Mehmet KÜÇÜKEKEN'in 29 Ekim 2024 tarihli yazısı: Maskeli Kişilikler!
Tiyatro, sahnede izleyicilere sunulan, çoğu zaman belirli mesajlar ileten kurgusal bir dünyadır. Bu kurgusal dünya, karakterlerin roller aracılığıyla belirli olayları deneyimlemelerini, yaşamın karmaşık yönlerini ve ahlaki ikilemleri yansıtır. Buna karşılık, gerçek hayat, tiyatrodan farklı olarak planlanmamış, spontane bir şekilde devam eder ve bireyler, sosyal maskeleri veya iç çatışmaları ile kendi yaşamlarını sürdürürler. Bu bağlamda, tiyatrodaki "rol" kavramı ve insanların gerçek hayatta sergiledikleri "sosyal maskeler" üzerinden tiyatro ile gerçek hayat arasındaki benzerlik ve farkları inceleyebiliriz.
Sinema insanın gözüne, tiyatro insanın ruhuna, gerçek hayattaki davranışlar da iyi ya da kötü olarak hem bizim hem de diğer insanların geleceğine hitap eder. Tiyatroda oynanması istenen rol size verilirken, gerçek yaşamda başrol her zaman sizindir ve istediğiniz zaman istediğiniz maskeyi takarak yeni karakterlere bürünebilirsiniz içinizdeki iyi ve da kötü duyguların yönlendirmesiyle.
Sizin, gerçek hayattaki rolünüzü hangi duygular şekillendiriyor ve de çevrenizdeki insanlar hangi sosyal maskeleri sıklıkla kullanıyor fark edebiliyor musunuz?
Kimler rolünün dışına çıkıyor?
Rol çalma nedir?
Gerçek hayatın acımasız yüzünü oluşturan bazı olumsuz durumlar, tiyatro sahnelerinde sıklıkla ele alınan temalardandır. Riyakarlık, adam kayırmacılık, haksızlık, yalakalık, biat etme, yandaşçılık, menfaatçilik, içten pazarlık ve yalan gibi konular, hem bireylerin toplumsal yaşamında hem de devlet yönetimlerinde karşılaşılan ciddi ahlaki sorunlardır. Özellikle siyaset ve başta dernek, kulüp ve vakıflar olmak üzere sivil toplum örgütlenmelerinde otaya çıkan olumsuz davranışları tiyatro, dramatize ederek izleyicilere bir ayna tutar ve toplumda dillendirilmeyen gerçekleri gözler önüne serer.
Tiyatroda, karakterlerin içsel çatışmaları ve ikiyüzlü tavırları dramatik bir şekilde sergilenir. Örneğin, Molière’in “Tartuffe” adlı oyununda, ahlakın arkasına sığınıp çıkar peşinde koşan Tartuffe karakteri, riyakarlığın simgesi olarak karşımıza çıkar. Bu eser, ikiyüzlü davranışların hem bireysel hem de toplumsal düzeyde nasıl güvensizlik yarattığını izleyiciye aktarır. Gerçek hayatta da riyakarlık, çıkarlar doğrultusunda insanlar arası güveni zedeler ve toplumda derin ahlaki yaralar açar.
Yönetimde liyakat ve adaletin göz ardı edilerek, kişisel bağlara ve çıkarlara göre insanları desteklemek, toplumda yaygın bir adaletsizlik kaynağıdır. Tiyatroda bu konu, halkın gözünde mizahi veya trajik bir dille eleştirilir. Shakespeare’in “Macbeth” oyununda, iktidara ulaşmak için her türlü değerden ödün veren karakterler, güç kazanma uğruna adam kayırmacılığın nasıl bir çöküş getirdiğini gösterir. Bu eser, insanların güç ve mevkilerini koruma uğruna dostluk ve sadakat gibi kavramları nasıl ihmal ettiklerini yansıtır.
İtaat kültürü ve yalakalık, bireylerin özsaygılarını yitirip otoriteye ya da mefaati için ağa baba ve de çıkar gruplarına körü körüne bağlılık geliştirmelerine neden olabilir. Tiyatro, bu durumu ele alırken, kişilerin kendi kimliklerinden vazgeçmelerini ve otoriteye sorgulamadan boyun eğmelerini eleştirir. Anton Çehov’un birçok oyununda, karakterler çıkar ilişkileri ve güce duydukları hayranlık sebebiyle kendi doğrularından ödün verirler. Bu eleştiriler, yalakalığın insan onuruna ve özgürlüğe nasıl zarar verdiğini, izleyiciye gözler önüne serer.
Özellikle Anton Çehov'un ‘’Vanya Dayı’’ eserinde, Vanya karakterinin ve diğerlerinin hayal kırıklıkları, ikiyüzlü ve içten olmayan ilişkiler üzerinden ele alınır. Çehov, burada insan ilişkilerinin yapmacıklığını ve bu sahte bağlılıkların hayatı nasıl boş bir döngüye dönüştürdüğünü gösterir. İzleyiciler, samimiyetin ve gerçekliğin önemini, karakterlerin trajik hayatları üzerinden anlar.
Tiyatro, adalet kavramını sorgulatarak izleyiciyi düşünmeye sevk eder. Gerçek hayatta çoğu zaman bireylerin menfaat peşinde koşması, adalet duygusunu yok eder. Sophokles'in “Antigone” oyununda, kralın koyduğu yasalar ile karakterin vicdani değerleri arasında yaşanan çatışma üzerinden haksızlık ve adalet kavramları işlenir. Gerçek hayatta da bu tür menfaatçi davranışlar, bireylerin birbirine ve topluma olan güvenini sarsar.
Gerçek hayatta dürüstlüğün değerini yitirmesi, toplumların temelinde ciddi yaralar açar. Tiyatroda, yalan ve sahtekarlığın kısa vadede kazanç sağlayabilirken, uzun vadede kişiyi nasıl zorlu sonuçlarla karşı karşıya bıraktığı anlatılır. Henrik İbsen’in “Bir Bebek Evi” oyununda, Nora karakterinin içinde bulunduğu yalan dolu hayatın yıkımı, dürüstlüğün ve kendine karşı dürüst olmanın önemini vurgular.
Tiyatro oyunları, dostluk ve ihanet temalarını işlerken, bireylerin menfaat uğruna birbirlerine ihanet etmelerinin sonuçlarını derinlemesine inceler. Arthur Miller’ın “Cadı Kazanı” oyunu, menfaat uğruna masum insanların nasıl suçlandığını ve içten pazarlıkların nasıl toplumda kargaşaya yol açtığını çarpıcı bir şekilde sergiler. Tiyatro, bu tür ihanetlerin topluma nasıl zarar verdiğini gösterirken, izleyiciyi dürüstlük ve samimiyete davet eder.
Tiyatro, toplumsal değerlerin eleştirisini yaparken biat kültürü ve şakşakçılığı da inceler. Şakşakçılık, insanların kendi görüşlerinden ve değerlerinden ödün verip başkalarının hoşuna gidecek davranışlarda bulunmasını ifade eder. Bertolt Brecht’in tiyatrosunda sıkça görülen bir tema olan bu tür tavırlar, bireyin kendini bir başkasına adayıp öz benliğini kaybetmesine neden olur. Tiyatro, bu davranışların bir bireyi nasıl zayıflattığını ve kişisel gelişimine engel olduğunu ele alır.
Tiyatro ve gerçek hayat arasında köklü bir bağ vardır. Tiyatro, gerçek hayatta karşılaşılan bu olumsuzlukları sahneye taşıyarak, topluma eleştirel bir bakış açısı kazandırır ve ahlaki değerleri sorgulatır.
Oyunları tiyatroda izleyelim. Kendi dünyanızı sahne yapıp, şahsınıza biçtiğiniz roller, yandaş gruplarınızdan aldığınız sufleler, menfaatleriniz uğruna sergilemek istediğiniz oyunlar, etrafınızda topladığınız figüranlar sadece sizin akıbetinizi değil belki yıllardır hakları ötelenmiş bir camiayı yahut yahut meslektaşlarınızı veyahut içinde bulunduğunuz toplumun kaderini belirleyecek ya da ailenizin, gelecek nesillerin ve dahi ülkenin durumunu derinden etki edecektir. Birbirine fikir ve yapı olarak benzemeyen ego yüklü kişilerin bir araya gelip, sosyal maskeler takarak içlerinden birini parlatma çabası da hiçbir zaman, hiçbir şekilde yanlışlar üzerine kurgulanan yapay projelerde beyhude bir faaliyetten öteye gidemez. Seçim bir gündür, geçim her gün. Başrolünü oynamaya çalıştığınız oyunun gün gelir figüranı bile olamazsınız.
Riyakarlık, adam kayırmacılık, haksızlık, yalakalık, menfaatçilik gibi toplumsal sorunlar tiyatro eserlerinde dramatik bir dille işlenerek bireylere ve topluma ayna tutar. Bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için toplumda dürüstlüğü, adaleti, liyakati ve sadakati ön plana çıkaracak değerlerin korunması gereklidir.
Siyasette, dernek, kulüp ve vakıf yönetimlerinden apartman ile site yönetimlerine hatta okul aile birliği yönetimlerine varana kadar seçimin olduğu her platformda:
Başrolü en çok hak eden alsın!
Camianın derdiyle her gün dertlenen koca yürekli liderler gelsin!
Perde açıldığında sahneyi liderin ışığı parlatsın!
Tiyatro, bireylere ve topluma bu değerlerin önemini hatırlatmaya ve insanları düşünmeye teşvik etmeye devam eder.
Tiyatro, gerçek hayattaki davranışlarımızı eleştirip bizleri düşündürürken, kendi hayatımızda da dürüst, içten ve kendimize sadık olmamız gerektiğini hatırlatır. Sahte rollerden sıyrılarak, maskeleri çıkarıp kendi yüzümüzle hayatın içinde var olabilmek, hem birey hem de toplum olarak daha sağlam ilişkiler kurmamıza ve güvenilir bir toplumsal yapı inşa etmemize olanak sağlar.
Lütfen, kendimiz olalım!
Dürüst olalım…
Doğal kalalım…