Hatice Özlem ÖZÖN'ün 29 Ağustos 2024 tarihli yazısı: Dil ve Düşünce

‘Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür’ (Yusuf Has Hacib)

Dil ve düşünce arasındaki ilişki, yüzyıllardan beridir insanların ilgisini çeken, tartışılan ve çeşitli fikirler ortaya konan bir alan olmuştur. Bu konuda düşünceyi esas alan fikirler olduğu gibi dili esas alan fikirler de olmuştur. Ancak dil ve düşünce arasında bu anlamda bir öncelik ve sonralık ilişkisi kurmak doğru olmayacaktır.

Dil, hem düşüncelerimizi somutlaştırmamıza yarayan hem de bu düşünceyi başkalarına iletmemiz için gerekli olan simgesel bir dizgedir.

Bu nedenle dil ya da dili oluşturan sözcükler düşüncelerimizi, duygularımızı, arzularımızı, öfkemizi, sevincimizi, hüznümüzü kısaca ruhumuzdaki her tür değişimi dışa vurmamızı ve anlam kazanmasını sağlar.

Dil ve düşünce birbiri ile etkileşim içerisinde gelişir. Dili oluşturan sözcükler ve kavramlar düşüncelerin ifade edilmesini sağlarken, aynı zaman da düşünceyi zenginleştiren ve geliştiren bir işlev görür. Düşünce geliştikçe yeni kavramlar ve onlara bağlı yeni anlamlar oluşur. Bu da dilin zenginleşmesine yol açar.

Dili oluşturan sözcüklerin zenginliği aynı zamanda düşüncelerimizin sınırlarını da belirler. Sözcüklerle düşünür sözcüklerle düşüncelerimizi ifade ederiz. Düşünsel kapasitemizi belirleyen temel unsurlardan biri sözcük zenginliğimizdir. Çeşitli fikirler, düşünceler ve sanatsal etkinlikler sözcüklerle ifade edilir. Kullandığımız sözcüklerin zenginliği bunları daha anlaşılır kılar. Victor Hugo’nun eserlerini yazarken 20 bin, William Shakespeare’in ise 40 bin farklı kelime kullandığı söylenir. Kullanılan kelimelerin sayısı, düşüncelerin daha iyi ve anlaşılır olmasını sağlarken, aynı zamanda eserlerin edebi zenginliğini de arttırır.

Sözcük dağarcığının zenginliği düşünsel aktiviteyi, olayları ve çeşitli fikirleri anlama yetisini artırırken aynı zamanda insanın ufkunu genişletir, problem çözme becerisini de belirler.

Dil yalnızca düşüncelerimizi ifade eden simgesel bir dizge değil, düşünceleri ve dünyayı nasıl algıladığımızı etkileyen ve belirleyen bir unsurdur. Çünkü kullandığımız dil yani lisan, düşünsel yapımızda belirleyici bir etkiye sahiptir.

Toplumların maddi ve manevi unsurları, dilde kullanılan sözcük türleri üzerinde, olayları ve nesneleri ifade etme biçimlerinde farklılıklara neden olur. Örneğin; Eskimolarda kar çok önemli olduğu için unuit dili, aput (yerdeki kar), qana (düşen kar), piqsirpoq (savrulan kar), qimuqsuq (kar savrulması) gibi farklı sözcüklere sahiptir. Benzer durum Kuzey Kutbu’nda yaşayan Saami halkında da görülür. Ren geyiği hayatlarında önemli bir yere sahip olduğu için Saami’ler Ren geyiklerini şu ifadelerle tanımlarlar: Leami ; ‘şişman, kısa boylu geyik.’ Njirru; ’ele avuca sığmaz geyik. ’Snarri; boynuzları kısa ve dallanmış geyik.’ vb.

Farklı dillerin varlığı insanların farklı mantıksal dizgeler göre düşünmesinin, kişi ve olgular ile ilgili farklı algıma ve değerlendirmelere sahip olmasının en temel sebebi olarak görülmektedir. Bu nedenle farklı dillerde yazılan eserlerin ya da bilimsel çalışmaların çevirilerinde bazı anlam sorunlarının yaşanmasına neden olabilmektedir. Özellikle edebi eserlerde bu durum daha belirgin sorunlara yol açmaktadır. Eserdeki duygu ve düşüncelerin çevirisinde anlam kaymalarına neden olabilmektedir.  Hatta bazı eserlerin çevirileri adeta farklı bir içeriğe dönüşebilmektedir.

Sonuç olarak, düşünceler dil aracılığı ortaya konur. Bu yönüyle dil ve düşünce birbirinden bağımsız olarak değil birbirine bağlı olarak gelişme gösterir. Dille ortaya konulan düşünceler edebiyat, felsefe,  bilim ve sanat gibi konu ve yöntem bakımından birbirinden ayrı olan alanlarda çeşitli yönleri ile şekillenir ve farklılaşır.