Prof. Dr. Esat ARSLAN'ın 22 Mayıs 2023 tarihli yazısı: Kırım Tatar Türklerinin Sürgünü
Orta Asya derinliklerinde yaşam savaşı veren tek tük Türk ailelerinin tespih tanesi gibi dağıtılmış olduklarını, yaşamaya çalıştıkları mahallerde gördüğümde önce zangır zangır titrercesine irkilirim, sonra da hayat kavgalarını dinlediğimde acımsanırım ta iliklerime kadar. Zorla anavatanlarından bir gecede göçürülen kimlerdir, Stalin tarafından sürgün gailesi başlarına çalınanlar? Ahıska’dan bir gecede koparılan Misket Türkleri böyledir, Kırım Tatar Türklerinin sürgünü böyledir, Kafkasya’dan göçürülen Çeçen ve İnguşlar böyledir. Kafkasya’nın kuzeyinden Balkar ve Karaçiler ile Hazar Denizi kıyısından Kalmuk Türkleri de Almanlarla işbirliği yaptıkları şüphesine kurban edilmişlerdir. 1942-43 yıllarında Alman ordusu Kırım ve Kafkas bölgesinde ilerlerken işbirlikçiler olarak zan altında bırakılmışlardır. Sibirya’ya doğru yapılan zorlu yolculuğun ardından sürgünler, bir yerden bir yere gitmelerini sınırlayan katı düzenlemelere maruz bırakılmışlardır. Sadece o kadar mı? Gittikleri yerlerde de prangalı mahkûm muamelesi görmüşlerdir. Şanslı olan sürgün aileler, bölge halkının evlerine yerleştirilmiş, kendilerine yamyam muamelesi yapılmış, bir kısmı sonradan kabul edilmiş ama aynı ev içinde tecrit edilerek onlarla konuşulmamıştır, bile. Bu durum ne zamana kadar sürmüştür? Emri veren Stalin'in ölümünden dört yıl sonraya kadar. 1957'de sürgünlerin yurtlarına geri dönmesine izin verilmiş, ama tehcire tabi tutulan yurtlarından edilen Türkler param parça edilmişlerdir.
Evet sevgili okurlar 79 yıl önce 18 Mayıs 1944 tarihinde Kırım Tatar Türklerinin, Sovyetler Birliği'nin lideri Josef Stalin'in acımasız kararıyla, öz yurtlarından bir gecede koparılarak insanlık dışı koşullardaki tren vagonlarıyla Orta Asya'ya sürgün edilişinin acısını ta derinlerde yüreğimizde hissediyoruz, tüm hücrelerimize, DNA moleküllerimize kadar duyumsuyoruz.
Kırım Tatar Türk sürgününün 79. yılında acıların hafızalardaki yerini koruduğunu sadece söylemekle yetinelim. Rus Çariçesi II. Katerina'nın Kırım Tatar Türklerini yok etme politikasıyla başlayan tehcirler, sürgünler, geleneksel olarak Sovyetler Birliği döneminde daha da artmış, Çarlık Rusya’sından bu politikayı devralan Sovyet Rusya ise bu politikaları farklı yöntemlerle hem Ortodoksluk hem de Ruslaştırma politikalarıyla bütünleştirerek sürdürmüştür. (1)
Açıkça kabul etmek gerekir ki, ‘Kırım Tatar Türk Halkı’ Osmanlı Devleti’nin giraylarıdır, cengaverleridir. Her zaman Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki fütuhatında kalıcılığın anahtarı olmuşlar ve şövalye ruhlarını savaş alanlarına yansıtmasını da bilmişlerdir. Avusturya’nın Bosna-Hersek başta olmak üzere Makedonya saldırılarında kendilerini siper etmişler, cephenin en ileri noktalarında gazilik ve şehitlik mertebesine erişmişlerdir. Malum, Osmanlı Ordusu padişahlarının tuğralarında “Muzaffer Daima” sözcükleri gibi her savaştan, her muharebeden muzaffer olarak ayrılmamışlardır. 622 yıl hüküm süren ve dünya siyasetinin önemli aktörlerinden biri olan Osmanlı Devleti’nin tarihi; kazanılan büyük zaferlerin yanında, yaşanan yenilgilerin de tarihidir. Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da yenildiği savaşlar, kimi zaman yaşanan büyük toprak kayıplarıyla kimi zaman da savaş sonrası yapılan ağır antlaşmalarla anımsanır ama Osmanlı Devleti’nin tarihi muzafferiyetler üzerine kuruludur. (2) Ancak tarihin belli dönemlerinde, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da yitirdiği savaşlar, savaşlar içerisindeki önemli muharebeler sadece Rumeli’deki fetih hareketlerini durdurmakla kalmamış, büyük toprak kayıplarıyla birlikte Anadolu içerisine doğru büyük göç hareketlerine de neden olmuştur. Aslında Osmanlı Devleti 1700’lere gelindiğinde önce duraklamağa sonra da gerilemeğe başlamış, neredeyse 200 sene gittikçe ağırlaşan felçli bir yaşam sürmüş, her seferinde Avrupa’dan toprak vererek çekilmek zorunda kalmıştır.
Günümüzden 334 yıl önce 25-27 Ekim 1689 tarihinde II. Viyana Kuşatmasından sonra başlayan muharebelerde Avusturyalı General Piccolomini tarafından 25-27 Ekim 1689 tarihinde Üsküp; 326 yıl önce 24-25 Ekim 1697 tarihinde Savoy Prensi Eugen Saraybosna'yı işgal ederek binlerce Müslümanı katlederek iki şehri de yakıp yıkmışlardır. General Piccolomini’nin emriyle Üsküp şehri ateşe verilmiştir. Bu yangın ve yıkım, 26 ve 27 Ekim olarak iki gün sürmüştür. Bu büyük yıkımda birçok dükkân ve ev yok edilmiş, en büyük zarar da şehrin Yahudi mahallesinde görülmüştür. I. Balkan Savaşında Selanik’te de durum aynen cereyan etmiş, sinagoglar yakılmış yıkılmış, kadınların ırzına geçilmiş ve kadın çoluk çocuk toplu kırımlara tabi tutulmuşlardır. Savoy Prensi Eugen ise Günlüğünde 24-25 Ekim 1697 tarihinde Saraybosna'daki Türk kadınları öldürdüklerini, 120 camiyi yaktıklarını anlatmaktadır. (3)
Avusturya kuvvetlerinin bölgedeki işgali pek çok Müslüman ve gayri müslim halkın öldürülmesi korku ve endişe sonucu Müslüman Türk ahalinin bir bölümü Sofya ve Belgrad’a göç ederken, diğer bölümü de İstanbul’a hicret ederek Eyüp civarına yerleşmiş ve burada Üsküp mahallesini kurmuşlardır. Bilindiği üzere özellikle de Haliç’in karşı kıyısında Hasköy İspanya’dan Katolik Ferdinand ve Katolik Isabel’in zulmünden kaçan Seferad Yahudilerinin yerleşim bölgesi olmuştur. Osmanlı Devleti duruma derhal müdahale etmiş Mora Seraskeri Koca Halil Paşa ile Kırım Hanı Selim Giray görevlendirilmişlerdir. Büyük ölçüde Kırım Tatar Türklerinden oluşan Osmanlı Ordusu, Üsküp’ü Kosova’ya bağlayan Kaçanik Boğazı’nda ve Kosova’da Avusturyalıları mağlûp ederek Üsküp’ü tekrar Osmanlı egemenliğine almıştır. Kaçanik Boğazı muharebelerinde dişe diş, kana kan, cana can mücadele eden ve vücutlarını siper eden Kırım Tatar Türkleri bu muharebelerde gazilik ve şehitlik mertebesine ulaşmışlardır. Bu kahraman Kırım Tatar Türklerinin aziz naaşları günümüzde Fransız bayrağının dalgalandığı Fransız Mezarlığının yanındaki Osmanlı Şehitliğine defnedilmiştir. Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki, Kuzey Makedonya başkentindeki Osmanlı Şehitliği ABD marifetiyle yok edilmiştir. Malum, ABD II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’daki sömürgesi Almanya’da Nazi izlerini siler gibi, Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki bakiyesini bir oldubittiyle üstlenmiş, Türk izlerini silme işlevlerine aralıksız devam etmektedir. Evet Sevgili okurlar, bu cümleden olmak üzere ABD, Büyükelçiliğini Vardar Makedonya’sında Üsküp’de Osmanlı şehitliğinin üzerinde yükseltmiş ve bunda da hiçbir beis görmemiştir. Düşünebiliyor musunuz, Osmanlı Şehitliği üzerinde ABD Büyükelçiliği yükselirken, yanındaki Fransız Mezarlığında Fransız bayrağı hâlâ mağrur dalgalanmasını sürdürmektedir. Ne demeli? Ne dememi beklersiniz? Şehitlikte yatan yüzlerce şehidin kemiklerine kimseler sahip çıkmadığı gibi, bir anıt yapılmasına da kimseler ön ayak olmamıştır. Bu durum delilleriyle Üsküp’te Türk ilgilerine anlatılmış, maalesef bürokrasi engeli aşılamamıştır. Vietnam’da kaybolan Amerikan askerlerinin kemikleri için bütçeye para koyan ABD, Osmanlı şehitlerinin kemiklerini delikli buldozerle çıkartmış ve yok etmiştir. Şimdi sorarım size bunun İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'nda öldürülen gazeteci ABD vatandaşı Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim 2018 tarihinde öldürülüp, parçalandıktan sonra yakılmasından ne farkı vardır?
Unutmayalım, şehitler bir ülkenin varlığının tapu senedidir ve her şehit vatan topraklarına çakılan sökülmez bir çividir. Bir gül bahçesine girercesine toprağa düşen her şehit varlığımızın tescili, birer tapu senedidir. İşte bu nedenle bu bilincin yok edilmesi gerekli görülmüştür. Bu nedenle ABD, Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki 550 yıllık varlığını bu şekilde bitireceklerine inanmıştır. İşte bu nedenle ABD tarafından, Amerika’nın yabancı topraklarda kurduğu gelmiş geçmiş en büyük askeri üssünü, “21. Yüzyılın silah deposu” olarak da anılan ‘Bondsteel Camp’ bir başka Osmanlı toprağında Kosova’da inşa edilmiştir. Kosova'da görev yapan KFOR askerleri 'Uzaydan görünen iki şey var. Biri Çin Seddi, diğeri bu üs' demekteler. Bu sahipsizliğin nerelere vardırıldığı ilgili ilgililere duyurulur. Önce, Kırım Tatar Türklerinin Osmanlı Şehitliğinde yatan şehitlerinin kemikleri yok edilmiş, sonra da Kırım’daki varlığı yok edilmesi işlevine girişilmiştir.
Kırım'ın Osmanlı Devleti'nin kontrolünden çıkmasıyla başlayan Kırım Tatar Türk halkının acısı hiç bitmemiştir. Sürgün yaşayan Kırım Türklerinin ilk adresi bütün diğer mülteciler gibi Anadolu olmuş, Rus çarlığının baskısıyla pek çok Kırım Tatar Türkü Osmanlı Devleti’ne sığınmıştır.
Kırım’da kalanların acısı daha büyük olmuş, İkinci Dünya Savaşı başladıktan bir süre sonra Kırım yarımadasını yitiren Sovyet Rusyası, yarımadayı tekrar Nazi Almanyası'ndan geri aldıktan sonra Kırım Tatar halkına baskı uygulamaya başlamıştır. Bu politikanın adı işbirlikçi adı altında Kırım Tatar Türklerinin göçürülmesidir. Diğer bir ifadeyle Nazi Almanya’sı ile işbirliği suçlamasına maruz kalan Kırım Tatar Türklerine uydurulan uydurma gerekçelerle yeni bir sürgünün kapısı da aralanmıştır. (2)
Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetler Birliği lideri Josef Stalin, çıkardığı gizli bir kararnameyle Kırım Tatar Türklerinin Orta Asya'da farklı bölgelere sürgün edilmesine karar vermiştir. Stalin'in kararı 18 Mayıs 1944 tarihinde gece yarısı yürürlüğe konulmuştur. Kararın ardından 15 dakika içerisinde yataklarından kaldırılarak hayvanların taşındığı vagonlara doldurulan çoğunluğu yaşlı, çocuk ve kadınlardan oluşan 250 bin civarındaki Kırım Tatar Türkü, 3 günde aç susuz Orta Asya'ya, Sibirya’ya sürgün edilmiştir. İnsanlık dışı koşullardaki vagonlarda sürgün edilenlerin yarısı daha sürüldükleri bölgelere ulaşamadan yaşamlarını yitirmişlerdir.
Stalin sonrası, Sovyet lideri Kruşçev tarafından yeni kurulan ‘Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne adeta hediye edilen Kırım, 2014’te tekrardan Rusya’nın kontrolüne geçmiştir. Rusya'nın yarımadayı ilhakı sonrasında pek çok Kırım Tatar Türk’ü yurdunu bu nedenle terk etmek zorunda kalmış büyük bir kısmı da Ukrayna’ya sığınmıştır.
II. Katerina'dan bu yana vatanlarında kalmak için mücadele veren Kırım Tatar Türk halkının bugünkü lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ve Kırım davasının pek çok önde gelen isimleri öz yurtlarından sürgün edilmiş durumdadır. Sadece bu kadarla kalsa iyi. Başta Kırımoğlu olmak üzere pek çok isme Rusya Federasyonu tarafından Kırım'a giriş yasağı getirilmiştir. Bu arada söyleyelim, kurumsallaşmaya da yasak getirilmiştir. Kırım Tatar Türklerinin ulusal iradesini temsil eden Kırım Tatar Milli Meclisi de Rus mahkemesi tarafından "aşırıcı örgüt" sayılmış ve faaliyetlerine son verilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, kompartıman diplomasisinin bir gereği olarak Kırım'ın statüsüne ilişkin doğru ve stratejik bir karar vermiştir. (4) Bu çerçevede, Rusya'nın yarımada üzerindeki yetkisini resmen tanımadığı gibi, aynı zamanda ABD ve AB'nin Rusya karşıtı yaptırımlarına destek vermekten de kaçınmaktadır. Bu dengeli konum, sadece Türkiye'nin bağımsız dış politika çizgisinin yanı sıra ekonomik egemenliğini korumasına yardımcı olduğu gibi Batılı devletler tarafından Moskova’ya karşı bir araç olarak kullanılmasını engellemekte ve ulusal hedefleri doğrultusunda kararlılıkla ilerlemesine olanak tanımaktadır. Öte yandan ‘Kırım Platformu’na katılımın gerçekten Türkiye'nin çıkarına olup olmadığı sorusu, mevcut jeopolitik durum ışığında bütün ağırlığıyla masada durmaktadır. Ancak bütün çıplaklığı ile ortada duran gerçek 1944 sürgününün acısını 79 yıldır hafızalarında tutan Kırım Tatar Türkleri bugün hâlâ öz yurtlarına dönmesi ve Dağlık Karabağ Türkleri gibi tekrardan topraklarına kavuşmaları ülküsü devam etmektedir, sevgili okurlar.
Dipnotlar:
(1) YeniBirlik Dünya, “Kırım Tatar Sürgününün 79. yılında Acılar Hafızalardaki Yerini Koruyor”, YeniBirlik Gazetesi, 18 Mayıs 2023, s.11
(2) Kubilay Kos, “Osmanlı Devleti'nin kaybettiği savaşlar neler?” Habertürk, 04.04.2023; https://www.haberturk.com/osmanli-devleti-nin-kaybettigi-savaslar-neler-osmanli-imparatorlugu-nun-kaybettigi-savaslar-ve-yillari-hteg-3478576?page=4 / Erişim Tarihi: 19.05.2023
(3) Avusturya Devlet arşivleri (http://oesta.gv.at)
(4) Mustafa Birol Güger, “Türkiye’nin Kırım politikası ve “Kırım Platformu”, Cumhuriyet Gazetesi 07.06.2021; https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiyenin-kirim-politikasi-ve-kirim-platformu-1842437 / Erişim Tarihi: 19.06.2023