Sedat SADİOĞLU'nun 9 Mart 2025 tarihli yazısı: HAYATIN BOYUTLARI-4/1: Sevgi ve Dostluk Üzerine
Amazonlar
Şimdi ‘Amazon’ kelimesi nereden çıktı diyeceksiniz. Amazon, Yunan mitolojisinde ‘Savaşçı Kadın Tanrıça’ya verilen isimdir. Rivayete göre, eski Yunanlılar kuzeyden ülkelerine akın yapan İskit savaşçılarının arasında korkusuzca savaşan kadınları da görünce, bunlara ‘Kadın Savaşçılar’ anlamında ‘Amazonlar’ demişlerdir. Günümüzde hala bu kelime mücadeleci ve korkusuz kadınlar için kullanılır.
Benim de burada anlatmak istediğim amazonlar, günümüz şartlarıyla mücadele eden korkusuz kadınlardır.
Kadınlarda korumacılık, erkeklerde ise kollamacılık ön-plandadır. Bu özellikler yaradılışlarından dolayıdır. Bu yüzden kadınlar gaddar ve zalim eylemler içinde bulunmazlar (bazı istisnai durumlar hariç). Tarihte kötü ün salmış bazı kadın hükümdarlar olsa da, bunları dönemin şartları içinde değerlendirmek gerekir.
Erkekler için durum her zaman bunun aksidir. Küçük bir sorun bile hemen tartışmaya, kavgaya veya en kötüsü cinayete dönüşebilir. Bunu başaran tek varlık ‘erkek’tir. Tabiatta bazı erkek hayvanlar arasında da benzer kavgalar ve ölümler yaşansa da, bu sağlıklı soyun devamı için yapılır ve tamamen içgüdüseldir. Hayvanlar âleminde, intikam alan, kin güden ve sürekli kavga eden hayvan yoktur.
Bu hırçınlık belki de erkeklerin genlerinde vardır, kim bilir? Dünyada yaratılan ilk insanlar olan Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın çocuklarından Kabil’in (büyük kardeş), bir rivayete göre, sevdiği kızı, kardeşi Habil’den alabilmek için öldürdüğü söylenmektedir. Bir başka rivayete göre de, kardeşini verimli arazisine sahip olabilmek için öldürmüştür. Nedeni ne olursa olsun, insanın insanı öldürmesi, yani bir erkeğin bir insanı öldürmesi insanlık tarihi kadar eskidir.
Doğru Eşi Seçmek
“Eğer bir erkek, sevgisinin peşine düşen Dante’nin cenneti ve cehennemi dolaşması gibi hayatın çeşitli katları arasında dolaşmak, bir terastan bir başka terasa geçmek isterse, mutlaka kendisine yol gösterecek bir kadına ihtiyacı vardır. Bir kadından bir kadına geçmek, bir hayattan bir başka hayata geçmek gibidir.
Bir erkeği hayatın içinde kadınlar gezdirir, hayatın katları arasında kadınlar dolaşır. Bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz, esprili bir kadına rastlarsanız espriniz ve zeki bir kadına rastlarsanız zekânız gelişir. Ayrıca, yeni huysuzluklar, kaprisler, kavga nedenleri, acılar da öğrenirsiniz. Ve bugün (üzerinde) durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat, yanınızdaki kadının terası, manzarası ve hayatıdır. Hayatın hangi katında durduğunuzu, yanınızdaki kadının durduğu kat belirler. Hayatınız, seçtiğiniz kadındır. Bir kadın değil bir hayat seçersiniz çünkü…” (Ahmet Altan’ın, ‘Kristal Denizaltı’ adlı kitabından kısmen alıntı yapılmıştır)
Sonuç olarak; ‘Kadın, erkek için bir kılavuzdur. Kadınlar olmadan erkekler tek başına yollarını bulamazlar… ‘
Âşık Olmak
“Niye kendimize sarıldığımızın cevabını az çok biliriz. Aşktan ne kadar çok söz edersek edelim, hiç birimiz aşka hazır olamıyoruz, aynı ölüm gibi. Aşk ile karşılaştığımızda ilk büyük titreyiş ve coşkuyla birlikte tedirginliği, şaşkınlığı, zaman zaman dehşeti, acıyı, endişeyi, incinmeyi, kısaca tüm duyguları hissederiz. Bir başkasını, kendimizden çok sevmeyi şiddetle yadırgayıp ayaklanan gururumuzu da hissederiz. O depremde en iyi tanıdığımız, en güvendiğimiz ve kaybetmekten en çok korktuğumuz şeye, kendimize sarılırız.
Bir aşk sonrası, kendine sarılıp da yara almadan, yıpranmadan, pişmanlık duymadan çıkabilen çok az insan vardır.
Herkes birine âşık olabilir. Hepimiz âşık olabiliriz. Ama kaçımız, asla kaybetmeye dayanamayacağımız, hayranı olduğumuz, beğendiğimiz, eksikliğini hayatımızın aşkı bittiğinde bile hissedebileceğimiz birini severiz? Kaçımız, sadece onu ve onun tarafından sevilmeyi değil, onun hayatının bir parçası olup da hayatımızın bir parçası yapmak istediğimiz birine âşık olabiliriz? Kaçımız bu muhteşem şansa ulaşabilir? Ne yazık ki, bunun acıklı bir cevabı var; ‘Çok azımız.’
Ahmet Altan’ın ‘İçimizde Bir Yer’ adlı kitabından yaptığım bu alıntının özeti, aşkla ilgili ve belki de kitabının bir özeti şeklindedir.
Terketmek
‘Severken vazgeçmek cinayettir.’ Bu ilginç tespite, Can Dündar’ın ‘Uzaklar’ adlı kitabında rastladım. Yazar, daha ileriye giderek bunun suç olduğunu ifade ediyor.
Ben de yazara katılmakla beraber, biraz acımasız infaz olarak düşünüyorum. Katıldığım taraf ise bir suç olduğudur. Ancak sevgide, sırılsıklam aşk varsa ve eğer yaşanmışsa, hangi tarafın vazgeçtiğinin önemi yoktur. İşte o zaman ‘Aşk varken vazgeçmek cinayettir.’ Bu hem etik değildir, hem de insani değildir, doğrudan doğruya bir suç sayılır. Bir kere insan vicdan azabı çekecektir, çünkü birlikte pek çok özel’likler ve güzellikler yaşanmıştır. Hatta duyarız; ‘İlk aşk hiç unutulmaz.’ derler. Bu, gerçekten de doğrudur…
Neden Mutlu Olamıyoruz?
“ Tolstoy’a, ‘Nasıl mutlu olursunuz?’ diye sorduklarında şu cevabı vermiş:
-Sahip olduğum şeylere sevinerek, sahip olmadıklarıma da üzülmeyerek.
Oysa bizler mutluluğu, sahip olmak için uğraş verdiğimiz şeylere bağlarız.
‘İstediğim gibi bir ev aldığımda çok mutlu olacağım.’, ‘Spor bir arabam olunca mutluluktan havaya uçacağım.’, ’Bir çocuğumuz olunca mutluluğu yakalayacağım’,vb.
Sadece bu örnekler bile mutlu olmayı, beklentilere bağladığımızı gösterir. O nedenle bir türlü kendimizi mutlu hissetmeyiz. Hatta mutsuzluktan dert yanarız. Kimin parası çok, kiminin yok. Kiminin güzel bir ailesi var, kimi hayata başlarken daha anne veya babadan yoksun. Kimine gümüş tepsilerle olanaklar sunulurken, kimi her şeyi tırnaklarıyla kazıyarak elde ediyor.
Peki, bizler nasıl mutlu olacağız? Bence Tolstoy’un yaptığı gibi…
Elimizdekilerin değerini bilerek, sahip olmadıklarımıza da üzülmeyerek! Çünkü hayat, elimizde olmayanlara hayıflanıp, üzülecek kadar uzun değildir. Mutluluğu sadece beklentilere bağlamadan, şükretmemiz gereken pek çok şeye sahip olduğumuzu fark ederek mutlu olacağız.
Ölümcül bir hastalığımız yoksa aç ve açıkta değilsek, aile bireylerimiz bizimleyse şükretmemiz gerekmez mi? Varsın büyük bir bolluk içinde olmayalım. Olanla yetinmeyi ve mutlu olmayı bilelim. Aksi halde hiçbir zaman mutlu olamayız. Çünkü insanın ihtiyaçları sonsuzdur. Her sahip olunandan sonra yeni bir istek daha çıkar ortaya. Mutluluğu buna bağlamak doğru olmaz. Hayatımızda sahip olduğumuz ne varsa, ona önem verelim, bize yaşattığı her duyguya minnet duyalım. Olmayanın yasını tutmak yerine, olanın varlığında huzur bulalım. Karşılık beklemeden sevelim. Seven yürekler, çevresine olumlu enerji yayarlar. Sıcak bir gülümseme, sevgiyle yapılan bir yaklaşma, anlayışlı ve hoşgörülü olma bizi çevremize sevdirir. Asıl, sevilen insan olmak bizi mutlu eder…” (Şadan Hergüner’in, ‘Neden Mutlu Değiliz?’ adlı yazısından kısmen alıntı yapılmıştır)
Gerçek Dostluk
Dostlukla ilgili birçok gerçek hikâye ve hayattan alınmış örnekler verilebilir. Bir de ‘gerçek dostluk’ vardır ki, bu dostluk ötesidir ve üstün bir dostluktur.
Dostluk, her koşul karşısında değer verilecek kadar sağlamsa, ancak o zaman bir anlam ifade eder. Ancak o zaman onun adına gerçek dostluk denilebilir.
Buradan şu sonuçlara varmak mümkündür;
· Gerçek dost çıkarsızdır.
· Gerçek dost samimidir.
· Gerçek dost empatiktir.
· Gerçek dost fedakârdır.
· Gerçek dost sevendir.
· Gerçek dost kardeştir...
La Fontaine’den alınmış, çarpıcı bir hikâye;
“Sokrates bir ev yaptırmış.
Dostları başlamış kusur bulmaya;
- Beğenmedik,
- Kızmayın ama!
- Şanınıza layık değil,
- Cephesi kötü,
- Karşıdan görünüşü berbat,
- Çok dar,
- Kim sığar bu eve?
Bilge Filozof;
- Ah! demiş. Keşke bu evin alabileceği kadar ‘gerçek dostum’ olsaydı !”
(NOT: 4/1. bölümün sonu…)