Elif Aybike DEMİR'in 6 Nisan 2024 tarihli yazısı: Büyüdük de Ne Oldu?
Son zamanlarda sıklıkla çeşitli yollar ve kanallar aracılığı ile karşıma çıkan bir konu var. Durum özetle; büyüdüğümüzde çocukluğumuzu arkamızda bırakıp güzel anlarımızı bile unutuyor olmamız, artık "büyük" bir birey olduğumuzda mutluluğun maddiyatta olduğuna inanma eğilimimizin her geçen gün daha da artması gerçeğinin çocuklar tarafından hiç beklemediğimiz bir şekilde karşımıza koyuluvermesi şeklinde anlatılabilir.
Karşılaştığım bu farklı içerikler ve muhabbetler ayrıca kendimizi gerçek iletişimlerden, gerçek bağlar kurmaktan nasıl alıkoyduğumuz, mahrum bıraktığımız bağlamında da değerlendirilebilir.
Denk geldiğim içeriklerden birinde çocuklar ve ebeveynleri ile gerçekleştirilen bir çalışma bulunuyor. Bu çalışmada anne-babalara "Çocuğunuza en mutlu olduğu anı sorarsak sizce bize ne anlatır" sorusu yöneltiliyor. Evladını çok iyi tanıdığını iddia edebilecek pek çok ebeveyn gibi, bu etkinlikte yer alanlar da kendilerinden emin bir biçimde bazı yanıtlar veriyor.
Yazıya yapmış olduğum girişten de anlaşılabileceği üzere verilen cevapların hepsi; "Ona tablet almıştık, çok sevinmişti", "Alışveriş merkezine götürdüğümüzde ne kadar fazla mağaza olduğunu görüp çok mutlu olmuştu", "Antalya'ya tatile gitmiştik", "İstediği akülü arabayı almıştık", odasına yeni mobilyalar almamız onu mutlu etmişti" gibi maddi şeyleri barındırıyor.
Sıra çocukların yanıtlarına geldiğinde ise durum bambaşka bir hâl alıyor. Minik insanların, aynı soruya; "Babam işten geldiğinde karnında zıpladığım anlar", "Köyde tavuklarla geçirdiğimiz vakit", "Birlikte saklambaç oynamamız", "Mısır patlatıp birbirimize sarılarak film izlememiz", "Onlara omlet yaptığım zaman", "Kardeşim doğduğunda onu gördüğüm ilk an", "Mutfakta beraber yemek yapmamız" şeklinde cevaplar vermesi; küçük dünyalarında, ufacık gibi görünen temasların aslında “en mutlu olunan an" olmayı hak edecek kadar değerli olduğunu gösteriyor.
Açık Beyin ekibi tarafından hazırlanan “Yeni Köye Eski Adetler” adlı programın bölümlerinden birinde de buna benzer bir örneği dinlemiştim. Programda, Eğitimci-Sosyolog Ali Koç'un anlattıklarına göre; düzenlenen bir kamp etkinliğine katılan 50 çocukla anket çalışması yapılıyor ve çocuklara "Evde en çok neyi özlediniz" diye soruluyor. Kampçıların teknolojik cihazları özlediklerini söylemesi beklenirken "Kuzenlerimle yemek yemeye çıkmayı", "Kardeşimle vakit geçirmeyi", “Ailemle mutfakta olmayı" şeklindeki yanıtlarla karşılaşılıyor.
Her ne kadar bizlere kıyasla daha teknoloji yoğun yaşanan çağın çocukları olsalar da onların da birer "insan" olduklarını, her insan gibi asıl ihtiyaçlarının "gerçek ilişkiler" olduğunu gözden kaçırıyoruz. Belki de o kadar yoğunuz ki onları bilinçli olarak kendimizden uzaklaştırıyoruz. Çocuklarımızı beslerken ilgilerini çekebilecek iletişim yolları bulmak yerine önlerine ekran koyuyoruz. Bütün gün bizleri özledikleri için yakınımızda olmak istediklerinde onlara zaman ayırmak yerine çok yorgun olduğumuz için ellerine akıllı cihaz tutuşturuyoruz. Rahat ve güvende hissederek uykuya dalabilmeleri için kitap okuyup masallar anlatıp saçlarını okşamak yerine "İzleyip izleyip yorulsun da uyuyakalsın" diye yine bir ekrana maruz bırakıyoruz.
Önce kendi çocukluğumuzu unutuyoruz, sonra çocuklarımızı kendimizden uzaklaştırıyoruz. Bir arada olmanın, birbirimizle temas hâlinde bulunmanın manevi hazzını küçümseyip maddi amaçları yüceltiyoruz.
Yazıyı, Ogün Sanlısoy'un "Büyüdük Aniden" isimli şarkısından bazı sözlerle bitireyim: "Hayallerimiz vardı, uçurtmalar geçen içinden/Koşardık bayırlarda, ağaç evler kurardık, bedavaydı çiçekler, taçlar yapardık/Ve birden büyüdük aniden/Büyüdük de sanki ne oldu?"