R. Bülend KIRMACI'nın 12 Mart 2024 tarihli yazısı: "Unutma Hakkı" Ve "Geri Çağırma" Hakkı...

Sahalarda ve ekranlarda yönlendirilen kitlelerin oy vererek siyasal iradeyi belirlemesi, sandık demokrasisidir.

Sandık elbet önemlidir ama demokrasi sadece seçimlere katılım ile kısıtlanamaz.

Aranan kıvam doğrudan demokrasidir...

Her yerde, her gün demokrasi kültürünün varlığının esas olmaaı gerekir...

İşte bu anlayışa ve arayışa katkı yapmanın bir yolu da "geri çağırma" hakkıdır...

Özellikle yerel yönetimlerde ve seçmen nüfusu görece az olan yerleşim birimlerinde halk, belli sayıda imzayı toplayarak seçimlerin yenilenmesini talep edebilmelidir...

Böyle bir talebin hukuki alt yapısı rahatlıkla oluşturulabilir. Hangi oranda ve seçmen niteliğine haiz yurttaşın imzasıyla geri çağırma sürecinin işleme alınacağı yasayla kararlaştırılabilir...

Böylece parti tahakkümüne ve menfaat barajlarına takılmadan halk, seçip iş başına getirdiği yöneticileri bir sonraki seçimi beklemeden yeniden değerlendirebilir.

Türkiye'de siyasi partiler yasası bir türlü demokratikleşmedi, siyaseti de halk değil kimi varlıklı kesimler finanse ediyorlar...

Bu nedenle daha katılımcı bir sistemi biraz da tali yollarla -ve başkanlık sistemine karşın- açmaya çalışmak gerekiyor...

Teknoloji ve iletişim çağında bu mümkün...

Gelelim "unutma hakkına"!

Bir geçiş toplumunun sosyal ve kültürel özelliklerini taşıyoruz...

Bürokraside ve siyasette liyakatin değil yönetime iç-iktidara sadakatin dikkate alındığı apaçık bir gerçek...

Siyasi nüfuzun 'torpil', 'kayırma' gibi çağdaş bir toplumda yeri olmaması gereken olguları beslediği de bir başka acı gerçek...

Son yıllarda istihdamda en büyük kitleyi beyaz yakalı kamu görevlileri teşkil ediyor...

Bu ne demek?

Bir anlamda "adama göre iş" demek...

Maalesef seçen ile seçilen arasında bu yönde bir zaaf alanı oluşmuş bulunuyor...

Öte yandan partileri de halk finanse etmiyor. Edemiyor...

Partiler taşrada toprak zenginlerinin, kentlerde iş insanlarının ellerine bakıyor... Evet onca Hazine yardımına karşılık bu gerçek siyaseti de bozuyor...

Dolayısıyla partilerde, kamu yönetiminde ve bürokraside menfaat ilişkilerinin uzantısında liyakat ve dürüstlük dışına sapılan ve ilgili kurumun muktesabatı ve kuruluş amacının dışına taşılan "karanlık dönemler" yaşanabiliyor.

Örneğin, Atatürk'ün partisinde Atatürk'ün resmi indirilebiliyor.

Ya da bir kente mürteci Şeyh Said'in damgası vurulmak istenebiliyor.

Bu tür girişimlere tevessül edenler, tarihe ve kurumsal değerlere meydan okuyor, görevlerini kötüye kullanıyor!

Peki buna kim karar veriyor?

Elbette o Kurumu bilen, onda emeği olan kişiler başta olmak üzere, kurumun çalışanlarının, üyelerinin oluşturduğu kitle bunu duyuyor, hissediyor, biliyor ve dile getirebiliyor...

Örnek olarak bir partiye öyle bir genel başkan geliyor ki, görev dönemi icraatları ve ahlakı ile o Kurumu utandırabiliyor.

Ya da ülkenin göz bebeği olan bir bankaya, bir genel müdürlüğe öyle insanlar atanabiliyor ki, ne kuruluşların tarihi ne de önceki dönemlerde görev yapan kişilerin anılarıyla bağdaşan işler yapıyorlar.

Resmen utanç halesi oluşturup utanç dönemine imza atıyorlar.

İşte bu gibi kişilerin kurumların ve kuruluşların hafızasından silinmesi uygun görünüyor.

Bu defans geçmişe karşı bir sorumluluk ve geleceğe yönelik bir ödev olarak beliriyor...

Öyle ki kurumlarına yaraşmayan bu insanların adlarının kurum tarihinden kitaplardan, betiklerden silinmesi ve resimlerinin duvardan indirilmesi gerekiyor...

Bu olumsuzluklara neden oldukları hukuki olarak ispat edilenler için en geçerli Kurullar ve otoriteler eliyle "unutma hakkı" uygulanmalıdır.

Bu da kurumsal disiplin içinde temiz toplum idealini ve demokratik hukuk devleti ilkelerini besleyecek bir durum teşkil edecektir.