Ersan AKBAŞ'ın 1 Nisan 2023 tarihli yazısı: Öfkeli adamların adaleti!
Çağlar boyunca halklar, “adalet toplumu” oluşturmaya çalışmış.
“Adalet mülkün temelidir” demiş.
Hukuk sistemini, adil olmak üzerine kurmuş.
Sanırım, tüm bu çabalar, genetik olarak bireylere de geçmiş.
O nedenle adalete çok önem veririz. Adaletli davranmaya çalışırız.
Peki adaleti nasıl dağıtırız? Hiç bunu düşündünüz mü?
Adaleti hakkınca dağıtabilmek. Doğru kararı verebilmek.
Vicdanımız sızlamadan… Pişmanlık duymadan…
Bir kişi hakkında, suçlu ya da suçsuz kararını verebilmek…
Dünya kuruldu kurulalı en zor iş, bu olsa gerek…
İşte bu nedenle, önemli davalarda karar, bir kişinin vicdanına bırakılmamış.
Yüzlerce yıllık deneyimlerin ardından mahkemeler, Amerikan sisteminde “jürili”, Avrupa sisteminde ise “heyetli” düzende oluşmuş.
(Bu arada bizim hukuk sistemimiz de “heyetli” sistem.)
Amaç her iki sistemde de aynı. Kararı tek kişiye bırakmamak, adaletsiz karar vermeyi önlemek.
“12 Öfkeli Adam” ya da orijinal adıyla “12 Angry Men” filmi de işte bu yazdıklarımı anlatan bir film.
Film, 1957 yılında çekilmiş.
Filmin yıldızı Henry Fonda, deyim yerindeyse filmin kendisinden bile rol çalmış.
Latin Amerikalı bir genç… 18 yaşında… Babasını öldürmek ile suçlanıyor. Mahkemede, savcılık 12 farklı şekilde bunu kanıtlamış.
Artık karar jüride. Jüri 12 kişiden oluşuyor. Farklı kişilikleri ve yaşamları olan 12 kişi…
Bir odaya toplanıyorlar. Kapı arkalarından kilitleniyor, karar verilene kadar da açılmıyor.
Karar ise sanık suçlu da olsa suçsuz da olsa 12’de 0 çıkmak zorunda… Aksi takdirde jüri kararını vermemiş sayılacak.
Ayrıca çok önemli bir ayrıntı var: Jürinin kararı “suçlu” çıkarsa, Latin Amerikalı genci elektrikli sandalye bekliyor. Yani genç adam, idam edilecek.
Filmin başında, sabırsız jüri üyeleri ilk oylamanın hemen yapılmasını istiyorlar. Amaç, “suçu kanıtlanmış olan” sanık hakkında bir an önce karar verip, dünya yaşamlarına geri dönmek.
Ama beklenmedik bir gelişme oluyor…
Oylamada 11 jüriye karşı 1 jüri (Henry Fonda) Latin Amerikalı genci “suçsuz” buluyor.
Gerekçesini de “Hakkında konuşmadan elimi kaldırıp bir çocuğu ölüme göndermek kolay değil” diyerek açıklıyor.
Ve film de burada başlıyor.
Artık kapalı bir odada baş döndürücü ralli, nefesleri kesiyor.
Sinirler geriliyor. Terler fışkırıyor.
Hakaretler… Üstüne yürümeler, tehditler… Ümitsiz durumlar…
İsmini bilmediğimiz 8 numaralı jüri üyesi direndikçe siz de direniyorsunuz.
Film süresince 18 yaşındaki gencin suçlu ya da suçsuz olduğunu bilemiyorsunuz. Direnen jüri üyesi de bunu kabul ediyor ama şüphesi var.
Bu nedenle en önemli hukuk ilkesini uyguluyor: Şüpheden sanık yararlanır.
Çünkü biliyor ki emin değilse sanığı suçlu ilan edemez.
Film boyunca kendinizi jürilerin yerine koyuyorsunuz “Ben olsam ne yapardım” diye.
Bazen de sanığın yerine koyuyorsunuz “Suçsuzsam” diye.
Düşünsenize, yaşamınızı, “12 adamın” vereceği bir karar devam ettirecek.
Siyah-beyaz film, sonuna kadar bu rallilerle gidiyor. Kendisini soluksuz izletiyor.
Filmde hiçbir jürinin ismi verilmiyor. İki isim dışında… İsme de gerek yok. Çünkü orada sen de olabilirsin, ben de olabilirim, biz de olabiliriz.
Film başlangıç ve bitiş ile birlikte kısa bir lavabo sahnesi dışında tek bir odada geçiyor.
Filmde, hukuk sistemi eleştiriliyor. Ön yargının, ırkçı düşüncenin, öfkenin nasıl bir bela olduğu yüzümüze vuruluyor.
Sonuçta bir insanın hayatının devamına tek bir odada karar vermeye çalışan bu “12 Öfkeli Adam”ın, adalet dağıtışı merakla izleniyor.
Sizler de merak ediyorsanız, bu filmi mutlaka izlemelisiniz.