Ersan Akbaş'ın 22 nisan tarihli köşe yazısı
Kadın erkek ilişkileri üzerine yerli-yabancı binlerce film çekilmiştir.
Sizler de bu filmlerin onlarcasını hatta yüzlercesini izlemişsinizdir.
“The Apartment” filmi de bunlardan biridir.
Ülkemizde “Garsoniyer’ adıyla gösterime giren 1960 yılı yapımı siyah-beyaz film, kadın erkek ilişkilerini anlatan romantik komedilerin atalarından sayılır.
Nasıl mı? Hadi başlayalım.
Kahramanımız C.C. Baxter…
31 bin çalışanı olan bir şirketin 19’uncu katında görevli sıradan bir memurdur.
Hali vakti yerinde bir bekardır. Hırslıdır, gözü yöneticilerin bulunduğu 27’nci kattadır.
Normalde 27’nci kata çıkabilmek için yıllarca uğraşmak gerekir.
Ama Bay Baxter’ın öyle bekleyecek zamanı yoktur.
Çünkü binada evli üst düzey yöneticiler arasında dolaşan bir anahtar vardır.
Bu anahtar bir ev anahtarıdır.
Sizlere tabii ki de “bu anahtar kimin?” diye sormayacağım.
Anahtar, şirket yöneticilerinin vefalı!, işbirlikçi! çalışanı Baxter’a aittir.
Ancak iş bilir kahramanımızın büyük bir sorunu vardır.
O da evine istediği anda girememesidir.
Çünkü evin yoğun bir ziyaretçi trafiği vardır.
Trafikte bir aksama yaşandığı zaman kahramanımız kendisini feda etmektedir.
Öyle ki soğuğa aldırmadan geceyi dışarıda geçirdiği bile olmuştur.
Kısaca iki taraf da birbirlerinin çıkarlarına hizmet ederler.
Yöneticiler kaçamaklarını yapacakları gizli bir bekar evine sahiptir.
Baxter ise hızlı bir yükselmenin eşiğindedir.
Buraya kadar geldiysek güzeller güzeli kadın kahramanımızdan da bahsedebiliriz.
Öncelikle bu güzel kızımızdan C.C. Baxter çok hoşlanmaktadır.
Aynı şirkette çalışan güzel kızımız görünürde hiç kimseye yüz vermeyen birisidir.
İşini yapan, dürüst, çalışkan bir kızımızdır.
Ama bir kusuru vardır.
O da sürekli olarak yanlış adama, yanlış zamanda ve yanlış yerde aşık olmak gibi yetenektir.
Kızımız bu kez de evli bir adamla beraberdir. Maalesef bu evli adam şirketin başkanıdır ve bu başkan da Bay Baxter’ın anahtarına ufak bir rüşvetle sahip olmuştur.
Ufak deyip geçmeyelim, evinin anahtarı ona 27’nci katın kapılarını açmıştır.
Yetenekli insanlar için yıllarca sürebilecek 27’nci kata çıkış, Bay Baxter için bir ev anahtarı sayesinde hızlı olmuştur.
Ama erkek kahramanımızın bilmediği bir şey vardır.
O da hayranı olduğu masum güzel kızın şirketin başkanıyla beraber kendi evinde takıldığıdır.
Fran Kubelik adlı kadın kahramanımız ne yazık ki güçlü konumdaki yöneticinin yalanlarına kanmıştır:
“Karımla sorunlarım var, yakında evliliğimi bitireceğim, seninle evleneceğim” tarzında geleneksel ama nedense inandırıcı yalanlar.
Fran Kubelik, yanlış yaptığını bilse de sürdürmektedir, bu hatalı ilişkisini.
Bunu da, “Evli bir adamla berabersen rimel sürmeyeceksin” diyerek gözyaşları içinde ifade eder.
Böyledir işte, kadın erkek ilişkileri, anlaşılmazdır. Hayatın kendisi gibi karmaşıktır.
Hem erkek hem kadın nedense ilişkinin nerede en zoru var, gider onu seçer.
Peki, bu seçimi etkileyen faktörler yok mudur?
Mesela, evli ve çocuklu bir erkek neden yalanlar söyleyerek bir kızın gönlünü çalar?
Bu soru, ilişkisi olan bekar bir erkek için de geçerli..
Ya güzeller güzeli kızlarımız…
Niye ‘Allah, onlara çirkin bahtı ya da şansı versin’ deriz?
Neden ilişkilerinde kötü kişileri ya da zorluk çıkaran erkekleri tercih ederler, bu tercihlerinde de hiç zorlanmazlar.
Hayatın kendisi gibi kadın erkek ilişkileri de zor ve karmaşık olduğundan bu soruları çoğaltabiliriz.
Çünkü işin içinde kalp vardır. Kalp ne derse o olur. Akıl devre dışı kalır…
İşte, “The Apartment”, bizdeki adıyla “Garsoniyer”; sıcak, içten, samimi anlatımıyla kadın erkek ilişkilerini bize eğlenceli ama dersler vererek anlatan şiir gibi filmdir.
Hatta ilişkilerimizde tercih hakkı konusunda isteyene yol bile göstermektedir.
Filmde, C.C. Baxter karakterinde Jack Lemmon; Fran Kubelik rolünde ise Shirley Maclaine harikalar yaratıyor.
Film bittiğinde bile güzellikleri bir süre benliğinizde yaşıyor. Tatlarını içinizde hissedebiliyorsunuz.
Filmin yönetmeni ise bir efsane: Billy Wilder..
Kadın erkek ilişkilerine dair sorularınıza cevap bulabileceğiniz bu filmi mutlaka izlemelisiniz.