Tuğba EROĞLU'nun 20 Ocak 2024 tarihli yazısı: Unutulmaz Anılar, Sıcak Kahkahalar
Gökyüzü, bir zamanlar güneşin doğuşuyla parıldayan çocukluğumuzun masmavi gökyüzüydü. Gün içindeki telaşın ortasında, çayın demini bekleyen küçük fincanlarla dolu sofralar, tıpkı o masum günler gibi sıcak ve samimiydi. Bu yüzdendir ki Türk milletinin vazgeçemediği alışkanlıklar, gönlümüzde derin bir nostalji bırakır.
Her damla çay, yıllar öncesine, dede ve ninelerimizin hikâyelerine bir yolculuk gibiydi. Çay demlemek, bir ritüelden çok öteydi; bir fincanın kenarında paylaşılan anılar, sevinçler ve hüzünler, içilen çaydan daha koyu bir lezzet bırakırdı. Çay sohbetleri, sadece kahvehanenin köşesinde değil, aynı zamanda kalplerimizde de devam ederdi.
Kahvaltının anlamı, sadece doyurucu lezzetlerle değil, aynı zamanda birlikte geçirilen zamanın değeriyle de ölçülürdü. Zeytinin tuzlu lezzeti, peynirin yumuşak dokusu ve simidin hafif çıtırtısı, aile sofralarını bir araya getiren unsurlardı. Günün ilk ışıklarında paylaşılan kahvaltılar, masalarda değil, kalplerde yaşayan bir nostaljiydi.
Manevi değerlerimiz ise yüreklerimizi en çok titreten unsurlardan biriydi. Büyüklerimizin anlattığı masallarla büyüdük, ailemizin sıcaklığında huzur bulduk. Bayramlarda, özel günlerde bir araya gelmek, sevdiklerimizle birlikte olmak; bu anıların ötesinde, bir ömre değen değerlere dönüşürdü. Aile bağları, zamanın ağırlığına direnen, asla eskimeyen değerli bir kumaş gibiydi.
Bu yolla; çayın deminde, kahvaltının lezzetinde, aile sofralarındaki sıcaklıkta ve vatan sevgisinde gizli kalmış olan nostaljik değerlerimiz, aslında geçmişimizden taşıdığımız en değerli miraslardır. Bu izler, zamanın çarkına direnerek yüreklerimizde hâlâ taptaze bir şekilde yaşamaya devam eder.
Bir zamanlar, babaannelerimizin eliyle yapılan hamur kokan evlerde, dedelerimizin anlattığı masalların büyülü dünyasında geçen günleri hatırlayalım. Gelin, babaanne ve dedelerimizin vazgeçilmez alışkanlıklarına bir göz atalım; içinde hüzün, gülümseme ve bir damla yaş barındıran o sıcak hatıraları yaşayalım. Dedelerimizin alışkanlıkları arasında sabahın ilk ışıklarında uyanmak vardı. Henüz güneş doğmadan önce, bahçeden toplanan taze sebzeler ve mis gibi kokan ekmeklerle dolu mutfaklar hazırlanırdı. Babaannelerimiz, ellerindeki tecrübe ve sevgiyle, sofralara lezzet katarken dedelerimiz gazetelerini okurken bahçede gezintiye çıkardı. Akşamları, babaannelerimizin ördüğü sıcacık örtülerle süslenmiş koltuk köşeleri; bize bir zamanlar geçmişin hikâyelerini dinlediğimiz, o sıcak anıların izlerini taşıyan mekânlardı. Dedelerimizin anlattığı masallar, hayal gücümüzü beslediği gibi, yaşanmışlıklarını da paylaşarak bizlere hayatın değerini öğretirdi. Babaannelerimizin toprak kokan bahçeleri, dedelerimizin ise o bahçelerde geçirdikleri saatler, aile bağlarını güçlendiren önemli anılardı. Birlikte çalışmak, sebzeleri toplamak ve çiçekleri sulamak yalnızca bir uğraşı değil, aynı zamanda birbirlerine olan sevgiyi pekiştiren bir ritüeldi. Dedelerimiz, yaşadıkları deneyimlerin verdiği bilgelikle dolup taşar, bize hayatın içindeki değerleri öğretirken babaannelerimiz de sevgi dolu bakışları ve şefkat dolu öğütleriyle yolumuzu aydınlatırdı. Onların yanında geçen her an, bir anı olmanın ötesinde bir yaşam dersiydi.
Babaanne ve dedelerimizin alışkanlıkları, geçmişe bir saygı duruşu olmanın yanı sıra bizlere bıraktıkları en değerli miraslardan biridir. Bu sıcak hatıralar, yaşamımızın her anında rehberimiz olmaya devam ediyor. Onların anıları; sevgiyle yoğrulmuş, hüzün ve mutluluğun iç içe geçtiği unutulmaz bir zaman dilimini temsil ediyor.