Sibel BAY'ın 5 Şubat 2025 tarihli yazısı: Uyandığınızda Kendinizi Kim Olarak Görüyorsunuz?

Rüya dünyası ile gerçek dünyadaki varoluşumuz arasındaki sınır her zaman belirsizdir. Uyandığınızda kendinizi kim olarak hissediyorsunuz? Birçok insan için sabahları gözlerini açtıklarında, hâlâ rüyanın etkisinde kalmış gibi hissedebilir. Bir yandan gerçeklik, bir yandan da bilinçaltımızın derinliklerinde saklı bir başka dünya vardır. Rüyalar ve gerçeklik arasındaki bu geçiş, bizim kim olduğumuzu anlamada önemli bir rol oynar.

Rüyalar, sadece uyku esnasında zihnimizin rastgele ürettiği görüntülerden ibaret değildir. Psikanaliz ve rüya çözümlemesi, rüyaların, kişinin bilinçaltındaki bastırılmış duyguları, arzuları ve korkuları yansıttığını söyler. Sigmund Freud’a göre rüyalar, bilinçaltındaki çatışmaları ve çözülmemiş duygusal durumları yüzeye çıkaran bir tür sembolik dil oluşturur. Rüya dünyasında karşılaştığımız semboller, aslında bilinçaltımızın bize bir mesaj göndermesidir.

Birçok kişi rüya sırasında kendini farklı kimliklerle, farklı zaman dilimlerinde ve bazen bambaşka bir kişilikle görür. Bu durum, kişinin kendi içsel benliğini keşfetmesi için bir alan sunar. Rüya dünyasında daha cesur, özgür veya farklı bir kişilik sergileyebilmek, gerçek hayatta bastırılan duygusal yanlarımızı ve arzularımızı yansıtabilir. Yani, rüyalarımızda kendimizi kim olarak gördüğümüz, bazen gerçek kimliğimizle ilgili ipuçları sunar.

Uyandığınızda gerçek dünyaya adım attığınızda ise kimliğiniz yeniden şekillenir. Fakat burada önemli bir soru doğar: Uyandığınızda kim olduğunuzu nasıl biliyorsunuz? Kimlik, sadece biyolojik gerçeklikten ibaret değildir. Psiko-sosyal bir yapıdır, çevremizle ve toplumla olan etkileşimlerimizle şekillenir. Ancak rüyalar, bilincin dışındaki benlikleri keşfetmeye yönelik bir fırsat sunar. Uyandığınızda, rüyadaki duygusal durumlar ve bilinçaltındaki imgelerle uyumlu bir şekilde kendinizi daha güçlü veya daha zayıf hissedebilirsiniz. Bu, rüyanın bilinçaltı süreçler üzerindeki etkisini gözler önüne serer.

Rüyalarda zaman algısı da oldukça farklıdır. Birkaç dakika süren bir rüya, uyandığınızda saatlerce sürmüş gibi hissedilebilir. Rüya dünyası, gerçeklikten bağımsızdır ve bilinç, bu dünya içinde tamamen özgürdür. Zaman ve mekânın esneklik kazanması, kişinin bilinçaltındaki işlevlerin nasıl çalıştığını anlamak için önemli bir ipucudur. Uyandığınızda, bu esnek zaman dilimlerinin etkisiyle, gerçek dünya ve rüya dünyası arasında bir geçiş süreci başlar.

Felsefi açıdan bakıldığında, rüyaların ve gerçekliğin birbirinden nasıl ayrıldığı sorusu, antik Yunan'dan günümüze kadar farklı filozofların ilgisini çekmiştir. Rene Descartes, ünlü "Cogito, ergo sum" (Düşünüyorum, öyleyse varım) düşüncesiyle bilinir. Ancak Descartes, aynı zamanda rüya görme deneyiminin insanın varlığını sorgulayan bir etki yaratabileceğini de belirtmiştir. Eğer rüya gördüğümüz an, tamamen gerçeklikten bağımsızsa, uyanıklık halimiz de aslında bir rüya olabilir mi?

Bugün, özellikle modern felsefe ve bilinç araştırmaları, rüya ve gerçeklik arasındaki bu ince sınırı keşfetmeye devam etmektedir. Bazı düşünürler, rüyaların gerçeklikle paralel bir başka gerçeklik oluşturduğunu savunur. Bu durum, insanın çok katmanlı kimliğini ve bilincini anlamamıza yardımcı olabilir.

Rüya ve gerçeklik arasındaki sınır, insan kimliğini sürekli evrilen bir alan olarak karşımıza çıkar. Rüyalar, hem bilinçaltı bir keşif aracı hem de gerçek dünyadaki kimliğimizi anlamada bir yol gösterici olabilir. Uyandığınızda kim olduğunuz, sadece dış dünyadan aldığınız bir yansıma değil; aynı zamanda içsel dünyanızın bir tezahürüdür. Kendinizi rüyalarınızda nasıl gördüğünüz, bilinçaltınızdaki en derin arzuların ve korkuların bir yansımasıdır. Sonuçta, hem gerçeklik hem de rüya, insanın kimliğinin ve bilinç yapısının çok katmanlı birer yansımasıdır.