Tuğba EROĞLU'nun 6 Ocak 2024 tarihli yazısı: Duvarların Ardında Kalan Acılar
Dört duvar arasında kalan acılar, yaşanan kayıpları sığdıramayacak kadar geniş. İnşa edilen yeni duvarlar boşluğu dolduramayacak, yıkılan binaları, yıkılan hayatları tamir edemeyecek.
Yaklaşık bir yıl önce, 6 Şubat tarihi, Türkiye için unutulmaz bir iz bıraktı. Depremin yıkıcı gücü, 11 ili sarsarken hepimizi derinden yaraladı. O gün, toprak altında yıllarca biriken gerilim, hayatlarımızı altüst etti. Deprem sadece binaları değil, aynı zamanda kalplerimizi de sarsarak acı ve kayıp dolu bir yılın başlangıcı oldu.
Her birimiz o dehşet dolu gecenin sabahında, 7 Şubat’ta ağladı. Sanki toprak altında, yıllardır biriktirdiği acıları bir anda yüzeye çıkartan bir doğanın çığlığıydı. Binlerce insanın hayatının sonsuza dek değiştiği bir ânı hatırlamak, içimizde burukluk bıraktı.
Kimimiz yıkıntıların arasında sevdiklerini, kimimiz ise sadece anılarını aradı. Bir çift el ise tüm insanlığın canını acıttı. Kadrajlara yansıyan bir babanın, evladının elini tutup beklediği o koskoca sessiz fotoğraftı.
Duvarların çiviyle sabitlenen raflarında kışlıklar, seneye de giyerim diye alınan kıyafetler, geceden “Sabah hallederim” diye bırakılan yarım işler…
O gün, sevdiklerimizi kaybetmenin acısıyla yüzleşirken yaşamın kırılganlığını ve belirsizliğini bir kez daha hissettik.
Geçen bir yıl içinde, yaşadığımız bu felaketin izleriyle yüzleşmek, kaybettiklerimize olan özlemi daha da derinleştirdi. Her anı, her anımsatıcı, bir yıl önceki acıları hatırlattı; sevdiklerimizden geriye kalan sadece anılar ve özlem dolu bir sessizlikti.
Belki de en zor olan, kayıplarımızın boşluklarını dolduramamanın acısı. Bir yıl önce yanımızda olan sevdiklerimiz, şimdi sadece hatıralarda yaşayabiliyor. O güzel gülüşler, sıcak kucaklamalar, şimdi yalnızca anı defterimizde yer alıyor.
Depremin ardından, sevdiklerimize sarılamamanın, onlarla paylaşamamanın hüznü, zamanla azalmıyor, aksine her geçen gün daha da keskinleşiyor. Her özlem dolu an, sevdiklerimizin yokluğunu daha derin bir şekilde hissettiriyor ve bu ağıt, sadece bizim değil, tüm toplumun ortak bir ağıtı. Depremin vurduğu her aile, her kalp aynı acıyı paylaşıyor. Bir yılın ardından bile o karanlık günün etkileri, hayatlarımızı sarmalıyor ve sevdiklerimize duyduğumuz özlemi taze tutuyor.
Deprem yalnızca binaları yıkmakla kalmadı; aynı zamanda insanların hayatlarını da yerle bir etti. Kayıplarımızın ardında bıraktığı boşluk, yüreklerimizde derin bir acı bıraktı.
Evlatlarını, eşlerini, dostlarını kaybeden insanlar, yaralı bir toplumun parçaları hâline geldi. O boş koltukların, dolmaz gibi görünen boşlukların hepimizde bıraktığı derin yaralar, zaman geçse de kapanmayacak gibi görünüyor.
Depremin ardından yaşanan bu kayıplar sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal anlamda da büyük bir yük getirdi. Her bir kaybın ardında bırakılan boşlukla başa çıkma mücadelesi veren birçok aile var. O masum gülüşler, anlatılmamış hikâyeler ve paylaşılmamış anılar, depremin ardında bıraktığı izlerin en derin olanları.
Yaşadığımız acılar bize dayanışma içinde olmanın, güvenli bir toplum oluşturmanın ne kadar önemli olduğunu hatırlattı. Birbirimize destek olmalı, zor durumlar karşısında güç birliği yapmalıyız. Belki de bu felaket, bize insanlık olarak daha güçlü bir şekilde bir araya gelme fırsatı tanıdı.
Ne sevinçler ne hüzünler ne çığlıklar duyuldu bu memlekette. Anadolu’nun beşiği derken sadece sallanmadık, hepimiz sarsıldık.
Bir yılın ardından bile, gökyüzüne yankılanan bu ağıt, sevdiklerimize olan özlemimizin bir sembolü olacak. Onları asla unutturmayacak, o gecenin ağırlığı üzerimizden asla kalkmayacak.
Yiten canlarımıza saygı ve sevgiyle…