Sedat SADİOĞLU'nun 15 Mart 2025 tarihli yazısı: HAYATIN BOYUTLARI-4/2: İnsan Üzerine

İnsan 

Ülkemizde, ‘sibernetik’ (Canlı ve cansız tüm karmaşık sistemlerin denetlenmesi ve yönetilmesini inceleyen bilim dalı, tam otomasyon) konusunda kitapları olan Toygar Akman’ın ‘5. Boyut’ adlı kitabından bahsedeceğim. Yazar insanı ele alarak, insan aklının bir çeşit boyut olduğunu ve hatta ileri giderek aklın ‘5.boyut’ olabileceği fikrini ortaya atmaktadır. Bilindiği gibi buna benzer bir görüş Albert Einstein’ın boyut kavramında da yer almaktadır. Buradan şöyle bir anlam çıkmaktadır; insanoğlu konulara öylesine bir yaklaşım içinde bulunuyor ki, konuyu sadece enine boyuna değil, hislerini ve analizini de katarak çok boyutlu değerlendirebilmektedir. Düşünme, düşünürken analiz etme (muhakeme), insanı öyle boyutlarda ve dünyalarda dolaştırır ki, insan kendisine bile şaşırabilir.

‘Boyut’, kelime anlamı itibariyle; ‘Bir cismin herhangi bir yöndeki uzanımı, kapsamı, durumu’ anlamına gelmektedir. Boyut kavramı, anlaşılması zor gözükse de, kısaca aklın bilinen, düşünme sınırlarını aşan bir durumu olduğu söylenebilir. Aklın ötesine geçmek (dahilik) ve bunu başarabilmek, böyle bir yetenek olsa olsa bir Allah vergisidir. Belki bir ayrıcalık ve belki kullanabildiğimiz ölçüde kontrolü elimizde olacak bir güçtür. Tarihte bu gücünü kötü amaçları ve istekleri için kullanan pek çok ünlü hükümdar ve devlet adamı vardır. Hatta daha ileri giden dahiler ve bilim insanları olmuştur.

Günümüzde insanın gelişimi ve sağlığı için yapılan bilimsel çalışmalar, baş döndürücü bir hızla devam etmektedir. Diğer yandan bu çalışmalar, tıp dalının ilerlemesiyle başka türlü araştırmalara da yerini bırakmaktadır. Daha ileriye giden bazı araştırmalar bile vardır. Örneğin, ‘Gen mühendisliği’ bu sözüm ona ‘dâhilerin’ DNA’larını araştırıp, kötü genlerin teşhisinde kullanmaktadırlar. Hatta bu konuda bir hayli yol alındığı söylenmektedir. Bu çalışmaların içinde daha zeki, keşfeden ve ancak zararsız düşünceler taşıyan çalışmalar da vardır.  Düşüncenin bir güç olduğunu, düşünce gücü üzerine araştırma yapan pek çok bilim insanı kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Onların bu düşüncelerine inanan olduğu kadar inanmayan da vardır. Rusya, yıllardır akademik seviyede eğitim veren parapsikoloji (genel olarak, insanın olağanüstü yetenekleri ve ruhsal gücünün araştırılması ve incelenmesi) bilim dalını kurmuştur. Buralarda ne tür eğitimlerin verildiğini ve ne seviyelere ulaşıldığını, bilim çevrelerinde şimdilik bilinmemektedir. Benzer çalışmalar Amerika Birleşik Devletleri’nde de sürdürülmektedir. Ancak, beyin gücünün nasıl kullanılması ve yönetilmesi üzerine somut sonuçlara henüz ulaşılamamıştır. Bu da uğraşılan konunun yani insan beyninin, o kadar kolay anlaşılacak bir yapıda olmadığını göstermektedir.

İnsanın, yaratılan varlıklar ve canlılar içerisinde mükemmel olan tek yönünün ‘düşünmesi’ olduğunu biliyoruz. Yani kısaca ‘akıl’ denen bu özellik bize bir hediye olarak verilmiştir. Biz akıllı varlıklar yani insanlar bu özelliğimizi önce kendimiz, sonra başkaları için kullanırız. Eğer iyi kullanmazsak, birinci yönümüz bencilliğe kadar varabilir. İyi kullanırsak, ikinci yönümüz toplumsallığa kadar ulaşabilir. Bize düşen görev, bu ikinci yönümüzü güçlendirmektir. Çünkü insan, ancak o zaman insandır…

EN ÇOK

VAZGEÇİLEBİLİR ve ESNEK KURALLAR

VAZGEÇİLMEZ, BİLİMSEL ve KABUL GÖRMÜŞ KURALLAR

KURALLAR

İNSANIN KENDİ DOĞRULARI

DOĞRULAR

OLMASI GEREKEN, KABUL GÖRMÜŞ ve STANDART DOĞRULAR

İLERLEME

(İNSANIN KENDİNİ AŞMASI)

(Sedat Sadioğlu’nun, ‘Kalitenin Boyutları’ adlı kitabından kısmen alıntı yapılmıştır)

Günümüz insanları kendisini bir üretim-tüketim çarkı içinde görmeye başlamıştır. Hatta bu olgunun bir parçası olarak düşünür duruma gelmiştir. İnsan boyutları için çarkın elemanları, çarkın kendisi veya karşı çarklar fazla fark etmez. Çünkü çarktan herkes etkilenmektedir. Kısaca, yaşamın belirli saatlerinde uyanan, giyinen, ulaşan, çalışan, tartışan, üreten, tüketen, eğlenen ve vaktini geçiren bizler, aslında farkında olmadan bir sistemin parçasıyız. Bakış açıları değişmekle birlikte, gerçek olan sadece bu sitemin işleyişidir. Bu sistem önceden de işliyordu, şimdi de işliyor. Belki uzun bir süre daha böyle işleyeceğe benziyor.

Yöntemler, hedefler, planlar, programlar ve uğraşlar ne olursa olsun, amaç tek olmalıdır, yani ‘insan’ olmalıdır. İnsanın, düştüğü ya da düşmesi olası her hata, tuzak, zorluk ve karanlık noktalar aşılmalıdır. Toplumun üstün bireyi olan insan, tek başına her aşamayı geçemez. Geçse bile, bu aşamaları geçerken zorlanabilir. Aşamaların hızlı ve sağlıklı adımlarla aşılması, ancak birlikte mümkün olabilir. Şimdi sizlere Kur’an’dan bir örnek vereceğim;

“Kur’an’da, nâs ve insan kelimelerinin anlam ve mahiyeti, bilmeye ve anlamaya çalıştığım kadarıyla şunlardır;  

‘Nâs’, insan kelimesinin çoğuludur. İnsanlar, halk, ahali demektir. Kur’an-ı Kerim'de 240 yerde geçer. ‘İnsan’ ve aynı anlamdaki ins ve ünâs sözcükleri de 88 ayette geçer. İnsan kelimesinin sözlük anlamına gelince; İnsan kelimesinin, kendinden türediği kök olarak iki sözcükten bahsedilir; bunlardan biri üns kelimesidir. Üns, ünsiyet; yakınlık demektir. Bu yakınlık, bir yandan hemcinsleriyle (bir arada yaşama ihtiyacından) birlikte yaşama yakınlığını, bir yandan da bütün varlıkların üstünde olan yakınlığını ifade eder.

İnsan kelimesinin, bir de nesy (unutmak)  fiilinden geldiği söylenir. Bu durumda insan, unutkan demektir. Kuran’da insandan (Âdem) söz edilirken, “Andolsun, önceden Âdem’e ahid verdik de unuttu ve onu azim sahibi bulmadık.” (20/Tâhâ, 115.Ayet) buyrulur.

İnsan kimdir? Nasıl bir varlıktır? Yeryüzüne nereden gelmiştir? İnsan nereye doğru gitmektedir? İnsanın bu dünyada görev ve sorumlulukları nelerdir? Gibi sorular insan aklını her zaman meşgul eden sorulardır. Felsefi akımlar, dünya görüşleri, …izmler, bu sorulara cevap vermek zorunda kalmışlar, her biri fiilin tümünü değil, ancak bir yönünü görebilmiştir.”  (ihya.org sitesinden kısmen alıntı yapılmıştır)

İstek

“İstek, havadaki enerji ve ateşten yayılan sıcaklıktır. Yaşayan her şeye de nefes verir.”                                             A.B.Zu Tavern

Yazar, bütün başarılı insanları ateşleyen şeyin, içerlerindeki bir çeşit elektrik olduğunu vurguluyor ve devam ediyor;

“Yeterli beceriniz, eğitiminiz ve tecrübeniz olabilir. Şimdi bu değerlere bir de ‘isteği’ ekleyin ve gerçekten durdurulamaz biri olun.” diyor.

Keşke her yazılan, söylenen gibi çıksa ve biz de pek çok sorun ya da sıkıntılarımızı kolayca çözebilsek. Çözmeyi neden istiyoruz? Çünkü geleceğe yaşanacak bir dünya bırakmak istiyoruz. Az problemli bir hayat istiyoruz, başarı dolu insanlar görmek istiyoruz, gerisi ise elektriğinize kalmış…

Var Olmak

‘Yokluk içinden var olmak’ diye bir deyim vardır. Birçok insan, bilim insanı, mucit, edebiyatçı, sanatçı, vb. yokluklar içerisinde iken hedeflerine ulaşmışlardır. Belki yaşarken meşhur olamamışlar, makam sahibi olamamışlar, varlıklı olamamışlar, hastalık ve yalnızlıkla baş başa kalmışlar, ödül alamamışlar ve yaşadıkları devirlerde gerekli değeri görememişlerdir. Hatta horlanan, dışlanan, hain sayılan, ülkeden kovulan veya kaçmak zorunda kalanlar, öldürülenler bile olmuştur. Ancak tarih, onların bu emeklerine gereken saygıyı göstermiştir. Bu değerli insanların hayatlarını anlatan kitaplar yazılmış, filmler, belgeseller yapılmıştır. Atatürk’ün hayatını bilmeyen var mı? Hangi zorluklardan geçerek, ülkenin kurtuluşunu sağladı? Adeta yoktan bir ulus var etti. Dünyada Atatürk’ün hayatı gibi başka bir hayat var mı? Bu durum milletler için de geçerlidir. Eski devirlerdeki Türk devletlerinin kuruluşları-yıkılışları, Kurtuluş Savaşı’nda Türk halkının bağımsızlık için verdiği savaş bunlara örnektir.

Sizlere Alexander Graham Bell’in hayatını da okumanızı tavsiye edeceğim. Bu değerli mucidin hayatı boyunca her türlü zorluk, adeta sıralanmış ve belki de bu zorluklardan ve yokluklardan ortaya birçok değer çıkmıştır… 

Hayat; Sebep, Ölüm; Sonuç

“Görünüşte hayat ‘sebep’, ölüm de ‘sonuç’ gibidir. Ama ölüm, hayatla birlikte doğar. Bu manada ölüm hayattan kopuk düşünülemez. Dolayısıyla, ölümü görmezlikten gelmenin sonuca etkisi olmadığı gibi, insan bilinç ve ruhuna da olumlu hiçbir etkisi yoktur. Ölümü kader bilmek, ölümü kabullenmeyi ve ölüm fikrine tahammülü kolaylaştırır. Tersi durum ise, ölümü yadsımayı ve ölüm fikrine yabancılaşmayı getirir. Sonuç olarak, kaybedilecek şeyin değeri kişinin yüreğinde ne ise, korkusu da o denli olur. İnançlı insanlar hayatı, gelmek-dönmek gibi değerlendirirler ve hayatla ölümün bağını, Kur’an-ı Kerim’deki şu ayet ile kurarlar;

‘Biz Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz…’ (Bakara, 156.Ayet)”

(Ahmet Deniz’in, ‘Ölüm Son Değil’ adlı eserinden kısmen alıntı yapılmıştır)

(NOT: 4/2. bölümün sonu…)