Sibel BAY'ın 9 Ekim 2024 tarihli yazısı: Bize Neler Oluyor?

Günümüz toplumlarında hızla gelişen teknoloji, globalleşme ve dijitalleşmenin getirdiği yenilikler tartışılmaz bir gerçek. Ancak bu yeniliklerle birlikte, toplumsal ve ahlaki değerlerimizin de giderek zayıfladığını ve erozyona uğradığını görüyoruz. Artık hayatımızın merkezine yerleşen dijital dünya, bizi birbirimize daha yakın gibi gösterse de aslında ruhsal ve insani açıdan birbirimizden ne kadar uzaklaştığımızı fark etmiyoruz. Eskiden büyüklerin nasihatleriyle büyüyen nesiller, bugün sosyal medyanın sunduğu geçici popülariteyle rehberlik buluyor. Peki, bu dönüşüm bize neye mal oluyor?

Son dönemde ülkemizde ve dünyada yaşanan bazı olaylar, toplumsal değerlerimizin ne denli sarsıldığını gözler önüne seriyor. Komşuluk ilişkilerinin zayıfladığı, yardımlaşmanın sadece zorunlu anlarda gündeme geldiği bir dönemde yaşıyoruz. Örneğin, doğal afetler karşısında gösterdiğimiz toplu dayanışmaların dışında, günlük yaşamımızda yardıma muhtaç insanları ne kadar görmezden geldiğimizi sorgulamalıyız. Deprem, sel ya da yangın gibi büyük felaketlerde birleşen toplumumuz, maalesef bu duyarlılığı gündelik hayatında sürdüremiyor. Kaldı ki, bu birliktelik bile çoğu zaman kısa süreli bir duygu seli olarak kalıyor ve sonrasında eski bireysel hayatlarımıza geri dönüyoruz.

Son zamanlarda artan şiddet olayları da bu değer kaybının bir başka göstergesi. Özellikle sosyal medyada her gün karşımıza çıkan şiddet görüntüleri, toplumun içinde bulunduğu ruhsal boşluğun ve değer erozyonunun bir yansımasıdır. Kadına yönelik şiddet, hayvanlara yapılan eziyet, toplumsal adaletin yok sayılması gibi olaylar, vicdanlarımızı her gün biraz daha köreltiyor. Eskiden ‘ayıp’ olan şeyler, bugün sıradanlaştı. Yolda biri yardıma ihtiyaç duyduğunda dönüp bakmamak, başkasının acısına kulak tıkamak, hatta bunu normal görmek, artık neredeyse alışkanlık haline geldi. Peki, bu nereye kadar devam edecek?

Bir de dijital dünyanın değerlerimizi nasıl etkilediğini gözden kaçırmamalıyız. Gençlerin sosyal medya üzerinden kazandıkları 'takipçi' ve 'beğeni'lerle kendilerini değerlendirdikleri bir dönemdeyiz. İnsanların dış görünüşleri, sahip oldukları maddi şeylerle öne çıktığı bir dünyada, içsel değerlerimiz ve insani erdemler geri planda kalıyor. Samimiyetin, dürüstlüğün ve güvenin yerini suni bir ‘imaj’ yarışı aldı. Bu da, gerçek dostluklar ve ilişkiler kurmayı zorlaştırıyor. Birbirimize olan güvenimiz, saygımız ve sevgimiz, hızlı tüketilen bu dijital dünyada gittikçe eriyor.

Özellikle son dönemde gözlemlediğimiz bir başka önemli konu da toplumsal kutuplaşma. Farklı düşüncelere tahammül edememe, hoşgörüsüzlük ve ötekileştirme kültürü, hızla yaygınlaşıyor. Eskiden farklı fikirler arasında saygı çerçevesinde tartışmalar yapılabilirken, bugün maalesef bu diyaloglar sert çatışmalara dönüşüyor. Fikir ayrılıkları, insanlar arasında uçurumlar yaratıyor, bu da toplumsal huzuru tehdit ediyor. Kutuplaşma, sadece politik ya da sosyal anlamda değil, insan ilişkilerinde de derin yaralar açıyor. Peki, birbirimize olan saygıyı kaybettiğimiz bir toplumda nasıl bir gelecek inşa edeceğiz?

Tüm bu olaylar gösteriyor ki, maddi kazanımlar ve teknolojik gelişmelerle kendimizi ne kadar ileriye taşırsak taşıyalım, eğer insani değerlerimizi, ahlakımızı ve toplumsal dayanışmamızı kaybedersek, aslında hiçbir şey kazanmamış oluruz. Güven, saygı, yardımlaşma ve merhamet gibi değerler, toplumun temel taşlarıdır. Bu taşlar yerinden oynarsa, toplum çöker.

Bu noktada en büyük sorumluluk biz bireylere düşüyor. Çocuklarımıza ve gençlerimize sadece teknoloji ve dijital dünyayı değil, aynı zamanda insani erdemleri de öğretmeliyiz. Onlara, birbirlerine saygı göstermeyi, yardımlaşmayı, farklılıklara tahammül etmeyi aşılamalıyız. Eğer bu değerleri unutursak, bir gün her şeyimizi kaybetmiş olacağız.