Mehmet KÜÇÜKEKEN'in 14 Nisan 2025 tarihli yazısı: Akdeniz’de Sular Isınıyor!

Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) üyesi Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’ın Avrupa Birliği (AB) ile imzaladığı anlaşma, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile ilgili önemli tartışmaları gündeme getirmiştir. Anlaşma, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarına bağlılık taahhüdünü içeriyor ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) adanın “tek meşru hükümeti” olarak tanıyarak KKTC’nin varlığını reddediyor. Bu kapsamda bakıldığında ortaya çıkan durum, 1974 Barış Harekatı’nı dolaylı olarak kınarken, Türk askerinin adadan çekilmesi çağrısı yapıyor ve Türkiye-KKTC ilişkilerini “ayrılıkçı” bir adım olarak niteliyor. Ayrıca, Maraş’ın yerleşime açılmaması ve Rum tarafına iade edilmesi talebi, adanın statüsü, güvenliği ve bölgesel dinamikler üzerinde ciddi etkiler yaratıyor.

Söz konusu kararın KKTC’nin statüsü, Mavi Vatan doktrini, Akdeniz’deki enerji kaynakları, Türk vatandaşlarının güvenliği, Ege Denizi’ndeki askeri dengeler ve Türkiye’nin güvenliği üzerindeki etkilerini analiz ederken, İngiltere’nin garantör ülke olarak tutumunu, Gazze’deki durumun olası yansımalarını, adanın demografik yapısını ve tarihsel arka planını da ele alarak geniş bir perspektiften bakılmalıdır.

KKTC’nin Statüsü ve Uluslararası Tanınma Sorunu

KKTC, 1983 yılında bağımsızlığını ilan etmesine rağmen, yalnızca Türkiye tarafından tanınmaktadır. BMGK’nın 541 (1983) ve 550 (1984) sayılı kararları, KKTC’nin kuruluşunu “ayrılıkçı” bir hareket olarak tanımlamış ve uluslararası toplumu KKTC’yi tanımamaya çağırmıştır. Türk Devletleri’nin AB anlaşmasıyla BMGK kararlarına bağlılık taahhüdünde bulunması, KKTC’nin uluslararası izolasyonunu pekiştiren bir adım olarak değerlendirilebilir. Bu karar, Türk dünyasında dayanışma beklentisi içinde olan KKTC ve Türkiye için diplomatik bir gerileme olarak görülebilir.

KKTC’nin statüsünün reddedilmesi, adadaki Türk toplumunun eşit kurucu ortak statüsünü ve self-determinasyon hakkını göz ardı eden bir yaklaşımdır. 1960 Zürih ve Londra Antlaşmaları’yla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, Türk ve Rum toplumlarının eşit ortaklığına dayanıyordu. Ancak 1963’te Rum tarafının anayasayı tek taraflı değiştirmesi ve Türklere yönelik saldırılar, iki toplum arasında güvenin çökmesine yol açtı. 1974’te Yunan cuntasının desteklediği EOKA-B darbesi, adayı Yunanistan’a bağlama (enosis) girişimi olarak ortaya çıktı ve Türkiye’nin Garanti Antlaşması’nın 4. maddesine dayanarak gerçekleştirdiği Barış Harekatı’nı tetikledi. Bu harekat, Türk toplumunun güvenliğini sağlarken, adayı fiilen ikiye böldü.

Bugün KKTC, uluslararası ambargolar nedeniyle ekonomik olarak Türkiye’ye bağımlıdır. Türk Devletleri’nin GKRY’yi tanıması, KKTC’nin Türk dünyasındaki meşruiyet arayışına darbe vururken, Türkiye’nin bölgesel diplomasi stratejisini zorlaştırabilir.

Mavi Vatan ve Akdeniz’deki Enerji Güvenliği

Mavi Vatan doktrini, Türkiye’nin deniz yetki alanlarındaki haklarını koruma ve Akdeniz’deki stratejik çıkarlarını savunma politikasını ifade eder. KKTC, bu doktrinin kritik bir bileşenidir; çünkü adanın kuzeyindeki kıta sahanlığı, Türkiye’nin Akdeniz’deki enerji kaynaklarına erişimini doğrudan etkiler. Doğu Akdeniz, son yıllarda keşfedilen zengin doğalgaz ve petrol yataklarıyla küresel güçlerin rekabet alanı haline gelmiştir. GKRY, Mısır, İsrail ve Lübnan’la imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmalarıyla bu kaynaklar üzerinde hak iddia ederken, Türkiye ve KKTC bu anlaşmaları tanımamaktadır.

Türk Devletleri’nin GKRY’yi “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıması, dolaylı olarak Rum tarafının MEB iddialarını meşrulaştırabilir. Bu, Türkiye’nin KKTC üzerinden savunduğu kıta sahanlığı haklarını zayıflatabilir ve Akdeniz’deki enerji güvenliği stratejisini riske atabilir. Türkiye, Barbaros Hayreddin Paşa ve Oruç Reis gemileriyle sondaj faaliyetleri yürütürken, Türk Deniz Kuvvetleri’nin bölgedeki varlığı enerji kaynaklarının güvenliği için kritik önemdedir. Ancak Türk Devletleri’nin bu tutumu, Türkiye’nin yalnızlaşma riskini artırabilir ve enerji paylaşımı müzakerelerinde elini zayıflatabilir.

Adadaki Türk Vatandaşlarının Güvenliği

KKTC’de yaşayan yaklaşık 400 bin kişi, çoğunlukla yerli Kıbrıs Türkleri ve Türkiye’den gelen göçmenlerden oluşuyor. 1974 öncesi Rum saldırıları, Türk toplumunun güvenliğini tehdit etmiş ve toplu katliamlar yaşanmıştır. Barış Harekatı, Türk toplumunun can ve mal güvenliğini sağlamış, ancak uluslararası toplumun KKTC’yi tanımaması, Türk vatandaşlarının güvenliğini uzun vadede riske atabilir.

Türk Devletleri’nin anlaşması, Türk askerinin adadan çekilmesi çağrısıyla Türk toplumunun güvenlik garantilerini sorguluyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) adadaki varlığı, 1960 Garanti Antlaşması’na dayanıyor ve Türk toplumunun korunması için vazgeçilmez görülüyor. Askerin çekilmesi, Rum tarafının geçmişte sergilediği saldırgan tutumlar nedeniyle Türk toplumu için ciddi bir tehdit oluşturabilir. Ayrıca, Maraş’ın Rum tarafına iade edilmesi talebi, Türk toplumunun ekonomik ve yerleşim haklarını kısıtlayabilir.

Ege Denizi’nde Askeri Denge ve Türkiye’nin Güvenliği

Ege Denizi’ndeki askeri üstünlük, Türkiye’nin güvenliği için hayati önemdedir. Yunanistan’ın adaları silahlandırması ve GKRY ile 1994 Ortak Savunma Alanı Doktrini, Ege ve Akdeniz’deki dengeleri Türkiye aleyhine zorlamaktadır. Türk Devletleri’nin GKRY’yi tanıması, dolaylı olarak Yunanistan’ın Ege’deki iddialarını güçlendirebilir. Türkiye, Ege’de hava ve deniz üstünlüğünü sürdürmek için modernize edilmiş bir donanma ve hava kuvvetlerine güveniyor. Ancak KKTC’nin statüsünün zayıflaması, Türkiye’nin Akdeniz’deki stratejik derinliğini etkileyerek Ege’deki pozisyonunu dolaylı olarak riske atabilir.

Türkiye’nin güvenliği, KKTC’nin bağımsız bir aktör olarak varlığını sürdürmesine bağlıdır. Adadaki Türk varlığı, Türkiye’nin güney sınırlarını koruyan bir ileri karakol işlevi görür. Türk Devletleri’nin tutumu, Türkiye’nin bölgesel caydırıcılığına zarar verebilir ve NATO ile ilişkilerde yeni gerilimler yaratabilir.

İngiltere’nin Garantör Ülke Olarak Tutumu

İngiltere, 1960 Garanti Antlaşması’yla Kıbrıs’ta garantör ülke statüsüne sahiptir ve adada Ağrotur ile Dikelya’daki iki egemen askeri üssü kontrol eder. İngiltere, tarihsel olarak tarafsız bir pozisyon sergilemeye çalışsa da, genellikle Rum tarafına daha yakın bir tutum benimsemiştir. 1974’te Türkiye’nin ortak müdahale teklifini reddetmesi, İngiltere’nin garantörlük sorumluluklarını yerine getirme konusundaki isteksizliğini göstermiştir.

Bugün İngiltere, GKRY’yi “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıyor ve KKTC’yi tanımıyor. Türk Devletleri-AB anlaşması bağlamında İngiltere’nin tutumu, AB’nin GKRY yanlısı politikalarını destekler nitelikte. İngiltere, Maraş’ın açılmasına karşı çıkıyor ve BMGK kararlarına bağlılığını vurguluyor. Ancak, adadaki üsleri nedeniyle İngiltere, doğrudan çatışmacı bir pozisyon almaktan kaçınıyor ve diplomatik çözüm çağrılarını sürdürüyor. İngiltere’nin stratejik önceliği, Akdeniz’deki askeri varlığını korumak ve bölgesel istikrarı riske atmamaktır.

Gazze’deki Durumun KKTC’ye Etkisi

Gazze’deki çatışmalar, bölgesel dinamikleri derinden etkiliyor, ancak KKTC üzerindeki doğrudan etkisi sınırlı görünüyor. Gazze krizi, Türkiye’nin dış politikasında insani yardım ve Filistin davasına destek gibi konuları önceliklendirmesine neden oluyor. Bu durum, Türkiye’nin KKTC meselesine odaklanmasını bir miktar gölgeleyebilir. Ayrıca, Gazze’deki insani kriz, uluslararası toplumun dikkatini Orta Doğu’ya çekerken, Kıbrıs sorununa yönelik diplomatik çabalar arka planda kalabilir.

Bununla birlikte, Gazze’deki durum, Akdeniz’deki enerji güvenliği tartışmalarını dolaylı olarak etkileyebilir. İsrail’in Gazze politikaları ve GKRY ile enerji işbirliği, Türkiye’nin Mavi Vatan stratejisine karşı bir baskı unsuru oluşturuyor. Türk Devletleri’nin GKRY’yi tanıması, bu bağlamda Türkiye’nin bölgesel yalnızlığını artırabilir ve KKTC’nin enerji paylaşımı müzakerelerindeki pozisyonunu zayıflatabilir.

Kıbrıs’ın Demografik Yapısı

KKTC’nin 2023 nüfusu yaklaşık 400 bindir ve çoğunlukla Kıbrıs Türkleri ile Türkiye’den gelen göçmenlerden oluşur. Güneyde kalan az sayıda Rum ve Maruni, Dipkarpaz, Koruçam ve Karpaşa gibi köylerde yaşıyor. Adanın güneyinde ise yaklaşık 900 bin kişi, ağırlıklı olarak Rum nüfusu barınıyor. 1974 sonrası nüfus mübadelesi, adayı fiilen ikiye böldü; 170 bin Rum güneye, 50 bin Türk kuzeye göç etti. Türkiye’den gelen göçmenler, KKTC’nin demografik yapısını güçlendirse de, ekonomik ambargolar nedeniyle göç devam ediyor.

Rum tarafı, demografik yapıyı “Türk işgali” ve “yerleşimci” politikalarıyla ilişkilendirerek Türkiye’yi suçluyor. Ancak Türk tarafı, bu göçün 1974 öncesi katliamlardan kaynaklanan güvenlik ihtiyaçlarına dayandığını savunuyor. Demografik yapı, adadaki çözüm müzakerelerinde kritik bir rol oynuyor; çünkü Rum tarafı Türk göçmenlerin geri dönmesini talep ederken, Türk tarafı mevcut yapının korunmasını istiyor.

Kıbrıs’ın Tarihi

Kıbrıs, stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca Asurlular, Mısırlılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Osmanlılar ve İngilizler gibi pek çok medeniyetin egemenliği altında kalmıştır. Osmanlılar, 1571’de adayı fethederek 1878’e kadar yönetti. 1878’de İngiltere’ye kiralanan ada, 1923 Lozan Antlaşması’yla İngiliz egemenliğine geçti. 1950’lerde Rumların enosis talepleri ve EOKA’nın Türklere yönelik saldırıları, iki toplum arasındaki gerilimi artırdı. 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963’te Rumların anayasayı değiştirmesi ve Türklere yönelik saldırılarla çöktü. 1974’teki Yunan darbesi ve Türkiye’nin zaferle sonuçlanan müdahalesi, adayı fiilen ikiye böldü ve 1983’te KKTC’nin kurulmasına yol açtı.

Türk Devletleri-AB anlaşması, KKTC’nin uluslararası statüsünü ve Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını zorlayan bir gelişmedir. KKTC’nin tanınmaması, Mavi Vatan doktrini, enerji güvenliği, Türk toplumunun güvenliği ve Ege’deki askeri dengeler üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. İngiltere’nin garantör ülke olarak tarafsız ancak Rum yanlısı tutumu, sorunu karmaşıklaştırıyor. Gazze krizi, dolaylı olarak Türkiye’nin diplomatik önceliklerini etkilese de, KKTC üzerindeki etkisi sınırlıdır. Adanın demografik yapısı ve tarihi, sorunun çözümsüzlüğünde derin bir rol oynuyor.

Türkiye, KKTC’nin varlığını ve haklarını korumak için diplomatik ve askeri caydırıcılığını sürdürmeli, Türk dünyasıyla dayanışmayı güçlendirecek adımlar atmalıdır.

Akdeniz’de sular ısınıyor!

Bu yaz, çok sıcak geçeceğe benziyor...