Sedat SADİOĞLU'nun 16 Şubat 2025 tarihli yazısı: Hayatın Boyutları-3/2: Dünya Hayatı Üzerine
Hayat
Dünyadaki yaşamın, göz açıp kapayana kadar kısa olduğunu hepimiz idrak edebiliyoruz. Öyleyse;
Sevginin kıymetini bil;
Dünya göz açıp kapayınca kadar…
Sevmenin tadını çıkar;
Ömür beşikten mezara kadar…
Değer vereni sev;
Varlığını ver sonuna kadar…
Her şeye rağmen gül;
Gül ki; rahat uyu sabaha kadar… (Sedat SADİOĞLU)
Yaşarken, çoğu zaman geçerli sandığımız mazeretlerimiz vardır. Bütün gün çalışır, yorulur, çocuklarla, evin işleriyle ilgilenir, akrabalara zaman ayırır ve elimizden geldiği kadar çevremizdeki problemlerle ilgileniriz. Bunlardan başka, pikniğe, balığa gitmek, spor yapmak, spor olaylarını takip etmek, arabanın sorunlarıyla ilgilenmek, sanatsal faaliyetleriyle uğraşmak da isteriz. Oysa ‘fani dünya’ bizi oyalamaktadır, belki de kandırmaktadır. Burada kaybettiğimiz en önemli şey; ‘sağlığımız’dır. Sağlığımızın hem fiziksel hem de ruhsal yönü olduğunu unutmayalım.
Aşağıda konuya vurgu yapan kısa bir şiirim yer almaktadır;
Yalan Dünya
Günlerin getirdiği güzellikleri gören
Onun hikmetini bilecek olan
Bugün içinde yarını gören
Yarın içinde saadeti yaşayacak olan
Yalnız sensin,
Bunun kıymetini bil ! (Sedat Sadioğlu, “Elde Var Kalp” adlı şiir kitabından)
“Hayat her zaman adil değildir. Bu gerçeği kabullenmenin iyi yanlarından biri, bizi elimizdeki imkânlarla en iyisini yapmaya zorlayıp, kendimize acımamıza engel olmasıdır. Şunu bilmeliyiz ki, her şeyi kusursuz hale getirmek hayatın görevi değildir. Bunun mücadelesi bize düşmektedir. Bunu peşinen kabul etmenin başka bir yararı da, bizi başkaları için üzülmekten alıkoymasıdır. Ancak o zaman, herkesin birbirinden farklı özellikleri olduğunu ve farklı sorunları olduğunu görebiliriz…”
(Dr. Richard Carlson’un ‘Ufak Şeyleri Dert Etmeyin’ adlı kitabından kısmen alıntı yapılmıştır)
“Hayat, hep bitirilmesi gereken işlerden sonra başlayacak bir şey midir?” Sorusunu kendimize arada bir sormamız gerekir.
Ünlü yazarımız (ve benim de uzaktan akrabam olan) Murathan Mungan’ın ‘Elli Parça’ adlı kitabında rastladım, yukarıdaki tespite ve çok da etkilendim. Çünkü yukarıdaki cümlenin açılımı çok derin gözüküyor.
Aslında bu soruyu başka türlü de sorabiliriz; ‘Hayatta, insanlar için mutlaka bitirilmesi gereken işler mi var?’ Büyümek, okula gitmek, meslek sahibi olmak, işe girmek, askere gitmek (erkekler için), evlenmek, çocuk sahibi olmak, araba ya da bir ev almak, emekli olmak, çocuklarını evlendirmek, vb)
İnsanların çoğu için yukarıdaki işler sanki bir görev gibidir. Çünkü bunlar, insanın (dünyadaki) yaşama amacıdır. Yukarıdaki sayılanların bir kaçının sırasının değişmesi bile insanın hayatını alt üst edebilir. Çünkü insanoğlu, yaptığı işlerde bazen duygularını da işin işine katar. Bu durum hayatına renk katabildiği gibi, bazen de işlerin bozulmasına neden olabilir. İnsan önce kendisine, ailesine, akrabalarına ve sonra da çevresine katkıda bulunmak ister. Bu katkı ne kadar olumlu ise hem başarılı, hem faydalı ve hem de verimli olur.
Zaten yaşamın amacı da bu değil midir…?
‘Hayatı dolu dolu yaşamak’ deyimini duymayan yoktur. Bu deyimi kullananlar için, sanki o ana kadar hayatını boş yaşayan bir insanın, bir şey olmuş da birden hayatın kıymetinin yeniden fark etmesi anlaşılmamalıdır. Hatta psikolog ve sosyologlar, sanki treni kaçırıyormuşuz gibi, ‘hayatın her saatini dolu dolu yaşayın’ demeye başlarlar.
İnsan daha doğarken hayatını yaşamaya başlar ve zaten her anı, doludur ve bir anlam taşır. Her insanın dünyaya gelişinin bir amacı vardır. Burada önemli olan hayatı iyi yaşamak, kaliteli yaşamak ve tecrübe sahibi olmaktır. Çünkü bu dersler, ilerideki yıllarda kullanılacaktır…
‘Hayatın en önemli öğesi insandır.’ Şimdi bu ifadeyi farklı açıdan ele alalım.
Yüce Yaradan, üzerinde yaşam olan yeryüzünü ve insanı yaratmıştır. Yeryüzündeki her şeyi insanın emrine vermiştir. Hiç düşündünüz mü? Tarımsal ürünler, hayvansal ürünler, hava, su, ,toprak, doğa, vb. insanın fiziksel ihtiyaçlarına uygun yaratılmıştır. Tabiattaki bütün bitkiler ve hayvanlar ve cansız olan ne varsa insanların tasarrufuna bırakılmıştır. Çünkü Yaradan için insan kutsal kabul edilmektedir. Bu nimetlerin kıymetini bilmeliyiz ve sık sık şükretmeliyiz…
Okuduğum bir kitapta, ‘Hayatın içine dalmak’ diye bir deyimle karşılaştım. Deyim hoşuma gitti, yazar bu deyimi, ‘cesaret’ ile açıklamaya çalışıyordu.
Ben ise bu deyimi, ‘zorluk’ kavramı ile açıklamaya çalışacağım. Ancak bazı okuyucular, zorlu hayatı ‘bilinmeyen bir suya dalmak’ gibi algılayabilirler. Aslında günümüz şartlarında yaşayanlar için bu pek yanlış sayılmaz.
Hayatın ne olduğunu ve nasıl olduğunu, daha çocukken ailemiz, bize anlatmaya çalışır. Bunu okul ve çevre izler. Yani hayatın ne ve nasıl olduğunu zaten yaşarken öğreniriz. Hayatın kendisi bir canlılıktır, nefes almaktır, sevmektir, birlikteliktir, neşe kaynağıdır. Böyle güzelliklerin içerisine severek dalınmaz mı…?
Okuduğum bir kitapta, ‘Hayatın kara delikleri’ diye bir deyimle karşılaştım. Yazar bunun ‘öfke’ olduğuna dair uzun açıklamalarda bulunuyordu. Yazar belki bu tespitinde haklı olabilir. Uzaydaki kara deliklerin, patladıktan sonra çökerek etrafındaki her şeyi kuvvetle içine çeken süpernovalara dönüştüğünü biliyoruz. Işık bile bu deliklerden kaçamaz. Hayat ta böyledir.
Öfkemiz, aynı bir süpernova patlaması gibi geleceğimizi şekillendirecek tüm enerjimizi aniden içine çekebilir. Bizi bir anlık hatamızdan dolayı sağlıksız, mutsuz, endişe ve karanlıklar içerisinde bırakabilir. Bir anlık öfkesinden dolayı sevdiği birinin canını alıp, genç yaşta hapis yatan insanlar yok mu?
O zaman! Öfkemizin de kontrolünü yapabilmeliyiz…
Yine bir kişisel gelişim kitabında, “Hayatta en iyi vuruşu yapmak” diye bir deyim okumuştum. Deyim hoşuma gitmişti. Biraz düşününce, böyle bir vuruşun olabileceğine kanaat getirdim. Hatta zor durumda olan bazı insanların, buna şiddetle ihtiyacı olduğunu düşündüm. Bu insanlara göre en iyi vuruş;
· Bir eş veya,
· Bir iş veya,
· Bir şans veya,
· Bir miras olabilmektedir.
Bana göre ise;
· Özverili bir eş veya,
· Dürüst bir çalışma veya,
· İyi bir eğitim veya,
· Faydalı bir yaşam olmalıdır…
Hayata ve ilahi gerçeklere en güzel örnek; ‘ipekböceği kozasıdır.’
Ahmet Hulusi’nin ‘Yaşamın Gerçeği’ adlı kitabından okudum, ipekböceği kozasının başına gelenleri. Şimdi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yazar, ele aldığı örnekte, hata içerisindeki insanı, koza içerisine hapsolmuş ipekböceği kurtçuğuna benzetir.
“Ey ipek kozası içindeki insan
Kozanı delip, kelebek olup uçmaya bak
Aksi takdirde tırtıl olarak o kozayla birlikte kaynar su kazanı seni bekliyor
Gel sen aklını başına topla
Bir an evvel kozanı del, yaşamın gerçeklerini gör.”
Ne güzel benzetme değil mi! Keşke bundan bir ders çıkartabilsek ve geç kalmadan hatalarımızdan uzaklaşıversek ne güzel olur…
(NOT: 3/2. bölümün sonu…)