Hatice Özlem ÖZÖN'ün 31 Mayıs 2024 tarihli yazısı: Adına “Merhamet” Denilen O Kutsal Duygu

Merhamet, insanoğlunun mayasında var olan ama kaybolmaya yatkın en içsel erdemlerden biridir. Çoğu zaman acıma ve şefkatle aynı duygularmış gibi ifade edilir. Oysaki kelime anlamları, insanlarda uyandırdığı hisler birbiriyle bağlantılı gibi gözükse de duygu durumu bakımından birbirinden oldukça farklı kavramlardır.

Acıma duygusu, çok masum ve insani bir hismiş gibi dursa da özünde kibri, kendini üstün görmeyi barındıran, eşitlikçi olmayan bir duygu durumudur. Hatta karşısındakine salt acıma duygusu taşıyan kişi, bundan gizli bir haz da duyar; kendisi o durumda olmadığı için, acınılacak kişi değil, acıyan kişi olduğu için! Merhamet ise acıma duygusunun aksine eşitlikçidir. Çünkü merhamet duygusunda özdeşleşme vardır. Başkasının sorununu kendi sorunu gibi görmek, aynı zamanda sorumluluk hissini ortaya çıkaran bir eş duyum durumudur. Merhamet duygusunun sadece acıma ve yardımseverliğe indirgenmesi düşünülemez. Onlardan farklı, yol gösterici duygulara dayalı olduğundan aynı zamanda somut bir erdem durumudur. Merhamet sadece insanlara değil, tüm canlılara karşı gönlümüzü ve yüreğimizi açmamızı sağlayan, kalpten kalbe uzanan bazen bir kapı, bazen bir köprü, bazen bir yoldur.

Bebeklik çağında geçirdiği hastalık sonucu görme, işitme, konuşma yetilerini yitiren Amerikalı Yazar Helen Keller, “Hayattaki en güzel şeyler gözle görülmez veya dokunulmaz. Onları kalpte hissetmek gerekir” der. Alman Siyaset Bilimci Hannah Arendt ise acıma ve merhamet duygusunu birbirinden ayırarak “Merhamet, acımanın tersine tikeli kavrayabilir, geneli bilemez, tek bir insanın ıstırabına odaklanır, somuttur. Oysa acıma soyuttur, globalleştirir, boşboğazdır, o yüzden merhametin yumuşaklığı karşısında şiddetlidir ve hatta acımasızdır” der.

Şefkat ise ötekinin çektiği acıya duyarlı olarak onun ıstırabını hafifletme arzusudur. Şefkat, empatinin ötesinde duygusal bir eylem içerir. Karşısındakinin acısını anlamanın ötesinde o acıyı dindirmek veya hafifletmek adına eylemsel bir çaba olarak ifade edilebilir. Bu yüzden şefkat duygusu, merhamete yakın bir duygu durumu iken acıma, bu duygudan oldukça uzaktır.

Öte yandan her iki duygu da sadece günlük hayatımızdaki ikili ilişkilere değil, toplumsal, kültürel ve kurumsal yapıya da yön veren temel duygulardır. Ancak kalbinde şefkat ve merhamet duygusu barındıran; kalbi kör, vicdanı sağır olmamış insanlar sayesinde toplumda barış ve adalet tesis edilebilir. Bir ceza hukukçusu olan Faruk Erem, “Bir Ceza Avukatının Anıları” adlı kitabının önsözünde “Suçluyu kazıyınız, altından insan çıkar” der. Her ne kadar bazı suç ve suçlu türlerini kalbimizin ve beynimizin bir köşesinde ayrı tutsak da ancak bir gün kendisinin de herhangi bir suçtan fail ya da sanık olabileceğini kabullenebilen bir mağdur, karşısındaki suçluya merhamet edebilir. 

Merhamet duygusunun eşitlik, hakkaniyet ve adalet kavramlarının yapı taşlarından biri olmasının yanı sıra farklı toplumsal yapıların kültürel, dini, ahlaki öğretilerine yön veren temel erdemlerden biri olduğu da kuşkusuz. Geçenlerde kütüphanede elime aldığım kitabın ilk sayfasına okurun el yazısıyla şöyle bir not düşülmüştü: “Merhamet, vicdanın kalbe okuduğu ezandır.” Çünkü merhamet, sanılanın aksine acımak değil, acıtmamaktır ve bir hadis-i şerifte de aktarıldığı üzere “Yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösteriniz ki gökyüzündekiler de size merhamet etsin” denilen bir inancın sahipleri olarak kimseyi ötekileştirmeden herkesi sevgi ve şefkatle kucaklamalıyız.

Dünya; zulmün kol gezdiği, insanlık onurunun çiğnendiği bir zamandan geçerken gelecek için daha eşit, daha yaşanabilir bir dünya adına yine de iyiliğin gücüne inanmaktan vazgeçmemeliyiz. Haksızlık ve adaletsizlik karşısında susmayan, ayrım yapmadan tüm yaratılana yüreğinde şefkat, merhamet besleyen herkese selam ve sevgiyle...