Tuğba EROĞLU'nun 25 Ocak 2024 tarihli yazısı: Küçük Ayaz’ın Solan Çiçeği
Gökyüzü, gri bulutlarla örtülü. Rüzgâr, derme çatma çadırları sallarken umutsuzluk kokularını taşıyor. Bu çadır kentte yaşayan insanlar, hayatın zorluklarına rağmen direniyor. Ancak içlerinden biri var ki umudu bir gülde buluyor: Küçük Ayaz.
Ayaz, çadır kentin tozlu sokaklarında yaşayan bir çocuk. Ayaz, her gün sabahın erken saatlerinde kalkıp çevresindeki çiçekleri topluyor. Nedeni basit ama bir o kadar anlamlı: İnsanlara umut aşılamak için gül satıyor.
Çoğu çocuk, oyun oynamak için dışarı çıkarken Ayaz, küçük sepetini alıp çiçekleri topluyor. Ellerindeki toprak, yüzündeki gülümseme kadar her şey doğal ve içten. Gün içinde çadır kentte dolaşarak insanlara renkli çiçekler sunuyor. Bir yandan çocukluğunu yaşamaya çalışırken bir yandan da insanların içindeki umudu yeşertmeye çabalıyor.
Ayaz'ın çiçekleri sadece renkleriyle değil, aynı zamanda taşıdığı anlamla da dikkat çekiyor. Her gül, yaşamın güzelliklerini hatırlatıyor. Bir gün, Ayaz'ın yolu bir yaşlı teyzeyle kesişiyor. Teyze, çiçekleri alırken gözleri parlıyor, yılların yorgunluğunu bir an için unutuyor. Ayaz, bu anı hatırladıkça yüreği ısınıyor.
Çadır kentteki hayat zor ama belki de umut, en umutsuz anlarda bile bir gülden, bir çiçekten doğuyor. Ayaz, kendi küçük dünyasında büyürken çadır kentin gri duvarlarına rengini katıyor ve bu renk, umudun ta kendisi oluyor.
Rüzgârın soğuk nefesi, derme çatma çadırların telleri arasında çınlıyor. Gökyüzü, bulutların ardına gizlenmiş, çaresizliğin ve umutsuzluğun damlalarını bırakarak yağmurla ıslanıyor. İnsanlar, çadırlarının içindeki umutsuzluk duvarlarını sıkı sıkıya örmüş, içsel fırtınalara karşı dimdik durmaya çalışıyor.
Çadır kentin sokakları âdeta bir gri ressamın fırçasından çıkmış gibiydi. Ayaz, yürüdükçe çiçeklerin renkleri, gri duvarların arasında kayboluyordu. İnsanlar, kendi dünyalarında kaybolmuş gibiydi; yorgun bakışlar, umutsuz geçişler, sessiz çığlıklar...
Ayaz, gözyaşları arasında sokakları dolaşıyordu. Her damla yağmur, içinde biriken hüzünleri temizlemeye çalışıyordu. Bu küçük kahraman, kendi içindeki fırtınayı bastırmaya uğraşıyordu ama gözyaşları, içsel zorlukları bir bir döküyordu.
Ayaz'ın gül satan elleri, umudu temsil ediyordu belki de. O gün, çiçekleri satıştan çok, bir çocuğun kendi içindeki fırtınayla baş etme çabasıydı. Gökyüzündeki bulutlar, Ayaz'ın yüreğindeki bulanıklığı temizlemeye çalışıyordu.
Ayaz, o gün bir başka tuhaf bir sessizlik içinde uyanmıştı. Gözleri güneşi aradı ama bulamadı. Annesinin yorgun bakışları, babasının omuzlarındaki yük ve çadırın gri duvarlarından yansıyan iç karartıcı atmosfer, Ayaz'ın yüreğini ağırlaştırıyordu. O an, çiçekleriyle dolu sepetini alıp dışarı çıkma isteği onu sardı.
Ayaz, sevgiyle büyütülmüş bir çocuktu. Ancak o gün, sevdiği renkleri bile kaybetmiş gibiydi. Sepetinden bir çiçek seçti fakat gözleri dolu dolu bakıyordu. Kalabalığın içinde kaybolmuş, çiçeğin yaprakları yağmur damlaları arasında titriyordu, sanki çocuğun yüreği kadar kırılgandı.
Gözleri çadırın içinde dolaşırken Ayaz, annesini arıyordu. Ancak karşısında sevdiği kadının yokluğuyla yüzleşti. Solgun yüzleri, bir zamanlar annesinin sevgisiyle parlayan gözleri, artık geride sadece solmuş bir resim bırakmıştı. Gül satışları, Ayaz'ın iç dünyasındaki acı gerçeği örtemiyordu.
Solmuş yapraklar, Ayaz'ın sevgiyle büyüdüğü annesinin kaybını simgeliyordu. Bir zamanlar rengârenk olan çiçekler, şimdi solmuş ve ölmüş gibiydi. Ayaz'ın elleri, sevgi dolu bir zamanı arıyordu sanki ama artık annesi, solmuş çiçekler arasında hüzünle bekleyen bir anıydı sadece.
Çadır kentin gri duvarları, Ayaz'ın içindeki karanlık bulutları daha da yoğunlaştırıyordu. Yağmur, yavaş yavaş yağmaya başladığında sanki gözyaşları da çadırın içinde birikip solmuş çiçekleri yıkamaya çalışıyordu. Ayaz, annesizliğin ağırlığı altında ezilmiş, solmuş çiçeklerin gölgesinde kendi yitik baharını arıyordu. Belki de yağmur, solmuş gül yaprakları arasında kaybolmuş bir umudu yeşertmeye yetecekti.