Hüseyin ALPASLAN'ın 24 Nisan 2025 tarihli yazısı: Ermeni Soykırım Tezinin Tenkidi - II

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'nda birçok cephede yoğun bir mücadele verirken, Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu topraklarında bağımsız bir devlet kurmak için uygun şartların oluştuğunu düşünerek önceden planladıkları gibi harekete geçtiler. Devletin içinde bulunduğu zorlu durumu fırsat bilen Ermeni komiteleri, Doğu Anadolu'daki Rus işgal birlikleri içinde gönüllü Ermenilerden oluşan silahlı kuvvetlerini kurdular. Aynı dönemde Osmanlı Devleti, dört cephede sürdürdüğü savaşta Çanakkale'de İtilaf Devletleri'nin güçlü donanmasına ve kara kuvvetlerine, Doğu Cephesi'nde ise Rus askeri birliklerine karşı şiddetli bir savaş yürütüyordu.

Savaşın tüm şiddetiyle sürdüğü ve Türk askerlerinin cephelerde çok sayıda şehit verdiği 1915 yılında, ülke içindeki isyancı Ermeni çetelerinin askerlere ve Müslüman halka yönelik saldırıları giderek arttı. Osmanlı Hükümeti'nin birçok kez yaptığı uyarılara ve ayaklanmalara karşı aldığı önlemlere rağmen, geniş bir alana yayılan büyük çaplı Ermeni isyanları ve katliamları engellenemedi. İsyanların ordu gerisindeki ikmal noktalarını ve can güvenliğini tehlikeye atması, Müslüman yerleşim bölgelerindeki artan zulüm ve son olarak Van'ın Ruslar tarafından işgal edilmesiyle birlikte Ermenilerin genel isyan için harekete geçmeleri üzerine, ülke topraklarının bütünlüğü, ordunun güvenliği ve halkın can güvenliği için Osmanlı Hükûmeti tarafından 27 Mayıs 1915 tarihli "Savaş Zamanında Hükûmet Uygulamalarına Karşı Gelenler İçin Asker Tarafından Uygulanacak Önlemler Hakkında Geçici Kanun" ile tehcir kararı alındı ve zararlı faaliyetlerde bulunan Ermenilerin savaş bölgeleri dışına çıkarılması uygulamaya konuldu.

Osmanlı Hükümeti, sevk ve iskân edilen Ermeniler için bütçe oluşturmakta zorlanmıştır. Zaten savaşın ağır mali yükünü taşıyan ve genel ekonomisi sıkıntıda olan Osmanlı Devleti, tüm imkânlarını zorlayarak sevkin sağlıklı ve güvenli bir şekilde yürütülmesi, aynı zamanda iskân edilen yerlerde iyi yaşam koşullarının sağlanması amacıyla 1915-1917 yıllarında bütçeden önemli miktarda ödenek ayırarak valilik ve mutasarrıflıklara göndermiştir. [1] Sağduyulu düşünen herkes, "Ekonomik krizle boğuşan ve savaş halinde olan Osmanlı Devleti, eğer soykırım yapmak niyetinde olsaydı, sevke tabi tuttuğu Ermenilere neden bu kadar bütçe ayırsın?" diyecektir.

Osmanlı Devleti'ni tehcir uygulamasına mecbur bırakan Ermeni isyanları ve düşmanla iş birliği yapılması sonucu savaşta oluşan olumsuzluklar, sevk için çıkarılan kanun ve talimatların içerikleri, sevke tabi tutulanların büyük çoğunluğunun sağ salim iskân edilmiş olması, zararsız Ermenilerin sevke tabi tutulmaması, zorluklar içinde sevke ayrılan bütçe, tehlikenin ortadan kalktığı düşüncesiyle tehcirin derhal sonlandırılması ve isteyen göçmenlerin geri dönüşlerine izin verilmesi gibi alınan kararlar bile, arşiv belgelerindeki gerçekleri görmek istemeyenler için tehcirin bir soykırım olmadığına dair geçerli kanıtlardır.

Osmanlı Hükümeti'nin sevk işlemlerinin güvenli bir şekilde yapılabilmesi için yetkili ve sorumlu kurumlara verdiği talimatlara ve aldığı önlemlere rağmen, tehcir uygulaması istenilen düzeyde gerçekleşmemiştir. Bazı kamu görevlilerinin ve durumu kötüye kullanan art niyetli kişilerin yol açtığı gasp, yağma ve ölüm gibi olaylar yaşanmıştır. Osmanlı Hükûmeti verdiği talimatlarla, tehcir edilenlerin güvenliğini sağlayan silahlı muhafızların sayısının artırılmasını, kafilelere saldıranların, hırsızlık ve soygun yapanlar ile cinayet işleyenlerin en kısa sürede yakalanıp yargılanmalarını istemiştir.

Yargılamalar, Osmanlı Devleti'nin tehcir kararı almakla neyi amaçladığını göstermesi açısından önemlidir. Soykırımla suçlanan dönemin hükûmeti, savaş koşullarında hiçbir bahaneye sığınmadan kendi askerinin, polisinin, valisinin, kaymakamının ve memurlarının yargılanmalarına ve idam dahil birçok ağır ceza almalarına engel olacak hiçbir girişimde bulunmamış, aksine tehcir sırasında suç işleyenlerin üzerine kararlılıkla gitmiştir. 1915 yılında devletin bekası adına zorunlu olarak tehcir kararı alan ve dönemin mutlak otoritesi olan hükûmette görevli olanlar ile aynı yıl içerisinde tehcirde suç işleyenlerin Divân-ı Harplerde yargılanmalarını sağlayan hükûmetteki sorumlu ve yetkililerin aynı kişiler olduğu kasıtlı olarak göz ardı edilmektedir.

Bu yazı, meseleye taraflı yaklaşanlar için rahatsız edici bulunabilir. Ancak, gerçekleri kabullenmek bir erdemdir. Nasıl 200.000 Ermeni'nin öldüğü, mallarının yağmalandığını kabul ediliyor ve o dönemdeki sorumlular yargılanıp cezalandırıyorsa, aynı şekilde savaş sırasında Osmanlı ordusunun Ermeni komitelerince arkadan vurulduğu, düşmanlarla iş birliği yapıldığı, isyanlar çıkarıldığı ve Ermeniler kadar Müslüman halkın da katledildiği kabul edilmelidir.

Günümüzde Ermeni diasporasının farklı platformlarda bıkmadan usanmadan Türklerin soykırım yaptığı iddialarını ve nefret dolu sahneleri acıklı bir şekilde anlattığına tanık oluyoruz. ABD ve Kanada'da kurulan Zoryan Enstitüsü'nde Ermeni meselesi üzerine çalışan akademisyenler, gece gündüz bir soykırımın varlığını kanıtlamak için çaba göstermektedirler. Bu enstitüden çıkan araştırma yazılarında ve bilimsel değerlendirmelerde, Türklerin ve Ermenilerin geçmişten gelen sorunlarına öznel bir yorum getirilerek kurgulanmış bir tarih anlatılmak istenmektedir.

Olaylara nesnel bir şekilde yaklaşarak, çalışmalarımızda bu enstitüden çıkan kitap ve makaleleri okuyarak karşı tarafın iddialarını anlamaya çalışıyoruz. Türk olup olmamamızdan ziyade, dürüst bir bilim insanı kimliğiyle meselelere yaklaşmayı ilke edindik. Araştırmalarımız sonucunda planlı bir soykırım girişiminin olmadığı görülüyorsa başka ne söylemek gerekir?

İngiliz Parlamentosu üyelerinden Sir Ellis Ashmead Bartlett'in, Ermeni Meselesi İngilizlerin dikkatini çekmeye başladığından beri gazetelerde yayımladığı çok sayıda makalenin bazı ekleme ve açıklamalarla birlikte aktarılmasından oluşan, Ermeni meselesi üzerine yayımlanan kitabından bazı alıntılara yer vermek istiyorum.

Londra Büyükelçiliği'nden Hariciye Nezareti'ne gelen, 11 Şubat 1895 tarih ve 120 sayılı yazıdan aldığımız alıntının bazı bölümlerinde şunlar anlatılmıştır:

“Bu fesat ve kışkırtmalar görünürde Osmanlı ülkesindeki Ermenilerin sözde uğradıkları felâketlerden dolayı kamuoyunda kendilerine karşı bir acıma duygusu oluşmasını sağlayarak çektikleri acılara çare bulmak amacıyla yapılmaktadır. Ancak eğer Ermeni kışkırtmalarını planlayıp harekete geçiren İngilizler yalnızca bu amacın gerçekleşmesine çalışmakla yetinmiş olsalardı, bu harekete karşı çıkacak pek az kişi bulunurdu. Yine aynı şekilde, bazı kesin delillerle ispat edilebilecek bir takım doğru olayları ortaya koymakla yetinmiş olsalardı hiç kimse kendilerinden yapmış oldukları hareketlerinin gerekçesini sormaz veya iddialarını yalanlayıp reddetmezdi. Fakat baştan beri, bu derece geniş bir biçimde yayılmış olan söylentilerin çoğunun bir takım kötü niyetli kişilerin hayallerinin ürünü olduğu ve fesatçıların amaçlarının, acılara uğrayan Ermenilerin acılarını paylaşıp yaralarını sarmağa çalışmak değil, İngiltere halkını Osmanlı Hükümeti ve Türklere karşı kışkırtıp yönlendirmek olduğu anlaşılmıştı. Bunların amacı, Osmanlı Padişahı ile Osmanlı Devleti'nin üst seviyedeki sivil ve askerî memurlarının davranış ve hareketlerini bir takım yanlış şekil ve suretlerde göstererek Osmanlı Hükümeti hakkında kamuoyunun nefretini uyandırmaktı…

İnsanı dehşete düşüren bu olayların Osmanlı memur ve askerlerini ilgilendiren yönleri sırf kuruntu ve hayalden ibarettir. Çünkü Osmanlı askerleri hiçbir zaman Ermenileri öldürmemiş ve kadınlarının ırzlarına tecavüz etmemiştir. Ortaya atılan söylentiler yalandan ibaret olup fesatçılarla bunlara yardım eden Rus Panislavist örgütlerine yarar sağlamak maksadıyla Ermeni fesat örgütü tarafından çok kötü ve lanetlenesi bir amaç için Avrupa'nın her tarafına yayılmaktadır…

Aslında "Ermeni Mezalimine dair çıkarılan söylentiler, bir süreden beri Osmanlı ülkesinin her tarafında bilinçli olarak yapılmakta olan bir Panislavist propaganda ve kışkırtmadır. Nitekim Ermenilerin en büyük dinî lideri olan Katogikos, Rusya imparatorunun bu işe müdahale etmesini istemek üzere şu sıralar Tiflis'ten Petersburg'a doğru yola çıkmıştır. Bu ziyaretin ardından Rusya'nın, 1877 yılında aynı yolu izleyerek yapmış olduğu saldırıların bir benzerini çok yakında yine yapacağı anlaşılmaktadır…”

Şu anda "Ermeni Mezâlimi" adı altında yayılmaya çalışılan yalanlar gibi 1876 yılında da "Bulgar Mezâlimi" diye birtakım uydurmalar ortaya atılmış ve bunlardan aynı şekilde yararlanılmıştır. Bu iş için gerekli olan harcamalar Rus memurları tarafından karşılanmış ve 1876 senesi başlarında, Osmanlı Devleti'nin Rumeli vilayetlerinin ortasında, Sofya ve Filibe civarında bir isyan hareketi başlatılmıştır. Bulgaristan gerçekten idarî teşkilâtı düzenli ve gelişmiş bir vilayet olduğu için bu bölgenin Hıristiyan ahalisi yalnızca birkaç yerde isyana kalkışabilmiş; ama bu âsiler komşuları olan Müslümanlara müthiş zulümler yapmışlardır. Osmanlı Hükümeti ise hem bu isyan hareketinden hem de Bosna-Hersek'te yaşanan karışıklık ve Karadağ'la olan savaştan dolayı telâşa düşerek Rusya'nın İstanbul Büyükelçisi General İgnatief'in kötü niyetli tavsiyelerine kapılıp bu isyanı bastırmaları için bölgenin milis askerlerine emir vermiştir. Milis askeri de Bulgaristan'ın başlıca Müslüman halklarından olan Pomaklardan meydana geldiği ve bunlarla Bulgaristan'ın Hıristiyan ahalisi arasında son derece güçlü bir düşmanlık bulunduğu için milis askerleri misilleme olmak üzere bazı zulüm ve haksızlıklar yapmışlarsa da Rus memurlarının anlatıp aktardığı ve Rusların menfaatlerini korumak için gazete muhabirleri tarafından İngiliz gazetelerine yazdırıldığı gibi korkunç olaylar asla meydana gelmemiştir…

İşte şimdi 1894 senesinde de "Ermeni Mezâlimi" diye bir şey ortaya atılarak aynı oyun oynanmak istenmektedir. Amaç Osmanlı Devleti'ni dünya kamuoyunun gözünden düşürmek ve İstanbul ile Anadolu üzerine bir saldırı gerçekleştirilmesini kolaylaştırmaktır. Geçen ağustos ayında Bitlis'in kuzeyinde ve Van Gölü'nün batısındaki dağlık bölgede, yayılma alanı çok sınırlı bir isyan hareketi meydana gelmiştir. Bu hareket, merkezi Van gölünden ancak bir-iki gün uzaklıkta bir mesafede bulunan Rusya Gürcistan’ındaki Hınçakist Ermeni örgütü tarafından tasarlanmış ve bu örgütün parasıyla gerçekleştirilmiştir. Geçen yıl Erzurum’dan geçen Avrupalı bir gezgine, büyük devletlerden birinin konsolosu tarafından, meydana gelecek karışıklık haber verilmiştir. Önce Ermeniler, Kürtlerin yerleşik olduğu birkaç köye saldırmışlardır. Kürtlerle Ermeniler, iki asır önce İskoçya'nın kuzeyinde yaşayan kabileler gibi, öteden beri birbirlerine karşı düşmanlık ve nefret hisleri ile dolu iki millettir. Söz konusu saldırıda 123 Ermeniler, 50-60 Kürdü öldürmüş, Kürtler de buna karşılık vermeğe kalkışınca bu defa Ermeni fesatçılar, "binlerce Kürdün, öldürülen kardeşlerinin intikamını almak için her taraftan toplanmakta oldukları" söylentisini yaymışlardır. Bunun üzerine korku ve endişeye kapılan yaklaşık 2.500 Ermeni, Anduk Dağı üzerinde meşhur bir ziyaretgâh yakınında toplanmışlar ve orada yaklaşık 1.000 kişilik bir Osmanlı askerî müfrezesi tarafından takibe alınmışlardır…

Ermeniler tarafından uydurulup aktarılan ve çoğu belirsiz ve gerçeğe tamamen aykırı olduğu ortaya çıkan yayınlarından dolayı başlıca İngiliz gazetelerinin sahipleri ile yazarları çok ağır bir sorumluluk altına girmişlerdir. Times gazetesi Ermeni bozguncular tarafından ileri sürülen zulüm ve haksızlıkların meydana geldiği yere üç gün uzaklıktaki Van şehrinde bulunan genç ve tecrübesiz İngiltere konsolos vekilinin de inandırıldığı bazı asılsız söylentileri tamamen gerçekmiş gibi 5 Aralık 1894 tarihinde yayınlamak suretiyle kötü niyetli bir hareket tarzını benimsemiştir. Sadece 25 yaşında ve bulunduğu ülkenin tamamen yabancısı olan bu genç adam Ermeni oyunlarının kurbanı olmuştur. Şimdi iş, Times gazetesine gönderilen raporun kamuoyunu yanıltmak ve memlekete zarar vermek için bakanlardan biri tarafından mı gönderildiği sorusunun cevabını bulmaya kalmıştır. O zamandan beri bu gazete hatasını görmüş ve takip ettiği yolu değiştirmiştir. Daily Telegraph gazetesi 7 Ocak tarihine kadar tutmuş olduğu bu yolda gitmekte ısrar ederek hiç araştırmadan ve sanki Ermeni ihtilâl örgütünün yayın organıymış gibi bazı zulümler yapıldığına dair bir takım yalan yanlış ve uydurma haberler yayınlamıştır. 9 Ocak tarihinde İngiliz gazeteleri aynı kötü düşüncelerle Viyana'dan ve Reuter Şirketi'nin bir muhabirinden aldıklarını belirtmek suretiyle Atina'ya göç eden bazı Ermenilerin yaydığı lanetlenesi birtakım söylentileri yazıp yayınlamışlardır…

Ortaya konulan şu iddialara kulak asmayanlar, sadece bazı insanî sebeplerden dolayı olsun, 1877 yılında Rusya tarafından yapılan saldırı ve istilâ sırasında yüz binlerce Müslüman kadın ve çocuğun uğradığı benzeri görülmemiş, dehşet verici zulümleri ve bunların içine düştüğü büyük sefaleti hatırlamalıdırlar. Gerçekte işte o zaman Hıristiyanlık iddiasında bulunan kişiler tarafından birkaç yüz değil, belki yüz binlerce masum ve günahsız Müslümana karşı katliam ve çirkin işlere girişilmiş olduğu gibi yine o zaman yaklaşık 1.500.000 civarında ahali evleri ve yurtlarından çıkarılıp ya kılıç darbesi, açlık ve soğuktan can vermişler ya da ebediyen başka bölgelere sürülmüşlerdir. Görünüşte Hıristiyanlığı savunmak için, ama gerçekte Rusya'nın emellerini gerçekleştirmek üzere yapılmış olan bu gibi fenalıkların bıraktığı hatıra, Osmanlı ülkesinde yeni bir din ve mezhep kavgası çıkarma isteğinde olanları, bu kararlarından vazgeçirmelidir…

Osmanlı Devleti'nin Hıristiyan vatandaşlarının her türlü özgürlükten mahrum oldukları ve acımasızca zulüm ve haksızlıklara uğratıldıkları düşüncesi tamamen yanlıştır. Çünkü bunca zaman hiçbir hükümet, Osmanlı Hükümeti kadar hoşgörülü olmamış ve din özgürlüğüne bu derece saygı göstermemiştir. Gerçekten de Türkler dinî özgürlüklere diğer milletlerden daha fazla saygılı oldukları için Osmanlı ülkesinde bulunan Rum, Musevî, Nasturî ve Roma Katolik’i cemaatleri ile diğer cemaatler dinî ayinlerini yapma hususunda tam bir özgürlüğe sahiptirler. Ayrıca Türkler birbirlerine rakip olan Hıristiyan cemaatler arasında herhangi bir anlaşmazlık ve çatışma çıkmasını da engellemektedirler.” [2]

Sir Ellis Ashmead Bartlett (1849-1902), İngiliz bir gazeteci ve Muhafazakâr Parti milletvekiliydi. Osmanlı İmparatorluğu ve Balkanlar'daki gelişmelerle yakından ilgilenmiş ve bu konularda çeşitli yazılar yayımlamıştır. O dönemde, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermenilerin durumu, Avrupa kamuoyunda önemli bir yer tutuyordu ve İngiliz Parlamentosu da bu konuyu yakından takip ediyordu. Tarafsız ve vicdan sahibi bir İngiliz parlamenter olan Sir Ellis Ashmead Bartlett'in yayımladığı kitap, Ermeni meselesine dair gerçeklerin anlaşılmasına katkı sağlamıştır.

Sonuç olarak, Osmanlı Devleti'nin amacı Ermenileri yok etmek değil, cephe gerisindeki güvenliği sağlamak ve isyancı faaliyetleri engellemekti. Tehcir sırasında yaşanan kayıplar, savaşın olağanüstü koşulları, hastalıklar, iaşe sorunları ve bazı görevlilerin suistimalleri gibi nedenlerden kaynaklanmıştır. Ayrıca, Yerli ve yabancı arşiv belgelerinde, soykırım emri veya planına dair kesin bir kanıt bulunamamış ve tehcir kararının belirli bölgelerdeki askeri zorunluluklardan doğduğuna dair verilere ulaşılmıştır. Çoğaltılabilecek bu ve benzeri birçok argüman, yaşanan acı olayların "soykırım" olarak adlandırılmasının tarihi gerçeklerle örtüşmediğini ve bu tanımlamanın siyasi motivasyonlar taşıdığını göstermektedir.

Kaynakça

[1] Bülent Bakar, Ermeni Tehciri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2013, s. 108-115.

[2] Osmanlı Belgelerinde Ermeni-İngiliz İlişkileri (1894-1895) III, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın Nu: 75, Ankara, 2005, s. 118-137.