R. Bülend Kırmacı'nın 18 Ocak 2023 tarihli yazısı: El Yordamıyla, El Parasıyla Ekonomi!

EKONOMİ SİYASETTEN AYRILMAZ

Ekonomiyi siyasetten ayıramazsınız. Yönetim açısından ekonomik kararlar siyasi kararlardır. İster devlet yönetiminde olsun, ister özel sektörün karar alma süreçlerinde oluşsun; nihayet herhangi bir yatırım, tasarruf, harcama, görevlendirme, yetkilendirme, iş birliği, ortaklık veya yol arkadaşlığının ilgası siyasi bir karardır. Burada “siyaset” derken, kanıksandık anlamda sağ-sol değil, parti siyaseti değil; bir tercihler, öncelikler, olanaklar/kısıtlar; fırsatlar/riskler; fayda/maliyet ekseninde alınan ekonomi-politik kararları kastediyoruz. Bununla birlikte genel sistem kuramı içinde ekonomik ve siyasal kurumlar da birbirleriyle ara kesitler, ortak alanlar oluşturan kurumlar olarak işler ve iş görürler; bu nedenle ülkenin genel siyasetinin ve o siyasetin ekonomi tercihlerinin hayat eğrisi üzerindeki etkisi de ayrıca tartışmasızdır. Örneğin, siyaset, bankacılık alanında düzenlemeler yapar, bu düzenlemeler kredi kullanımını, yatırım ve borç kararlarını etkiler; siyaset, gümrük rejimi hakkında uygulamaları devreye sokar, bu süreç, ithalat ve ihracat projeksiyonlarını etkiler; siyaset, ikili ve çok taraflı anlaşmalar ihdas eder, bu çerçeve dışarıya açılmayı, hedef pazarları, ortaklıkları belirler.

HARCADIĞIN DA KAZANDIĞIN DA NEDEN YOKSULLAŞTIRIYOR?

Türkiye’ye baktığımızda devletin ekonomi yönetiminde önemli bir deneyim birikimi olmakla beraber, stratejik boyutta kırılmalar görülmekte, bunun nedenleri arasında, özellikle son yıllarda liyakate yeterince önem verilmemesi ile karma ekonomi modelinin kaldıracı olan KİT’lerin “piyasadan çekilmesi” gibi olgular belirleyici olmaktadır.

Türkiye, bankasıyla, fabrikasıyla kamuculuktan feragat ettikçe piyasanın, pazarın dengelenmesi açısından adeta “silah bırakmış”, özelleştirmeciliğin kolaycılığından işsizliğe, borçlanmanın aldatıcı konforundan bütçesini tarumar eden faiz yüküne, dış ticarette negatif dengelerden TL’sini yapay tatlandırıcı gibi, yapay koruma maliyetlerine duçar olmuştur. Neden? Nedeni şu; çok partili demokrasiyle geride bıraktığımız 70 yıldır “işi yanlış yerden” tuttuk; har vurup harman savurduk, savurganlık ve lüks ithalata dayalı yönelim, turizm gelirleriyle, net hata/noksan ile biçim alan bir büyümeyi getirdi, o büyüme ise sınıflar arasında “eşit” dağıtılıp, eşitsizliği geliştirdi ve sonuçta “yoksullaştıran bir zenginleşme” tablosunu ortaya çıkarttık. Bu gerçekten tarihi bir başarıdır! Düşünsenize, harcadığınız da, kazandığınız da sizi yoksullaştırıyor! Öyle oluyor, çünkü maliye politikalarımız içinde gelir dağılımında hakkaniyet, vergide adalet yok! Gelirler içinde katma değer sağlayan teknoloji tabanlı ihraç malları yok. Tam tersine ihracat içinde ithalatın payı çok!

"DEVLETE MUHTAÇ" BİR ÖZEL SEKTÖR

Türkiye’de özel sektörün de pek uzun vadeli politikalara aşina olduğu söylenemez. En azından performans değerlendirme matrislerinin yerleştiği iddia edilemez. O nedenle kazancı, kârı, faaliyet dışındandır, başarısı biraz da rastlantıya ve aksak rekabete dayanır. Daha düne kadar aile şirketleri olarak yönetilen büyük holdingler, borsanın finansmanın gelişmesi, dışa açılma süreçlerinin çeşitlenmesi, dünya ticaret koşullarında -her ne kadar salgınla daralma olsa da- internet çağının getirdiği yeni ufuklar, bu konuda (özel sektörün projeksiyonlar, planlar geliştirmesi konusunda) sektöre belli bir ivme katmıştır. Ne var ki bizde, özel sektörün hâlâ devletin kredileri, teşvikleri, vergi kolaylıklarına bağımlı olduğu ve buna ilişkin tasarrufların siyaset tarafınca belirlendiği, bu nedenle de gerçekte tam anlamda bir serbest rekabetin geçerli olmadığı da söylenebilir. Özel sektör bu minvalde ekonomiden önce siyasete “yatırım” yapmak, özellikle de iktidara ters düşmemek noktasında bir gayretin sorumluluğunu boynunda taşır. Bu olgu, tarihin getirdiği, toprak mülkiyetinin devlette kaldığı, devletin zayıfladığı dönemlerdeyse toprağın karın doyurmadığı, öte yandan, sendikal hakların budandığı, sendikacıların sınıf temsilinden giderek ve de yozlaşarak uzaklaştığı, dahası son yıllarda uygulanan ekonomi siyasetiyle taşınmazların yabancılaştığı bir tabloyla sürer gider. Nihayet özel sektör milli duruşta, işçi sendikaları milli direnmede yeterince etkili değillerdir.

BAŞKASININ PARASIYLA, BAŞKASININ BAŞARISIZLIĞIYLA

Evet, ekonomimizin tarafları tavırlarını el yordamıyla belirliyor. Ne işveren ne işçi kendi çıkarı temelinde uzun vadeli pozisyon alamadığı için de gerçek bir toplumsal barış, takım oyunu, birlikte hedefe odaklanma gerçekleşmiyor… Herkes günü kurtarmak, başkasının parasıyla çarkları çevirmek derdinde. Borçlanmaysa bağımlılık noktasına erişmiş bulunuyor. Düşünelim: Öyle bir ekonomik işleyiş ki, “siz çalışır gibi yapıyorsunuz, onlar da maaş verir gibi yapıyor”. Öyle bir devlet iktisadı yönetimi ki; plana, yatırıma, üretime, istihdama değil, en fazla iki bütçe dönemi uzaklıkta bir ufukla, anında alınan anında bozulan kararlarla, günü kurtarmaya dayanıyor… Böyle bir yapıda, insan gücü planlaması yok, eğitim ile endüstri bağı yetersiz, uzay araştırmalarına tarımsal analizleri eklemek hak getire, robot ve otomasyonun geleceğinde ülkenin ve şirketlerin durumunu analiz etmek ne mümkün? Bulduklarını yiyen, bulamayınca sabreden, başkasının ayağını kaydırmaya, diğerinin başarısızlığı üzerinden başarısını oluşturmaya çalışan bir toplum hâlindeyiz.

EL YORDAMIYLA ALINAN KARARLAR

Sonuçta şu var; sahip olduklarımızın efendisi, hırslarımızın kölesi olarak, el yordamıyla iktisadi kararlar alıyoruz… Bu işleyiş, bu yapı; tam anlamıyla çağdışı. İçeride birbirimizi “üterken”, dış rekabete açıldığımızda eziliyoruz… Oysa özel işletmelerimiz, kamu işletmelerimiz, küçük, orta ve büyük şirketlerimiz, mutlak anlamda yenilenmeli; bilimin ışığında, ülke ve dünya gerçekleri temelinde, kısa-orta-uzun vadeli planlar geliştirmeli, bu planlar temelinde, işe alımlardan yatırım kararlarına, bilançonun saydamlığından tesis edilecek veya revize edilecek ortaklıklara, tam bir iktisadi akıl ve buna yaraşır bir iktisadi-politika ile yönetilmeli...

ORTAÇAĞ KAFASIYLA BU ÇAĞDA BAŞARI YOK

Aksine bir tutum ortaçağdır, karşı taraf serbest güreşirken senin grekoromen güreşmendir, karşı taraf motor kullanırken senin sabana öykünmendir, karşı taraf başarı merdivenlerini geometrik ardıllıkla çıkarken, senin arkasında bakakalman ve mehter marşıyla kabuğuna çekilmen demektir…

Çağdaş toplum-modern devlet iktisadi kurumsallıkla, belli bir politikayı akılla, bilimle üreten ve ısrarla, kararlılıkla sürdüren insanların ve kurumların toplamıdır.

Bu olgu iktisadi zenginliği olduğu kadar, sosyal dayanışmayı da güçlendirecek ve ekonomide demokrasinin önünü açacak bir olgudur. İhtiyacımız olan ekonomisiyle, demokrasisiyle yaşayan, yarışan, gelişen kurumlara sahip olmaktır. Bu yolda, öz gücümüzle, öz güvenle, öz kaynaklarla güçlerimizi ve deneyimimizi birleştirmeliyiz!