinci işçi, çok az ücretle köle gibi çalıştığından, bütün gününü tuğla parçalarını üst üste yerleştirmekle heba ettiğinden yakınmış. Gazeteci aynı soruyu ikinci işçiye yöneltmiş, işçinin cevabı çok farklıymış. “Ben dünyanın en talihli insanıyım” demiş ve sözünün devamında; “Birbirinden güzel ve önemli mimarlık şaheserlerinin yaratılmasında rol oynuyorum. Bu tuğla parçalarının, eşsiz sanat eserlerine dönüşmesine yardımcı oluyorum” demiş.”  (Dr. Richard Carlson’un ‘Ufak Şeyleri Dert Etmeyin’ adlı kitabından kısmen alıntı yapılmıştır)

Her iki işçi de haklıdır. Gerçek şudur ki, biz hayattan ne istersek onu görürüz. Eğer çirkinlik ararsanız fazlasıyla bulabilirsiniz. Amacınız çevrenizde, insanlarda, işinizde, bütün dünyada kusur bulmaksa, hiç zorluk çekmeden bulursunuz. Ancak, inşaat işçisinin, dizdiği tuğlalardaki görkemli bir yapıyı da görebilirsiniz. Mesele bunu sizin de görüp, evrendeki yaradılışın kusursuzluğunu, doğadaki olağanüstü güzelliği, insan yaşamındaki inanılmaz mucizeyi görebiliyor olmanızdır. Bence bu tümüyle bir niyet meselesidir. Şükredeceğimiz, hayranlıkla bakacağımız o kadar çok şey var ki, önemli olan bunları görebilmektir. Hayatın kendisi zaten çok değerlidir ve olağanüstüdür. Dikkatimizi bu güzelliklere verdiğimiz anda, küçük ve olağan bulduğumuz şeyler yepyeni bir anlam kazanacaktır...

Sorumluluk

Bazı uzmanların ve filozofların, sorumluluğun kapsamı konusunda ileri attıkları bir açıklamaları vardır. Bu; ‘Yaptıklarımız kadar, yapmadıklarımızdan ve yapamadıklarımızdan da sorumluyuz. ’ 

Yapamadıklarımızdan belki sorumlu olamayız, ancak sonuçları bizi olumsuz etkileyebilir.

Sorumluluk, kişiye yüklenen ‘vicdani’ bir görevdir. Bu görevin çeşidi ne olursa olsun, ya verildiği andan itibaren yada insanın aklı erdiğinden itibaren başlar. Yani sorumluluk anlayışı herkese verilen bir çeşit görevdir. Aileye karşı sorumluluk, okulda sorumluluk, işte sorumluluk, Allah’a karşı sorumluluk, emanete karşı sorumluluk, gibi önemli olanlarını sayabiliriz. Ancak sorumlu iken, yapmamız gereken ancak yapmadıklarımız vardır. Bunlar genellikle, ertelediğimiz, sonraya bıraktığımız, üşendiğimiz ve yapmadığımız şeylerdir. Bunların sonucunda ve her durumda ortaya çıkabilecek sorunlardan da, (dolaylı da olsa) birinci derece biz sorumlu oluruz.

Şunları sık sık duyarız, ‘Keşke şunu yapsaydım!’,  ‘Keşke şunu yapmasaydım!’ veya ‘Şimdiki aklım olsaydı…’ Pişman olmamak, zor durumda kalmamak, zarara uğramamak istiyorsak, sorumluluklarımızın gereğini, gerektiği gibi yerine getirmeliyiz…

(NOT: 3/4. bölümün sonu…)