Prof. Dr. Esat ARSLAN'ın 25 Mart 2024 tarihli yazısı: Pentagon-Suriye Pekaka’sı Bütünleşikliği

Türkiye, bir milat olarak 1984 yılındaki Eruh Baskını’ndan bu yana 40 yıldır bölücü terör örgütü ile mücadelesine şiddeti artarak devam etmektedir. Bunu sorgulamaya bile gerek yok, bunun nedeni açıktır, Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı kitabında daha doğrusu “Milli Askerî Stratejik Konsept’inde (MASK)” tanımlandığı biçimde bir tehdit olduğu için sadece şiddetinin artması değil, kaynak ayırması da bu yüzdendir. Sorun tam anlamıyla bir beka sorunudur. Ancak bu kanlı mücadele edilen alan, tehdidin kaynağı ise Suriye-Irak sınırıdır. Yani? Alan 72 yıldır müttefik olduğu NATO’nun güney kanadında cereyan etmektedir. Türkiye bir türlü “NATO’nun birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için”i dikte ettiren NATO Kuruluş Antlaşması’nın ünlü 5. maddesine karşın Batı’yı, kısaca AB(D)’yi bir türlü yanına alamamıştır. Terörle mücadelede Türkiye’nin sadece kendi olanak ve yeteneklerini kullanmak zorunda kaldığını da önemle belirtelim. Mücadele edilen teröristler, Türkiye için saldırgan, mütecaviz olarak betimlenirken ne yazık ki bölücü terör örgütü, Batı için özgürlük savaşçısı olarak nitelendirilmektedir. Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki Türkiye ne yaptıysa, terörle mücadele anlamında “Dört Parçada Kürdistan” idealini akamete uğratabilme mücadelesinde, Batı’yla yan yana gelememiş ve safları da sıklaştıramamıştır. Hâlen de bu yaklaşım ve açılım devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, kalkınma yolunda harcaması gereken kaynaklarını bu nedenle terörle mücadeleye aktarmak zorunda kalmıştır. Daha doğru bir ifadeyle bu mücadele döneminde yapılması gerekenleri, elinden gelenleri ardına koymamış, yapmadığını da bırakmamıştır. Kısaca, devlet olarak yapılması gerekenlerin neredeyse hepsini yapmış, yapagelmiştir. Neler yapılmamıştır ki? Uluslararası hukuk zeminli olarak Suriye ve Irak topraklarında sıcak takip, sınır ötesi harekâtlar, küçük-ortak-büyük çaplı operasyonlar, 1990’lardan bu yana artarak devam etmiş ve hâlen da devam etmektedir. Bu harekâtlar sonucunda binlerce terörist etkisiz hâle getirilmiş ve hâlen de getirilmeye devam etmektedir. Teröristlerin kendilerini son derece güvenli hissettikleri inlerine, mağaralarına kadar girilmiş, girilemez dedikleri yerlerde Türk bayrakları dikilmiştir. Anımsayalım; başlangıçta operasyonlar bitince geri dönülüyor, teröristler de o bölgeleri tekrardan işgal ediyordu. Tabii ki aynı bölgeler terör üretmeye devam ediyordu. Bu nedenle “alan hâkimiyeti”nin önemi anlaşılmış ve de farklı bir konuma geçilmiştir. “Alan hâkimiyeti öğretisi” kabul gördükten sonra teröristlerin tek tek inlerine girilmekle kalmayıp yapılan terörist temizliğiyle birlikte kontrol altına alınan yerlerde üs bölgeleri oluşturulmuş ve Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları kar-kış demeden zaman zaman arktik iklim koşullarına bakılmaksızın bölgede konuşlandırılmıştır. Her ne pahasına olursa olsun ele geçirilen yerler terör örgütüne bırakılmamıştır. Bu bir zorunluluktur, zaman zaman muhalif sesler seslendirilse de bu durum “askerliğin icabâtı”dır, doğru bir biçimde yerine getirilmiş ve hâlen de gerekleri yapılmaya da devam etmektedir. Daha doğru bir deyişle 2019 yılından bu yana “Pençe Harekât” serisiyle coğrafyanın konumuna göre 30-40 kilometrelik derinliğe kadar inen sınırın öte yakasında fiili bir güvenlik hattı oluşturulmuştur. Bu hattın ötesinde de MİT unsurlarıyla Kandil, Asos, Süleymaniye’de, Suriye’nin Kamışlı’sında olmak üzere zaman zaman 250 km. derinliğe kadar gidilen bölgelerde nokta operasyonları gerçekleştirilmiş, sınır ötesinde terörist temizliğine yeni halkalar eklenmiştir.

Öte yandan sorulması gereken bir başka soru da şudur: Türkiye’nin bu bölgelerde bulunması yasal mıdır? Evet yasaldır. Açıklayalım. Yukarıda da belirtildiği gibi, Türkiye’nin Suriye ve Irak sınırı, NATO’nun güney kanadını teşkil eden bir hudut özelliği bulunmaktadır. Yani mesele sadece Türkiye’nin ulusal sınırlarının güvenli hâle getirilmesi meselesi değil, aynı zamanda NATO’nun güney kanadının da tehdit üretmeyecek bir yapıya kavuşturulması meselesidir. Kararlaştırılan 20 millik (32 km.) bir “güvenlikli bölgenin (security & safety zone)” emniyetli bir biçimde tesisidir. Güvenlikli bölgenin anlamı hem asker bulunduracaksınız hem de emniyeti sağlayan engelleme malzemelerinde yararlanacaksınız. Yeri gelmişken şu konu önemle belirtilmelidir: Söz konusu bölge kesinlikle bir “tampon bölge (buffer zone)” statüsünde değildir. Tampon bölge deyimi de son derece yanlış bir biçimde özellikle de derinlikli bilgiye sahip olmayan medya erbabı tarafından kullanılmaktadır. Tampon bölge, bir uluslararası ilişkiler deyimidir. Salt anlamı da “savaşan iki devlet arasında sınır boyunca asker bulundurulmayan toprak parçası anlamına gelir” ki sıkça kullanıldığı gibi tampon bölge deyimi külliyen yanlıştır. Biz ne Suriye ile ne de Irak ile savaşan taraflar değiliz. Türkiye hem Suriye’de hem Irak’ta uluslararası hukuk temelinde bulunmaktadır. Suriye’de bulunuşumuz, 2011 yılında Suriye iç savaşı ile birlikte rejime muhalif halkın bir karşı koyma refleksinin bir göstergesi olarak o zamanki adıyla “Özgür Suriye Ordusu’nun (Free Syrian Army)” ABD, Fransa ve Türkiye’nin dâhil olduğu bir NATO’nun “eğit-donat” projesinin gereğidir. Söylemeye çalıştığım, uluslararası ilişkiler jargonunu doğru bir şekilde kullanmak bu nedenle son derece önemlidir, yanlış kullanılırsa bir “galat-ı sahih” yani yanlışın doğru olarak kullanılması hâline gelir ki düzeltmekte zorlanırsınız, düzeltemezsiniz. Akıllı insanların da işi değildir. Hani bir tabir vardır: “Bir deli çukura taş atmış, kırk akıllı çıkartamamış.” O taşı çukurdan çıkartmaya ne kadar çalışırsanız çalışın, gücünüz yetmez, çıkartamazsınız. O nedenle öncelikle dikkat ettiğim konuların başında gelir, bir meselenin vuzuha kavuşturulurken şu yöntemi hep dikkatlere sunarım: Her şeyden önce ilk olarak kavramsal çerçeve ortaya koyulur, ikinci olarak yasal çerçeve ile mesele sınırlandırılır ancak bundan sonra çözüm üretebilmek amacıyla kuramsal çerçeve üzerinden mesele çözümlenmeye çalışılır. Bu işin yolu yordamı budur. Bu sağlanmadan yapılacak bütün çalışmalar, tartışmalar faydadan ziyade zarar getirir. Bu yüzden ben hep resmî gazetedeki tüzük, yönerge yazım usulünü emsal gösteririm. Efendim, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak’ta bulunması da yasaldır. 1991 Birinci Körfez Harekâtı’ndan bu yana Türkiye Irak’ta “Huzurun Sağlanması (Provide Comfort)” harekâtı gereği olarak Irak’ta bulunmaktadır. Çünkü Halepçe Katliamı’nın yükünü Türkiye Cumhuriyeti karşılamış ve Irak’ta yaşayan Kürt kardeşlerimize sahip çıkmış, Zaho’da kurulan uluslararası yapının bir parçası olmuştur. 

3-4 Mart 2024 tarihleri arasında MİT Başkanı İbrahim Kalın, 7-8 Mart tarihleri arasında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Washington ziyaretlerinde Türkiye-ABD Stratejik Mekanizması harekete geçirilmiştir. Bu cümleden olmak üzere, terörle mücadele ve savunma iş birliğine odaklı iki ülke arasında hiç olmadığı kadar yoğun bir diplomasi trafiği yaşanmaya başlamıştır. Olumlu gelişmelerin yaşanması kuşkusuz çok önemlidir. Ancak bunlar devam ederken başta ABD’nin Merkezi Kuvvetler (CENTCOM) Orgeneral Micheal Erik Kurilla’nın 28 kez sözde Suriye Demokratik Güçleri Sorumlusu Şahin Cilo (Mazlum Kobani) kod adlı terörist başı Ferhat Abdi Şahin’i ziyaret etmesini anlamak mümkün değildir. Daha birkaç gün önce ABD’li askerler, geçen sene Irak’ın Süleymaniye kentinde düşen iki helikopterde ölen 9 PeKaKalı terörist için Kamışlı’da düzenlenen anma törenine katılmıştır. Teröristler için yapılmış anıta, PeKaKa renklerinden; sarı, kırmızı, yeşil ve beyaz renklerden oluşan bir çelenk bırakılması ve terörist başı ile yardakçılarını kucaklamaları nasıl anlaşılmalıdır? Unutmayalım, geçen yıl helikopter kazası sonrası CENTCOM Komutanı bizzat kendisi bir taziye mesajı yayınlamıştır. İki üç ay önce de CENTCOM askerleri ve teröristler Kamışlı’da ortak bir tatbikat yapmıştır. Tatbikatın ismi de ortak düşmana karşı yetenekleri geliştirme tatbikatıdır. (1) Peki şimdi sorarım size, ortak düşman kim? Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri. Sanırım şimdi bizim kiminle dans ettiğimiz iyice anlaşılmaktadır. Şu oydaşmaya bakar mısınız? ABD’li diplomatlara sorulduğunda hep son derece ilginç bir biçimde “CENTCOM’a bir türlü söz geçiremiyoruz. Onların Suriye PekaKası ile oluşturdukları bir duygusal bağ var” şeklinde bu uydurukluğu ne şekilde anlamak mümkündür? “Heyhat” dediğinizi duyar gibi oluyorum. İnsan sormadan edemiyor, başkomutan Biden değil mi? “Onun CENTCOM ve Pentagon üzerinde etkisi yoksa nasıl bir devlet bu” diye insan düşünmez mi ve o ülkenin demokratik yapısını sorgulamaz mı? Bu, doğrudan askeri vesayet demek değil midir?

Şimdi gelelim Irak PeKaKası’nın irdelenmesine. Burada da ABD örtülü bir şekilde PeKaKa’nın ve Bafıl Talabani’nin liderlik ettiği KYB’nin yanındadır. Türkiye’nin uzunca bir zaman sonrası 14 Mart 2024 tarihinde Bağdat’ta yapmış olduğu toplantı son derece verimli olmuştur. Irak Merkezi hükûmeti, kısaca Bağdat yönetimi, uzunca bir aradan sonra belki de ilk defa olarak KCK/PKK yapılanmasının Irak bölümünün “yasaklı örgüt” statüsüne alındığını 7 maddelik ortak bildiri metni içerisinde zikrettiğine şahit oluyoruz. Kuşkusuz, yedi maddelik ortak bildirinin en can alıcı noktalarından biri, terörle mücadele kapsamında PKK’nın “yasaklı örgüt” hâline getirilmiş olmasıdır. Eski Bağdat Büyükelçisi Fatih Yıldız da X platformunda Bağdat’ın ‘yasaklı örgüt’ tanımını ‘tarihi karar’ olarak niteleyip “PKK’ya büyük bir darbedir” diye yazması gelinen noktayı açıkça göstermektedir. Ben de aynı kanaatteyim. Bu konuyu daha doğrusu bu önemli farkı açıklayalım. Malum, illegal örgütün “Dört Parçada Kürdistan” iddiasının KCK/PKK yapılanmasının Irak bölümü, kısaca Irak PKK’sı ortak bildiride doğrudan dört başı mamur bir şekilde “illegal bir örgüt” olarak nitelendirilmemiştir. Statüsü “yasaklı örgüt” statüsündedir. Bu önemli farkı tam olarak tebarüz ettirebilmek için adı geçen maddeyi aynen aktarmakta yarar var sanırım:

“Taraflar PKK'nın Türkiye ve Irak için güvenlik tehdidi teşkil ettiğinin altını çizmişler ve söz konusu örgütün Irak topraklarında mevcudiyet göstermesinin Irak Anayasası'nı ihlal ettiği anlamına geldiğini kayda geçirmişlerdir. Türkiye, Irak Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından PKK'nın Irak’ta ‘yasaklı bir örgüt’ olduğu yönünde alınan kararı memnuniyetle karşılamıştır. Taraflar, Irak topraklarını kullanarak Türkiye'yi hedef alan örgüt ve uzantılarına yönelik alınması gereken önlemler konusunu istişare etmişlerdir.”

Dikkat edileceği üzere bu son derece önemli bir betimlemedir ama Irak tarafı istişari düzeyde kaldığını ortak bildiride ifade etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, “terörle mücadele” stratejisine başta Irak olmak üzere hatta Suriye’yi bile ortak etmek için bütün kapıları nasıl zorladığı bu ifade de açıkça görülmektedir.

Irak’taki taraflar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 yıl aradan yani seçimden sonra Nisan ayında hedeflenen Bağdat ziyaretine kadar stratejik ortaklığın çerçevesini çizecek bir “mutabakat zaptı” üzerinde çalışmaktadır. Adımlar buna doğru dikkatli bir şekilde atılmaktadır.

Olması gereken gerek Suriye gerekse Irak tarafında sınıra doğru 30-40 kilometrelik bir alanda güvenlik koridoru oluşturulduğu takdirde “Fırtına” obüsleri ve toplarla etki alanı makul bir derinlik kazanacağı düşünülmüştür. Böylece bu menzil içerisinde PKK barınamaz hâle gelir. 2019’dan beri devam eden Pençe operasyonları serisi; askeri üslenme, gözetleme ve kontrol noktalarının artırılmasıyla PKK’nın hareket kabiliyetini sınırlamış ancak tam olarak terör örgütünün etki üretememesine engel olacak tarza getirilememiştir. Bu anlamda ortak mücadelenin önemi burada kendini göstermektedir.

Bölücü terör örgütünün Irak yapılanması Türkiye-Irak ve İran-Irak sınırları boyunca 200 km.’yi aşan bir alana yayılmış durumdadır. Farklı dağ silsileleri üzerindeki kamp alanlarını ortadan kaldırmak ya da aralarındaki bağlantıları kesmek son derece dikkatli ve ortak bir operasyonu dikte ettirmektedir. Ayrıca bölgede yapılması planlanan binlerce köy ve yerleşim merkezinin savaş alanına dönmesi anlamına da gelmektedir.  Hâlihazırda bölgede boşalan köylerin sayısının 600’ün üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Bunun yanı sıra özellikle terör örgütüne büyük ölçüde yardım ve yataklık eden Türkiye’den göçürülen “Mahmur Kampı” gibi yerleşim bölgeleri de bulunmaktadır. Bunların da ortadan kaldırılması Türkiye’ye yönelik tehdidi de ortadan kaldırabileceği değerlendirilmektedir. Diğer bir konu ise ABD ve hatta İran’ın desteği ile KYB lideri Bafıl Talabani ile Suriye PKK’sının bağının kopartılmasıdır. Dikkat edilecek olursa 14 Mart 2024 tarihinde Bağdat’ta gerçekleştirilen toplantıya Fidan ve Kalın’ın yanı sıra Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ile İçişleri Bakan Yardımcısı Münir Karaloğlu da katılmıştır. Masanın diğer Irak tarafında ise Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin, Savunma Bakanı Muhammed el Abbasi, Ulusal Güvenlik Müsteşarı Kasım el Araci, Haşd’uş Şaabi Heyeti Başkanı Falih el Feyyad, Kürdistan İçişleri Bakanı Rebwar Ahmet ve ismi paylaşılmayan Irak Muhaberat Müsteşarı vardı. (2) Burada anahtar unsur, Haşd’uş Şaabi unsurlarının da bu ortak mücadele cephesine dâhil edilmiş olmasıdır. DAİŞ’le savaşta Şengal Direniş Güçleri’ne (YBŞ) destek veren Haşd’uş Şaabi bağlantılı gruplar defalarca Türk Silahlı Kuvvetlerinin “Başika” üssüne saldırıda bulunmuştur. İran destekli grupların direncini kırmak amacıyla Haşd’uş Şaabi’nin etkili ismi Feyyad’la ilişkiler bu nedenle uygun zeminde devam etmektedir. 

Türk Silahlı Kuvvetlerinin SİHA teknolojisi, elektronik istihbarat (ELINT), sinyal istihbaratı (SIGINT) ve sahadaki insan istihbarat (ELINT) ağı ile KDP yönetiminin işbirliği sayesinde takip ve vurma menzili genişlediği malumdur. Ankara Erbil ve Bağdat’taki görüşmelerde Süleymaniye, Kerkük, Mahmur, Musul ve Sincar alanında artan PKK varlığına işaret ederek “Bu mücadele hepimize karşı terör üretmektedir, bununla mücadele ancak ortak hareket etmek suretiyle başarılabilir” tezini ortaya koymaktadır.

Unutulan bir başka konu ise Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakan Yardımcısı Kubat Talabani’nin KYB lideri Bafıl Talabani’nin kardeşi olduğu gerçeğidir. Yine KYB kökenli eski Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih ve halefi Abdüllatif Reşid KDP ve KYB arasındaki sorunlarının çözülmesi yolunda Ankara’ya devamlı mesaj göndermeleridir. Bu şekilde KDP ile KYB arasındaki sorunlar halledildiği takdirde Süleymaniye’nin İran’dan uzaklaşabileceği düşünülmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da sık sık IKBY Başkanı Neçirvan Barzani’ye “Talabani’yle sorunlarınızı halledin” diye telkinde bulunması bu nedenledir.

Bu toplantının önemini vurguladıktan sonra sorulması gereken ise “Taraflardan tam olarak ne isteniyor” meselesidir. Detaylar paylaşılmasa da demeçler ve sızdırılan bilgilerden hareketle bazı çıkarımlarda bulunmak mümkündür. Birkaç cümle ile ifade edilecek olursa:

1-) KDP’den Peşmerge güçlerini PeKaKa’nin manevra alanını daraltacak şekilde konuşlandırması, Suriye ile geçişleri kapatmak için etkili önlemler alması ve PeKaKa unsurlarına karşı mücadelede daha fazla istihbarat desteği vermesi istenilmektedir.

2-) Öte yandan üzerinde baskı kurulan KYB’nin PeKaKa ile ilişkileri kesmesi, karşı önlemler alması ve MİT’le işbirliğine girmesi talep edilirken, ABD’nin yönlendirmesiyle KYB’nin Suriye PeKaKa’sı ile kurulan ilişkinin bitirilmesi ısrarla arzu edilmektedir.

Irak'ta yapılacak ortak büyük bir birleşik operasyondan sonra Suriye ile de ortak bir çalışma olasılığının değerlendirmesine, bu soruya verilecek yanıt, doğrudan “Evet”tir.  Türkiye Cumhuriyeti’nin “terörle mücadele” stratejisine başta Irak olmak üzere Suriye’yi ortak etmek için bütün kapıları zorladığını önemle ve özellikle söylemeye çalışıyorum. Bu faaliyetler öyle süreli faaliyetler değil, devam eden faaliyetlerdir. Ancak ABD, dolaylı bir biçimde Pentagon, bir Danimarka ülkesi kadar araziyi yasa dışı bir biçimde elinde tutan Suriye PeKaKa’sını desteklemektedir. ABD, Suriye’de Suriye PeKaKa’sına verdikleri desteğe karşı itirazlarını geriletebilmek ve Irak’ta kendi güvenliğini sağlamak adına Irak tarafında PeKaKa’ya karşı operasyonlara özellikle ses çıkarmamaktadır. Hiçbir biçimde kuvvet tahsis etmeden kendi emniyetini bölgedeki diğer aktörlere yaptırmanın dayanılmaz hafifliğini yaşamaktadır. Suriye ile ortak çalışma yapılabileceği konusunda çalışmalar tabii ki devam etmektedir, kaçınılmaz bir şekilde devam edeceği de değerlendirilmektedir. Bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda mutabık bir ülkedir. Malum uluslararası ilişkilerde küslükler ve kırmızıçizgiler olmaz, olmaması gerekmektedir. Zaten bu konu defaatle Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıkça ifade edilmektedir. Ancak bilinen bir gerçek “Orta Doğu’nun akşamı sabahını tutmaz” yani kervan yolda dizilir, sevgili okurlar.

Dipnotlar:

(1) Tunca Bengin, “Kukla olan Biden mı yoksa?” Milliyet Gazetesi, 23 Mart 2024, s.11

(2) Fehim Taştekin, “Kanlı Patinaj İçin Ortak Aranıyor”, Duvar Gazetesi, 18 Mart 2024