Sedat SADİOĞLU'nun 27 Nisan 2025 tarihli köşe yazısı: HAYATIN BOYUTLARI-5/4: Düşünceler Üzerine-2

Kendin Olmak

“ Hayatta başarılı olmaktan daha üstün bir tek değer varsa, o da kendin olabilmektir. “ (Mümin Sekman ‘limit sizsiniz’ adlı kitabından kısmen alıntı yapılmıştır)

Yazar bu ifadesini; tavuk yumurtalarının içine (kazayla) düşen bir kartal yumurtasının başına gelenlerle açıklıyor. Yavru kartal büyüyor, ancak küçüklüğünden beri civcivlerle yaşadığı için, kendisinde bir türlü uçma cesareti bulamıyor, uçmayı bile denemiyor ve sonuçta kendisini iri bir horoz gibi görüyor ve öyle de kalıyor.

İnsan yaradılışı itibariyle zaten birçok artılarla doğar. Bu artıların başında akıl ve sağlıklı bir vücut gelir. Akıllı ve sağlıklı bir insanın yolu açık demektir. Aile, okul, çevre (toplum) ve çabasının da yardımıyla adeta istediği her şeyi yapabilir. Önemli olan kendine güven, azim, sabır, beceri ve dürüstçe çalışmaktır.

İnsan şüphesiz tek başına bir değerdir. Hatta bir potansiyeldir. Kişi potansiyelini harekete geçirmeli ve faydalı eyleme dönüştürmelidir. İnsan için beklenen de zaten bu değil midir…!

Başarının Matematiği

Bir girişimci olmak isteyen insan, bir yanlışın bir doğruyu götürdüğünü göze alır. Çok yanlış yapsa da bu onu yıldırmaz, birden fazla yanlış yapsa da sonunda zorlukların üstesinden gelir. Zaten başarılı girişimci de budur. Bu açıdan bakıldığında, insanları girişimlerinden dolayı iki gruba ayırmak yanlış olmaz;

Birinci grup; Hayatta temkinli, ağır ve biraz da çekingen olan girişimciler. Bunların tipik özellikleri şöyledir;

  • Çok hata yapmamaya dikkat ederler
  • Çok risk almazlar
  • Çok aceleci değillerdir
  • Çok ısrarcı olmazlar
  • Çok büyük hedeflerin peşinde koşmazlar
  • Az hata yaparlar
  • Hatalarından sağlıklı bir sonuç çıkartmaları zaman alır
  • Bunlar için bir yanlış, bir doğruyu götürür

İkinci grup; Hayatta başarıya odaklanan ve gerçek girişimci olmak isteyenler. Bunların tipik özellikleri şöyledir;

· Rüyaları projelerle doludur

· Her yanlıştan ders çıkartırlar

· Fazla risk alırlar

· Çok acelecidirler

· Israrcı olurlar

· Büyük hedefleri vardır

· Çok hata yaparlar

· Hatalarından hemen (sonrası için faydalı) dersler çıkarırlar

· Bunlar için dört yanlış, bir doğruyu götürür

Sizce ikinci grubun şansı 4 kat daha yüksek değil mi…!

Saygı Göstergesi

Kaldırımda yürürken hiç grup halinde insanların, üzerinize geldikleri oldu mu? Çok olmuştur.

Yurtdışında bulunmuş olanlar bilirler, özellikle gelişmiş ülkelerde böyle bir şey göremezsiniz. Çünkü bilirler ki, tanımadıkları bile olsa, en basit saygı yollarda başlar. Ben Kanada’da bulunmuş birisi olarak, bu saygıyı bizzat gözlemlemiş durumdayım. Bir de ısrarla kaldırımın solundan giden insanlar var ki, (bu insanları) anlayamıyorum! Günümüzde (ve normal şartlarda) her türlü trafiğin sağdan işlediğini bilmeyen var mı? Ancak cevabı, gelişmiş ülkelerdeki örneklerden çıkarmak gerekir. Bencilliğin, umursamazlığın, boş vermişliğin, inatçılığın ve cahilliğin adı günümüzde (ne yazık ki) ‘uyanıklık’ olmuştur…

Anlayış

Halk arasında yaygın olarak kullanılan bazı sözler vardır;

· Yaralı kuşa taş atılmaz.

· Yaralı aslana kurşun sıkılmaz.

· Aman dileyene silah doğrultulmaz.

· Düşene vurulmaz.

Bu deyişlerdeki ortak bileşen, ‘güçsüzlüğü’ vurgulamalarıdır.

Bu deyişlerin, aslında ‘anlayışla, algılamayla’ ilgisi vardır. Yoksa ‘yaralının iyileşmesi beklenir sonra öldürülebilir’ anlamında değildir. Onun adı ‘gaddarlık’ olur. Önemli olan yardım etmektir. Bir nedenden dolayı, bunalıma, sıkıntıya, derde ve zora düşmüş insanlar için kullanılan bu deyişler, aslında (özünde) yardımlaşmayı da çağrıştırır. Çünkü yaralar sarılmalıdır. Eğer kişi tek başına yaralarını saramıyorsa, o zaman devreye başka insanlar girer. Bu da yardımlaşmadır, dayanışmadır, imecedir, vb. insani (ve toplumsal) duygulardır…

Değer Yargısı

Değer yargısı, ‘Bir değerlendirme getiren yargıdır.’ diyebiliriz. Değer yargılarımız için bir şiirsel hatırlatma yapalım;

İnsan sevdiği için mücadele ederse;

-Buna değer,

İnsan kazanmak için çaba gösterirse;

-Buna değer,

İnsan mutlu olmak için yola çıkarsa;

-Buna değer,

İnsan görmek için detaylara inerse;

-Buna değer,

İnsan pozitif olmak için gülerse;

-Buna değer,

İnsan ‘insan gibi’ yaşamak isterse;

-Buna değer…

Yel Değirmenleri

“Yel değirmenleriyle savaşmak; İnsanın doğru bildiği yolda devam etmesidir, bildiği doğrular için savaşmasıdır ve bu bir yaşam biçimidir.’ İnsan adeta kendisini her yanlışı, her kötüyü düzeltmekle yükümlü hisseder. Yel değirmenleriyle savaşmak üzüntülerin, kederlerin, travmaların yaşanacağını bile bile ‘belki durumu düzeltirim’ diye insanın kendisini feda etmesidir. Çünkü bazı insanlar böyle yetiştirilmiş, böyle eğitilmişlerdir.

Yel değirmenleriyle savaşmak; mutsuzlukları ve haksızlıkları ortadan kaldırmak için gece gündüz didinmektir. Hiç kimse üzülmesin, kimsenin yüzünde keder, gözlerinde yaş olmasın, diye kendini helak etmektir. Oysa işin en kötü yanı, bu savaş akıntıya kürek çekmek, elekle su taşımak gibidir. Haksızlıklar, hatalar, kederler, yanlışlıklar kesilen her başın yerine üç baş daha oluşturan dev ejderhalar gibidirler. Yaptığınız her mücadele ardı sıra yeni mücadeleler getirir. Asıl mücadele ise kendi içinizdeki yel değirmenleriyle savaşmaktır ki; işte asıl risk buradadır, ya tükenir çökersiniz, yada (tam tersine) güçlenirsiniz. İçinizdeki yel değirmenleri ise; zaaflarınız, benliğiniz, zayıflıklarınız, güçsüzlükleriniz, kıskançlıklarınız, hırslarınız ve eksiklik yada fazlalıklarınız, başkaları tarafından kullanılabilir olmanız ve daha nice nice insanı insan yapan özelliklerinizdir.”

İşte bu mücadeleleri kazanmak, iğneyle kuyu kazmak kadar zordur. Kendi içinizde yaptığınız savaştan galip ayrılırsanız, sizin için yeryüzünde kazanılamayacak yel değirmeni savaşı yoktur… (‘eksisozluk.com’ sitesinden kısmen alıntı yapılmıştır)

Korkuyla Karışık Öfke

“Ünlü Delhi Sultanı Muhammed Tuğlak Han, yüksek duvarlı sarayında yaşarken, geceleri duvarların üzerinden (sürekli) atılan mektuplar bulur. Bu mektupların içeriğinde halkın memnuniyetsizliği vardır. Ayrıca, hakaret ve tehdit dolu sözler de yazılıdır. Mektuplar o kadar çoktur ki, saymakla bitmez. Sultan bu duruma çok kızar, öfkelenir. Bunun üzerine, o zamanların en büyük şehirlerinden olan Delhi’de taş üstünde taş bırakmamaya karar verir. Bir hükümdar olarak, adalete çok önem verdiğinden(!), şehirde yaşayanların hepsinin evlerini satın alır. Sonra onlara, kendine başkent yapmak istediği ve oldukça uzak bir şehir olan Daulatabad’a gitmeleri buyruğunu verir. Delhi’de yaşayanlar buyruğu dinlemezler, bunun üzerine Sultan, çığırtkanları aracılığıyla insanlara üç gün süre verir. Büyük çoğunluğu korkudan Delhi’yi terk etse de, bazıları evlerini terk etmez ve saklanır. Sultan şehri didik didik arattırır ve biri kör diğeri topal iki adam yakalar. Sultan ikisini de öldürtür. Diğer saklananlar da, korkularından her şeylerini bırakıp kaçarlar. Şehir bomboş kalır ve Sultan derhal yıkıma başlar. Yıkım o kadar şiddetlidir ki, aktarılanlara göre, civarda kedi köpek bile kalmaz. Bir gece, sarayın damına çıkan Sultan, hiçbir ateşin, baca dumanının ve ışığın görünmediği Delhi’ye baktıktan sonra şöyle der;

- Şimdi artık içim rahat ve öfkem de yatıştı...”

(İbni Batuta’nın ‘Seyahatnamesinden’ kısmen alıntı yapılmıştır.)

1300’lü yılların artasında vuku bulan bu olayın sonunda Sultan’ın pişman olduğu ve gidenleri geri çağırdığı yazılıysa da, pek çoğu geri (hiç) dönmemiştir…

(NOT: 5/4. bölümün sonu…)