Sibel BAY'ın 1 Eylül 2023 tarihli yazısı: Sigmund Freud ve Psikanalizm
Sigmund Freud, psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmek için bir yöntem ve aynı zamanda insan davranışını açıklayan bir kuram olan psikanalizin kurucusu olarak kabul edilmektedir.
Freud, çocukluğumuzdaki olayların kişiliğimizi şekillendirerek yetişkin yaşamlarımız üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğuna inanmaktadır. Örneğin, bir kişinin geçmişindeki travmatik deneyimlerden kaynaklanan kaygı, bilinçten gizlenir ve yetişkinlik döneminde nevroz ya da psikoz gibi sorunlara neden olabilmektedir.
Freud, zihnin yapı ve işlevinin özelliklerini tanımladığı zihnin topografik bir modelini geliştirdi. Freud, zihnin üç seviyesini tanımlamak için bir buzdağı analojisini kullanmaktadır. Bilinç, yüzeyde var olan dikkatimizin odak noktası olan düşüncelerden meydana gelmektedir. Bilinç öncesi, bellekten geri çağrılabilen her şeyden oluşmaktadır. Üçüncü ve en önemli bölge bilinçdışıdır. Çoğu davranışın gerçek nedeni olan süreçler burada yatar. Tıpkı bir buzdağı gibi, zihnin en önemli kısmı göremediğiniz kısmıdır.
“Bilinçdışındaki geriye itilmiş malzemeye seslenebilmek için hassas kulaklar gerekir. Herkesin kulağının da aynı ölçüde hassaslıkla donatıldığını söyleyemeyiz. Ve her şeyden önce psikanalisti bir yükümlülük beklemektedir burada, önce kendisi üzerinde uygulayacağı enine boyuna bir analizle psikanalist, hastaların sunacakları malzemeye ön yargılardan uzak bir tutumla yaklaşma yeteneğini elde eder.”
Freud, daha sonra, bilinç ve bilinçsizlik hakkındaki düşüncelerini de içeren bir zihin modeli daha öne sürmüştür.
Bu modelde, zihnin üç kavramı bulunmaktadır:
İd: Bilinçsiz bir düzeyde çalışır ve yalnızca içgüdüsel dürtülere ve arzulara odaklanır.
Ego: Kimliğin ihtiyaçlarını sosyal olarak uygun bir şekilde karşılamak için çalışan hem bir kanal hem de bir kontrol görevi görür. Gerçekliğe en bağlı olanıdır ve bebeklik döneminde gelişmeye başlar.
Süperego: Zihnin ahlakın ve daha yüksek ilkelerin bulunduğu, bizi sosyal ve ahlaki açıdan kabul edilebilir şekillerde hareket etmeye teşvik eden kısmıdır.
Freud’ a göre zihnin bu üç bölümü sürekli çatışma içindedir çünkü her bölümün farklı bir birincil amacı vardır. Bazen, çatışma bir kişinin başa çıkamayacağı kadar fazla olduğunda, egosu bireyi korumak için bir veya daha fazla savunma mekanizmasını ortaya çıkarabilmektedir. Bu savunma mekanizmaları şunları içerir: Bastırma, reddetme, yansıtma, yerinden olma, gerileme, yüceltme.
Freud’a göre çocukların gelişim sürecinde bir dizi psikoseksüel aşama bulunmaktadır. Her aşamada libidonun haz arayan enerjisi vücudun farklı bir yerine odaklanmaktadır. Psikolojik olarak sağlıklı olmak için her aşama başarıyla tamamlanmalıdır. Bir aşama başarıyla tamamlanmazsa ve kişi belirli bir aşamada sabitlenirse yetişkinlik döneminde nevroz ya da psikoza yol açılabilir. Bu teori, yetişkin kişiliğinin çocukluk deneyimleriyle nasıl belirlendiğini gösterir.
Psikoseksüel gelişimin beş aşaması şunlardır:
Oral aşama: Libidinal enerjiler ağza odaklanır.
Anal aşama: Libidinal enerjiler anüse odaklanır.
Fallik dönem: Libidinal enerjiler cinsel organa odaklanır.
Gizli aşama: Çok az libidinal ilginin mevcut olduğu bir sakinlik dönemi.
Genital aşama: Libidinal enerjiler cinsel organlara odaklanır.
Freud aynı zamanda psikoseksüel gelişimi Oedipus Kompleksi ile de açıklamaktadır. Freud’un kuramında anne, erkek çocuğun ilk sevgi nesnesidir. Çocuk başlangıçta anneye yönelik aşırı ilgi ve sevgi duymaktadır. Daha sonra babanın varlığı ile karşılaşır ve mücadele başlar. Kastrasyon korkusu ile babayla olan mücadele korkuya dönüşerek kabulleniş sağlanmaktadır.
Freud’a göre bilinçaltındaki korkuların sebebi şiddet ve cinsellik çerçevesinde ele alınmaktadır. Bilinçaltında bulunan kaybetme korkusunun kişilerin yaşadıkları en zor durumda sevdikleri dahi olsa öldürme içgüdüsünü göstermektedir. Psikolojik buhranlar nedeniyle bilincin denge mekanizması bozulmaya başlamaktadır. Oedipus kavramı ile bu durum açıklanmaktadır.
Freud, rüya içeriğinin iki farklı türe ayrılabileceğini savunmaktadır. Bir rüyanın görünen içeriği , rüyanın tüm gerçek içeriğini içermektedir. Açık içerik, esasen rüya görenin uyandığında hatırladığı şeydir. Örtük içerik ise rüya içindeki tüm gizli ve sembolik anlamlardır. Freud, rüyaların esasen bir dilek yerine getirme biçimini ifade etmektedir. Bilinçsiz düşünceleri, duyguları ve arzuları alıp onları daha az tehdit edici biçimlere dönüştürerek egonun kaygısını azaltabilirler.
“Rüyanın içeriğinde, uyanık durumdayken bilgimizin veya yaşantılarımızın bir parçası gibi görünmeyen bir malzeme kırıntısı ortaya çıkabilir. Kuşkusuz, söz konusu şeyi rüyamızda gördüğümüzü hatırlarız, ama bunu gerçek hayatta yaşayıp yaşamadığımızı, ya da ne zaman yaşadığımızı hatırlayamayız. Dolayısıyla rüyanın hangi kaynaktan beslendiği konusunda kuşkuya düşer ve rüyaların, bağımsız bir üretim gücüne sahip olduğuna inanma eğilimi duyarız. Sonunda ve sık sık uzunca bir aralıktan sonra bazı yeni yaşantılar diğer olaya ilişkin kaybolan belleği canlandırır ve aynı zamanda rüyanın kaynağını su yüzüne çıkarır. Bu durumda uyanık belleğimizin ulaşamadığı bir şeyi rüyamızda bildiğimizi ve hatırladığımızı kabul etmeye zorlanırız.”
Freud, serbest çağrışım tekniğinde sıklıkla rüyaların analizini bir başlangıç noktası olarak kullanmıştır. Bir hastasıyla çalışırken, belirli bir rüya sembolüne odaklanır, ardından hastasının aklına hemen başka hangi düşünce ve görüntülerin geldiğini görmek için serbest çağrışım kullanmıştır.