Sedat SADİOĞLU'nun 24 Mart 2025 tarihli yazısı: HAYATIN BOYUTLARI-4/3:  Sosyal Hayat Üzerine

Yaşam Işığı

“Yaşam benim için küçük bir mum değildir. O elimde tuttuğum muhteşem bir meşale gibidir ve onu gelecek nesillere geçirmeden önce olabildiğince çok ışık saçmasını istiyorum.”  (George Bernard Shaw)

Gelecek nesillere neler bırakabiliriz? Bu soruyu eskiden (çok değil, daha 30 yıl önce) sormuş olsaydık, alacağımız cevabın çoğunluğu ‘mal-mülk’ olurdu. Ancak günümüzde bu sorunun yanıtı artık yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Geleceğe bırakmamız gereken en önemli şey, artık ‘birikimlerimiz’dir. Bu birikimler tabi ki, sadece miras değildir. Bu birikimler;

·         Aktarılan bilgiler

·         Örnek eserler

·         Örnek davranışlar

·         Örnek bağışlar

·         Örnek yaşantılar

·         Paylaşılabilen güleryüz

·         Paylaşılan sevgiler

·         Paylaşılan organ bağışlarıdır...

Hayatın Direksiyonu

Sanıyorum ‘Hayatın direksiyonu’ diye bir söz duymuşsunuzdur. Şimdi biz bunu soru haline getirip, cevap arayalım.  ‘Hayatın direksiyonu var mıdır?’

Evet, hayat başıboş ve rastgele giden bir gemi değildir. Bazı bilge kitaplarda, hayatın bir gemiye benzetildiği de söylenir. İki eliyle dümene ve koca gemiye hakim olan, azgın suları dize getiren, gemiyi batmadan rotasında yüzdürebilen insan, hiç şüphesiz hayata da yön verebilir. Bu ister kendi hayatı olsun, ister başkasının hayatı olsun.

Bunun zıttı da olabilir. İnsan direksiyon hâkimiyetini kaybederse, o zaman hayatın kontrolünü de kaybetmiş olur. Öyle ki, insanoğlunun aşırı hırsları sonucunda 3. Dünya Savaşı’nı da görebiliriz, el ele verip güçlü ve güzel bir dünya barışını da görebiliriz…

Hayatın Kutupları

‘Yaşamda pozitif olmak’ diye bir tabir vardır. Burada kastedilen, benzer düşünce yapısına sahip insanların birbirini mıknatıs gibi çekmesidir. Pozitif yaşantı, görünmeyen bir çekim gücü gibidir ve pozitif insanları birbirine çeker. Mıknatısın da aynı yaşam gibi eksi ve artı kutupları (uçları) vardır. Oysa mıknatıstaki ‘artı ile artı’, yani benzer kutuplar birbirini çekmez, iter. Bu, ‘eksi ile eksi’ kutuplar için de geçerlidir, onlar da birbirini iter. Anlaşılacağı gibi, mıknatısın tam tersi bir durum söz konusudur. Toplum, pozitif insanların bir arada bulunduğu sağlıklı bir yapıya ihtiyaç duyar. Zaten olması gereken, istenen ve beklenen de budur… 

Hayatta Ortalama

‘Hayatta ortalama olmak’ diye bir tabir vardır. ‘Sıradanlığın’ ifadesi olan ortalamanın Arapça karşılığı da ‘vasati’dir. Kibrit kullananlar bilir, kibrit kutularının üzerinde ‘vasati 40 çöp’ yazar. Ben, küçükken bunu merak eder, kutuları açar çöpleri tek tek sayardım. Çoğu zaman 38–39 çöp çıkardı. Arada 40 çöp çıktığı da olurdu. Hatırladığım kadarıyla, kutuları elimize alır sallardık, çok ses çıkarsa seyrek yani az, ses gelmiyorsa dolu olurlardı.

‘Hayatta ortalama’ mı olmalı yoksa ‘ortalama bir hayat’ mı yaşamalı siz karar verin…

Hedeflerimiz             

“Hedefleriniz olmadığında, hayata yön veremezsiniz. Annenizi veya babanızı suçlarsınız, karınızı suçlarsınız, şansınızı suçlarsınız, patronunuzu suçlarsınız, hükümeti suçlarsınız ve en nihayetinde kaderi suçlarsınız. İçinizdeki boşluk hissi de büyür. Ancak hedefleriniz ya da amaçlarınız varsa, hayat size heyecan verir. Özellikle hedefler hayata bir derinlik ve bir anlam katar. Eğer hedefler iyi belirlenemezse, hayatınız rutinleşir. Her aştığınız zorluk ise karşınıza tekrar tekrar gelir. Ayrıca hedefler, fırsatları görmemizi de sağlar.” (Cengiz Erşahin’in ‘Zorluklara Karşı Kendini Ateşle’ adlı kitabından kısmen alıntı yapılmıştır)

Hedeflere, sportif faaliyetlerden örnek verirsek, futbolcu olmak isteyen bir genç, önce bunun eğitimini almak için girişimde bulunur. Kendisine uygun bir kulüp bulur. Başlangıç hedefi futbolu öğrenmektir. Eğer yetenekli ise kendine takımda yer bulmaya çalışır.  Belki başkaları tarafından fark edilebilir ve daha büyük takımlara gidebilir. Günümüz başarılı sporcuları da bu aşamalardan geçerek hedeflerine ulaşmışlardır…

Bir Fıkra : Geçtik Mu Sinuru?

“Temel, Fadime ve İdris arabayla sınır kapısına doğru giderken, bir polis kontrolünde durdurulmuşlar. Polis;

- Merhaba efendim, bugün emniyet kemeri takan günün 100. sürücüsü sizsiniz. Bu yüzden size bir para ödülümüz olacak. Der ve 500 Liralık para ödülünü verir. Arkasından da Temel’e sorar;

- Bu parayı ne yapacaksınız? 

Temel;

-Hemen cidüp ehliyet alacagum.

Polis;

-Yahu senin ehliyetin yok mu?  Deyince, Fadime;

- Siz onun kusuruna bakmayın memur bey, bu içince hep böyle sapıtıyor. Deyince memur sinirlenmiş ve tam o sırada İdris lafa atlamış;

- Ula ben size demedum mi, çalıntı arabayla yola çıkmayalım diye. Deyince memurun kızgınlığı yerini şaşkınlığa bırakmış. O sırada, arabanın bagajından bir ses duyulmuş; 

- Ne oldu uşaklar, geçtik mu sinuru?”

Uzayan Kol

Başarı, kişisel gelişim konusu olmakla birlikte, toplum algısıyla ve beklentileriyle paralel gelişir. Başarı nasıl şekil değiştirip, toplumlarda hatalı sonuçlara ulaşabiliyorsa bazen de sevindirici olur. Bunu, aşağıdaki ifadeyi okuyunca daha iyi anlayabiliriz;

“Bizde başarılıları sevmekten daha çok, sevdiklerimizi daha başarılı kılan bir anlayış vardır.”

Ancak, aşağıdaki gibi yanlış söyleyişler de vardır;

·         ‘Uzayan kol bizden olsun.’
·         ‘Her koyun kendi bacağından asılır.’
·         ‘Ne kadar ekmek, o kadar köfte’
·         ‘Aç ayı oynamaz.’
Böyle olunca da, gerçek hak sahipleri, alnının hakkıyla bir yerlere gelmiş olanlar, derecelere girerek başarılarını ispatlamış olanlar çok kolay harcanır. Devreye, iltimas, adam kayırma, koruma, rüşvet, vb. faktörler girer. Harcanan bizim emeğimiz ve dürüst insanımız olur. Gelişemeyişimizin nedenleri arasında bunları da sorgulamamız gerekir…

Gezen Tilki

Bir kişisel gelişim uzmanının kitabında, ‘hayat eylemi ödüllendirir’ şeklinde bir ifadeyle karşılaşınca, aklıma tilki ve aslanın hikâyesi geldi. Bazen hayvanların hayatından da çıkarımlar yaparız. La Fontaine’in konuşturduğu hayvanların hepsi birer hayat dersidir. Belki en ünlüsü ve bilineni ‘Tilki ve Aslan’ hikâyesidir.  Ancak ben sizlere hikâyeyi değil, hikâye sonunda söylenmiş özdeyişi yazacağım. Yazar hikâyenin bitiminde;

‘Gezen tilki, yatan aslandan evladır.’ diyor. Haklıdır da!

Yaban hayatıyla ilgili belgesellerde aslanların hayatı hep dikkatimi çekmiştir (özellikle de dişi aslanların hayatları). Sadece dişilerinin avlandığı, aileyi ayakta tuttuğu zor bir yaşamdan bahsediyorum. Aslanlar aslında bulundukları bölgeyi fazla değiştirmiyorlar. Otçul hayvanlarla beslendikleri için, onların bulundukları bölgelerde yaşıyorlar. Erkek aslanlar ise biraz büyüyünce kendi başlarına kalıyorlar ve adeta sürüden kovuluyorlar. Dişilerin av bulamadığı açlık zamanlarında veya tehlike anlarında ortaya çıkıyorlar ve yardıma geliyorlar. Sürülerin çevrelerinde yaşıyor ve sürüyü koruyorlar. Bazen ağırlıkları sayesinde avlarını yere düşürüyorlar. Bir erkek aslan tek başına fazla yaşayamıyor. Çünkü ağırlığı ve büyük kafa yapısı onun koşmasını engelliyor. Beslenmek için dişilerin yakaladığı avlara ihtiyaç duyuyorlar. Eğer yaralanmışsa veya uzun süre aç kalmışsa ölüyorlar. Dişi aslanların ölüm şekilleri de aynı olmakla birlikte, onlar daha kalabalık, dayanışma, mücadele ve iş birliği içinde yaşadıkları için ömürleri daha uzun oluyor.

Oysa tilki ve akrabası olan çakallar, aslanların yakınlarında dolaşma tehlikesine rağmen, av sıkıntısı çekmiyorlar. Çevik yapıda oldukları için de tehlikelerden rahatça kaçabiliyorlar. Üstelik av seçmiyorlar ve sürekli gezinti halinde oluyorlar. Böylece aç kalmıyorlar ve çok daha uzun yaşayabiliyorlar…

(NOT: 4/3. bölümün sonu…)