Ersan AKBAŞ'ın 10 Haziran 2023 tarihli yazısı:30 yıl Önceki Ankaragücü-Galatasaray Maçını Bir de Benden Dinleyin

2022-2023 sezonunda Galatasaray, 23’üncü şampiyonluğunu Ankara’da ilan etti. Sarı kırmızılı takım 30 Mayıs 2023 Salı günü yağmurlu bir Ankara akşamında Ankaragücü’nü 4-1 yenerek mutlu sona ulaştı.

Bu karşılaşma, Galatasaray’ın Ankara’dan ikinci kez şampiyonluğa ulaştığı maç oldu. Daha önce de 30 Mayıs 1993’te 9’uncu şampiyonluğunu yine bir Ankaragücü karşılaşmasıyla elde etmişti.

Galatasaray’ın şu anki teknik direktörü Okan Buruk o dönem Galatasaray’da futbolcu olarak bu şampiyonluğa ulaştığını maçtan sonra açıklamıştı.

Aynı mutluluğu 30 senenin ardından bu kez teknik direktör olarak yaşamaktaydı.

Üzerinden 30 sene geçmesine rağmen hala konuşulan bir maçtır, 30 Mayıs 1993’teki o karşılaşma…

Bir de benden dinleyin dedim ve yazmaya karar verdim. Çünkü Okan Buruk bir futbolcu olarak o dönemi yaşamıştı.

Ben ise tribünde bulunanlardan biri olarak o gün, o maçtaydım. Tabii bizlerin tribünde yaşadıkları çok farklıydı.

O özel anları elimden geldiğince sizlere aktarmaya çalışacağım. Ancak hiçbir şekilde bu yazıda Google’a girip de teyit edilmiş bir bilgiyi önünüze sunmayacağım.

Bunun nedeni aklımda kalanların Google bilgileri karşısında etkilenmemesi. Çünkü Google baktığım zaman biliyorum ki etkileneceğim ve yazmak istediğim bana ait hatıraları da ona göre şekillendireceğim.

Bu ayrıntıyı da açıkladığıma göre artık o güne dönebiliriz.

Ama önce maç önü kısa bilgileri aktarayım.

Daha önce de belirttiğim gibi yıl 1993… Sezon ise 1992-1993 sezonu…

O sezon, Galatasaray ve Beşiktaş çok çekişmeli bir şampiyonluk mücadelesine girmiş.

Beşiktaş son 3 senenin şampiyonu ve o sene şampiyon olursa 4 sene üst üste şampiyon olan ilk takım olarak tarihe geçecek.

Metin-Ali-Feyyaz, Şifo Mehmet, Zeki, Recep, Gökhan, Kadir –Ulvi’li dönem. Sergen Yalçın’ın da başlangıç yılları... Kaptanları ise Rıza Çalımbay… Teknik Direktör, efsanevi İngiliz Gordon Milne..

Galatasaray ise Alman teknik adam Karl Heinze Feldkamp’ı teknik direktörlüğe getirmiş, Falco Götz, Stumpf, Bülent, Tugay, Hayrettin, Hakan, Okan, Uğur, Arif, Gütschow ve Hamza ile şampiyonluğa koşuyor.

Sezonun son maçına iki takım aynı puanla girmiş, Galatasaray yanlış hatırlamıyorsam iki gol averajla lider durumda…

Son maçlarda Beşiktaş İstanbul’da Gençlerbirliği’ni ağırlayacak. Galatasaray da Ankara’da Ankaragücü’ne konuk olacak.

Ancak maça günler kala Gençlerbirliği Kulübü’nden gelen kadro dışı haberi futbolun gündemine bomba gibi düşmüştü.

Kulübün unutulmaz başkanı rahmetli İlhan Cavcav, aklımda kaldığına göre, 3 as futbolcusunu kadro dışı bırakınca ortalık adeta yangın yerine dönmüştü.

Demeç savaşları hemen başlamış, özellikle Galatasaray’da Futbol Şubesine bakan Adnan Polat yaptığı açıklamalarla gerginliği en üst seviyeye taşımıştı.

Öyle ki Adnan Polat, şampiyonluk kupasının artık bir tenekeden ibaret olduğunu bile söylemişti.

İşte tarihi Ankaragücü Galatasaray maçı öncesi son durum bu şekildeydi.

Bu bilgilere üç aşağı beş yukarı Google’dan sizler de ulaşabilirsiniz. Ulaşamayacaklarınız ise bu yazının içeriğinde olacak. Ben artık o gün yaşadıklarımı yazmaya geçebilirim.

O dönem, maçlara girebilmek hele de böyle önemli maçlarda çok zordu.

Şimdiki gibi önceden maç bileti almak hayal ötesiydi. Kombine bilet deseniz, size ‘uzaydan mı geldiniz?’ diye bakarlardı.

Çözüm basitti… Çok erkenden stadın önüne gitmeliydiniz.

Biz de öyle yaptık zaten.. Sabah saat 6-7 gibi Ulus’taki 19 Mayıs Stadı’nın (maalesef şimdi olmayan) gişelerine yakın kuyrukta sıraya girdik.

Ankaragücü kendisine sadece ‘gecekondu’ diye tabir edilen kale arkasını ayırmıştı. Aklımda yanlış kalmadıysa stadın geri kalanı Galatasaray’a ait olacaktı.

Bizler de ‘gecekondu’ karşısındaki kale arkası tarafından sıraya girdik.

Mecburduk buna, çünkü ortam çok gergindi. O dönemin Ankaragücü taraftarı çok sertti. Her yerden duyum geliyordu, her an bir kavga çıkacak diye…

Çok şükür benim stadın içine girdiğim ana kadar bir kavga olmadı, sadece uzaktan taşlar fırlatıldığını çok iyi hatırlıyorum.

Ve stadın içi… Hemen 19 Mayıs Stadı’nın o günkü şartlarını hatırlatayım.

Sadece ‘kapalı’ diye tabir edilen tribünün üzeri adından da anlaşılacağı gibi kapalıydı. Stadın geri kalanının üzeri açıktı.

Bizler yanlış hatırlamıyorsam saat 9-10 gibi içeriye girdik; ancak girmemizle birlikte aşırı bir güneşin altında kaldık.

O günü şöyle hatırlıyorum: Çok ama çok sıcak bir gündü. Öğle saatine doğru hava sıcaklığı 30 derecenin üzerine çıkmıştı bile…

Saat 12'ye doğru ağabeyimin diğer arkadaşları geldiğinde artık stat yükünü de almıştı. Kapılar kapandığında 20 bini aşkın insan kavurucu sıcakta maç saatini beklemeye başlamıştı.

Ama ne beklemek. Su yoktu su.. Yanlış okumadınız, binlerce insan bir anda susuz kalmıştı.

Satılan sular çok hızlı tükenmişti, tuvalet deseniz, yetersizdi. O tuvalet, inanın anlatılmaz, yaşanması gerekirdi.

Karanlık basık bir tuvaleti vardı 19 Mayıs’ın, çok da küçüktü. Binlerce insanı kaldıramadığından önünde uzun kuyruklar oluşurdu.

Lavabo hak getire… Dağ başında çeşme yalakları vardır ya aynı yalaklar burada da vardı. Musluklar o yalaklara akardı.

Öğlen saatini geçtiğinde kavurucu sıcaklıkta insanlar bayılmaya başladığında imdada zannedersem çimleri sulamak için getirilen su tankerleri yetişti.

O tankerler tribünleri deyim yerindeyse suladılar. Herkesin, hortumu tutan görevliye ‘bize de bize de sık’ diye bağırışını hiç unutmadım.

Bir unutamadığım şey de biz o susuzluğu çekerken ‘gecekondu’ tarafının arkasında kalan Gençlik Parkı’nın fıskiyesinin gözümüzün önünde tepeye kadar çıkışını saatlerce izlemek olmuştur.

Bir de tribünlerde satılan ilginç şeyleri unutamam, mesela o sıcakta yaşlı bir amca kucağında bir kavanoz turşuyu taraftarları ite kaka satmaya çalışıyordu. Hala aklımdan çıkmaz o sahne.

Maç saati geldiğinde ise 19 Mayıs tribünleri sanki toplu bir şekilde yükselip alçalıyordu.

Eskiden futbolcular tünel dediğimiz yer altından çıkardılar. Şansımıza o tünel bizim bulunduğumuz taraftaydı. Tünelin merdivenlerinden hızla çıkan futbolcuları izlemek harika bir görüntüydü.

Maç başladığında ilk gol Ankara’dan değil, İstanbul’dan geldi. Hem de Gençlerbirliği’nden… İş averaja kaldığından atılan ve yenilen her gol çok mühimdi.

Ardından yağmur gibi Galatasaray golleri geldi. Zannedersem 35 dakika dolduğunda durum 5-0 Galatasaray’ın lehine olmuştu bile...

Bu maçla ilgili yıllardır çok şey söylendi. Özellikle de Ankaragücü Kalecisi Zalad ile ilgili olarak…

İki kulüp de yüzyılı aşmış çınar kulüpler… Bunu unutmadan ben sadece şunları yazabilirim.

Ankaragücü o gün çok kötü futbol oynadı. Pozisyona bile giremedi desem yeridir. Çünkü aklımda öyle bir an yok.

Ayrıca Ankaragücü 4 ya da 5 hafta önce de yine kötü bir futbolla Ankara’da Beşiktaş’a 6-0 yenilmişti.

Kaleci Zalad, Galatasaray maçında çok kötüydü. Yıllarca kendisini savundu.

Hatta rahmetli gazeteci Hıncal Uluç bir anısını anlatırken Zalad’ın yurtdışında kendisini gördüğünde boynuna sarıldığını ve kendisini yazılarında savunduğu için ona teşekkür ettiğini anlatmıştı…

Ben ise tribünde bulunduğum açıdan Kaleci Zalad’ın yediği bir gole çok şaşırmıştım.

Benim açıdan baktığımda Zalad yerde kayarken rahat bir şekilde topu tutabilecekken tutmamış tokatlamıştı. Buna bir anlam verememiştim.

Daha sonra o pozisyonu televizyonda izlediğimde Zalad’ın yerde kayarken topu tutamadığı ve tokatladığı görülüyordu. Zaten devre arasında da yerini yedek kaleciye bırakmıştı.

Maça dönersek karşılaşma Galatasaray lehine 8-0 olduğunda Beşiktaş da İstanbul’da 3-1 öndeydi.

Maçın son anları oynanmaktaydı ve şampiyonluğunu ilan etmeye hazırlanan Galatasaray top çevirmekteydi.

Teknik Direktör Feldkamp’ın bulunduğu teknik alan gazeteci ordusu tarafından çevrilmişti.

Alman teknik adam bundan çok rahatsız olduğunu el kol hareketleriyle belli ederek ağır adımlarla bizim bulunduğumuz kalenin arkasına kadar gelmiş, kalecisi Hayrettin ile beraber maçı kale direğinin dibinde tamamlamıştı. Bu da çok ilginç gelmişti bana…

Maçın sonunda ise Galatasaraylı futbolcuların tozluklarına varana kadar üstlerinde ne varsa yağmalanmıştı.

Bazı futbolcular atlet ve donlarıyla hatta bazısı sadece donuyla kalmışlardı. Kucak kucağa dans ediyorlardı. Bu da aklımda kalan ilginç anlardı.

Teknik Direktör Okan Buruk o maçta oynamamıştı. Çünkü Trabzonspor ile oynanan kupa maçında ayak bileği kırılmıştı, sakattı yani..

Ama şunu çok iyi hatırlıyorum, o sezonun en iyi çıkış yapan futbolcularından biriydi. Herkes onu konuşuyordu.

30 yıl önce yaşananlar bu şekildeydi. Ben maçın ertesi günü yüzümde korkunç bir güneş yanığı ile ucuz kurtulmuştum, diyebilirim.

Ama yıllar sonra bile o maçla ilgili gündeme bir şey gelse ben hemen saatlerce çektiğimiz susuzluğu hatırlıyorum.

Tıpkı Okan Buruk’un yıllar sonra teknik direktör olarak Ankara’da şampiyonluk kazandığında duygusal bir şekilde o maçı futbolseverlere hatırlattığında olduğu gibi...