Mehmet KÜÇÜKEKEN'in 6 Nisan 2025 tarihli yazısı: ABD ve Dünya Ekonomisi

Donald Trump’ın ABD Başkanlığı, yalnızca bir liderin politik tercihlerini değil, aynı zamanda bir imparatorluğun çöküş sürecindeki son hamlelerini temsil ediyor.

1945’te dünya GSMH’sinin %50’sini üreten ABD, 2024 itibarıyla bu payını %14’e kadar geriletmiş durumda. Bu dramatik düşüş, küresel hegemonyasını kaybeden bir devletin duraklama ve gerileme dönemlerini tamamlayarak “çöküş” evresine girdiğinin açık bir göstergesi.

ABD’nin dünya ekonomisine savaş açmasının esas nedenlerini, bu stratejinin küresel ticaret savaşlarındaki yansımalarını ve ABD ekonomisinin geleceğini derinlemesine analiz etmek gerekir. Trump’ın politikaları, bir çıkış yolu mu, yoksa çöküşü hızlandıran bir katalizör mü? Bu soruya yanıt ararken, hem tarihsel verilere hem de güncel dinamiklere dayanarak geniş bir perspektiften bakmak gerekir. Ayrıca, karşısına aldığı ülkelerin de stratejik hamlelerini ve karşı ticaret uygulamalarını göz ardı etmemek gerekir.

Savaş ve bölgesel gerginlikler üzerinden silah satışı, GDO’lu tarım ve yapay hastalıklar üzerinden ilaç satışı, borçlandırarak yüksek faiz geliri elde etme ve elindeki ürünleri zorunlu satış yöntemi hangi ülkelerin karşısına çıkmaktadır hala?

ABD’nin Ekonomik Çöküşünün Temel Dinamikleri

Hegemonyanın Erozyonu

İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD, küresel ekonominin tartışmasız lideriydi. Ancak son 30 yılda Yahudi sermayesinin ABD ve AB’yi terk ederek Asya’ya, özellikle Çin’e yönelmesi, bu hegemonyayı temelden sarstı. Avrupa’daki “Refah Devleti” modeli, sermaye kaçışıyla birlikte çökerken, ABD son 10 yılda 7 milyon imalat istihdamı kaybetti. Bu, tarihindeki en büyük tarım dışı istihdam düşüşü olarak kayıtlara geçti. Üretim kapasitesinin erimesi, ABD’yi ithalata bağımlı bir tüketim toplumuna dönüştürdü ve ekonomik gücünün temel taşlarını yerinden oynattı.

Borç Batağı

2024’te ABD’nin toplam borcu 40 trilyon dolara ulaştı; bu, GSMH’sinin %125’ine denk geliyor. Saatte 13 milyar dolar artan borç stoku, %7’lik bir artış hızıyla kontrolden çıkmış durumda. Küresel borç stokunun ise faiz hariç 340 trilyon dolara ulaştığı bir dünyada, refahın üçte biri bu borç batağına kurban gidiyor. Aynı yıl, dünya silahlanmaya 2,46 trilyon dolar harcarken, 12 milyon insan açlıktan öldü ve 757 milyon insan açlık sınırında bekliyor. Bu tablo, ABD’nin ekonomik kaynaklarının artık ne kendi halkını ne de küresel liderliğini sürdürmeye yetmediğini açıkça ortaya koyuyor.

İnsan Kalitesinin Çöküşü

ABD’nin iç dinamikleri de alarm verici. Eğitim, sağlık ve sosyal doku çürürken, toplum büyük ölçüde “insan kalitesini” kaybetmiş bir bakiyeye dönüştü. Bu, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ahlaki ve kültürel bir çöküşü işaret ediyor. ABD’nin yükseldiği değerler inovasyon, çalışkanlık, özgürlük yerini korku, kutuplaşma ve umutsuzluğa bırakmış durumda. Trump’ın politikaları, bu iç çürümeyi tersine çevirmekten çok, dış düşmanlara yönelerek dikkat dağıtmayı hedefliyor.

Trump’ın Stratejisi: Dünya Ekonomisine Savaş

İthalata Vergi ve Üretime Zorlama

Trump, ABD’nin ekonomik çöküşünden çıkış yolunu ithalata ağır vergiler koyarak ve üretimi ülkeye geri döndürmeye zorlayarak arıyor. Bu “korumacı” yaklaşım, teoride imalat sanayisini canlandırabilir. Ancak gerçekte, küresel tedarik zincirlerinin karmaşıklığı ve ABD’nin yüksek işgücü maliyetleri, bu stratejinin başarı şansını sınırlıyor. Çin’den ithal edilen ucuz mallara %60’a varan gümrük vergileri, kısa vadede ABD tüketicisinin alım gücünü düşürürken, uzun vadede üretimin geri dönmesi için yeterli teşviki sağlayamayabilir.

Enerji Kaynaklarına Hakimiyet

Doğu Akdeniz ve Pers Körfezi’ndeki gaz kaynaklarına çökme planı, Trump’ın stratejisinin bir diğer ayağı. İsrail’e verilen koşulsuz destek, Evanjelik dini motivasyonların ötesinde, bu enerji rezervlerine erişim arzusundan kaynaklanıyor. Ancak 5200 askeri üssüyle küresel bir ağ kuran ABD, bu devasa askeri varlığı finanse etmekte zorlanıyor. İran’a yönelik olası bir savaş, müttefiklerle birlikte planlansa bile, ABD ekonomisinin bu yükü taşıyacak gücü kalmamış durumda.

Çin’in Büyümesini Durdurma

Çin, ABD’nin en büyük rakibi olarak yükselmeye devam ediyor. Trump, Çin’in ekonomik büyümesini teknoloji kısıtlamaları, ticaret savaşları ve bölgesel ittifaklarla (örneğin QUAD) durdurmayı hedefliyor. Ancak Çin’in 1,4 trilyon dolarlık ABD tahvil stoku ve küresel üretimdeki dominant rolü, bu stratejinin geri tepebileceğini gösteriyor. Çin’in misillemeleri, ABD’yi daha derin bir ekonomik krize sürükleyebilir.

Zengin Ama Savunmasız Ülkelere Çökme

Trump’ın politikaları, Suudi Arabistan gibi zengin ama savunmasız Arap ülkelerini hedef alıyor. Silah satışları ve “koruma” karşılığında bu ülkelerin kaynaklarına el koyma girişimleri, kısa vadeli bir nakit akışı sağlayabilir. Ancak bu, uzun vadede ABD’nin diplomatik itibarını ve müttefik güvenini daha da aşındıracaktır.

Küresel Ticaret Savaşlarının Geleceği

Trump’ın dünya ekonomisine açtığı savaş, küresel ticaret düzenini kaosa sürüklüyor. İthalata konan vergiler, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) normlarını hiçe sayarak çok taraflı ticaret sistemini çökertiyor. Avrupa Birliği, Çin ve Hindistan gibi aktörler, kendi korumacı politikalarını devreye sokarak misilleme yapıyor. Bu, küresel tedarik zincirlerini parçalarken, gelişmekte olan ülkeleri en sert şekilde vuruyor. Örneğin, Türkiye gibi ihracat odaklı ekonomiler, hem ABD hem de AB pazarlarında daralma riskiyle karşı karşıya.

Silahlanmaya harcanan 2,46 trilyon dolar, üretken yatırımlardan uzaklaşarak küresel refahı baltalıyor. Açlık ve yoksullukla mücadele yerine savaş ekonomisine yönelen bir dünya, sürdürülemez bir döngüye giriyor. Trump’ın stratejisi, bu döngüyü kırmaktan çok, ABD’nin çöküşünü hızlandıran bir katalizör işlevi görüyor.

ABD Ekonomisinin Geleceği: Çöküş Kaçınılmaz mı?

Kısa Vadeli Senaryo (2025-2030)

Trump’ın politikaları, kısa vadede ABD ekonomisine bir “canlanma” illüzyonu yaratabilir. Vergilerle korunan sektörler (çelik, otomotiv) geçici bir istihdam artışı sağlayabilir. Ancak bu, yüksek enflasyon, tüketici fiyatlarında artış ve küresel misillemelerle gölgelenecek. Borç stoku, 50 trilyon dolara yaklaşırken, faiz ödemeleri ABD bütçesini felç edebilir. İran’a yönelik bir savaş girişimi, petrol fiyatlarını 150-200 dolar/varil seviyesine fırlatarak küresel bir resesyona yol açabilir.

Orta Vadeli Senaryo (2030-2040)

ABD’nin çöküşü, bu dönemde hızlanacak. Çin’in liderliğinde yeni bir ekonomik düzen; doların rezerv para statüsünü kaybettiği bir dünya ortaya çıkabilir. ABD’nin 5200 askeri üssü, finanse edilemez hale gelerek geri çekilecek; bu, küresel güç boşluğunu derinleştirecek. İçeride ise sosyal çalkantılar, eyaletler arası ayrışmalar ve hatta bir iç savaş riski belirebilir. Trump’ın “Amerika’yı yeniden büyük yapma” vaadi, tersine, dağılmayı tetikleyebilir.

Uzun Vadeli Senaryo (2040 ve sonrası)

ABD, yükseldiği müttefikleriyle (Batı Avrupa, Japonya) birlikte çökecek.

Tarihsel döngüler, Roma İmparatorluğu’ndan Britanya’ya kadar her hegemonun benzer bir kaderi paylaştığını gösteriyor. ABD’nin yerini alacak bir süper güç (Çin veya bir koalisyon) henüz tam şekillenmemiş olsa da, çok kutuplu bir dünya düzeni kaçınılmaz görünüyor.

Son Dans

Donald Trump’ın dünya ekonomisine savaş açması, ABD’nin çöküşünü durdurmak için umutsuz bir çaba.

İthalata vergiler, enerji kaynaklarına el koyma, Çin’i durdurma ve zengin ülkelere çökme gibi hamleler, kısa vadeli kazanımlar sağlayabilir; ancak uzun vadede bu strateji, ABD’yi küresel sahneden silinmeye götürecek. 40 trilyon dolarlık borç, kaybolan insan kalitesi ve eriyen üretim kapasitesi, bu devletin artık bir “Hasta Adam” olduğunu kanıtlıyor.

Küresel ticaret savaşları, bu çöküşün yalnızca bir semptomu. Dünya, ABD’nin tasfiyesi ve yeni bir düzenin doğuşuyla sonuçlanacak konvansiyonel bir savaşa doğru hızla ilerliyor. Bu süreçte, Türkiye gibi ülkeler, hem risklerle hem de fırsatlarla karşı karşıya. ABD’nin çöküşü, küresel dengeleri yeniden şekillendirirken, insanlık bu kaostan ders çıkararak refahı değil savaşı finanse eden bir sistemi sorgulamalı. Aksi halde, 757 milyon aç insan gibi, hepimiz sıramızı bekleyen birer kurban olabiliriz.

Trump’ın savaşı, bir çıkış yolu değil; bir imparatorluğun son çırpınışlarıdır.

Ve tarih, bu çırpınışların nafile olduğunu defalarca göstermiştir.

Dünya, yeniden şekilleniyor…