Prof. Dr. Esat ARSLAN'ın 6 Kasım 2023 tarihli yazısı: AB(D) ve İsrail'in Görmek İstemediği 'BM İklimi'

Türkçenin zenginliğini ortaya koyan kelime deryasının bir parçasıdır “iklim” sözcüğü. Eskiden ülke, memleket ve daha çok da “bölge” anlamında kullanılırdı. Şairin dediği gibi, "Ey gemi, hangi uzak iklime gidişin" denildiğinde, sınırlara bağlı olmayan “bölgesellik” çok rahat anlaşılırdı. Şimdilerde bunu eskimiş bir sözcük olarak gördüğümde gerçekten üzülüyorum.

Cemiyet-i Akvam’dan (Milletler Cemiyeti-League of Nations-Sociétédes Nations) Birleşmiş Milletler’e (United Nations) geçilirken bölgesel barış da düşünülmüştü, şüphesiz. Ama kimlerin eliyle? Çok uzağa gitmeye gerek yok, güçlülerin eliyle. Yerküre tıpkı geçmişte olduğu gibi, “güçlülerin haklı olduğu bir zemindi” yani değişen bir şey yoktu, yeniden böyle bir dünya dayatılıyordu insanlığa. Oysa insanlık, bir evrimsel çizgi olarak iyiye, güzele, barışa gitmeliydi. Dünya, haklıların güçlü olduğu ya da mazlumların haklı oldukları bir dünyanın çok dışındaydı. Uzun lafın kısası, ‘Demirci Kave’nin yaşadığı iklim, tekrardan insanlığın önüne koyuluyordu. Şair Firdevsi, Şehname’de 2 bin 500 yıl önceki bu ölümsüz kahramanının mitolojisine yer vermişti. Demirci Kave miti, omuzlarında iki yılan besleyen, soyunda şeytaniler de bulunduğu için yarı şeytan olarak betimlenen Asur Kralı Dehhak’a baş kaldıran demir ustası Kave ile ilişkilendirilmiştir. (1)

Günümüzde Şeytan Kral Dehhak’ın omuzlarındaki iki yılan, Gazze’ye ölüm yağdıran ve şeytana hizmet eden ABD ve İsrail’den başkası değildir. İsrail’in ABD ile birlikte icra ettiği “Demir Kılıçlar Operasyonu”nun 30’uncu gününde 9 bin 488 şehit (3 bini 900 çocuk, 2 bin 500’ü kadın) ve Nagazaki ve Hiroşima aratmayacak dünyanın sonu kent görüntüleri insanlığın gözleri önündedir. Daha da ötesi İsrailli aşırı sağcı bakan Amihai Eliyahu’nun abluka altındaki Gazze şeridine nükleer silah atılmasının olasılıklarından biri olduğunu söylemesi, olayın nerelere kadar geldiğini açıkça göstermektedir. Yetmedi mi? Yetmemiştir. Zalimin zulmü dur durak bilmemektedir. Siyonist yönetimin başı Netanyahu’ya “Yeter yahu” diye haykıran halkımızın hezeyanları açıkça bu iklimi ortaya koymaktadır. Bu yüzden İran’da her cuma günü cuma namazı öncesi ve sonrası “Şeytan-ı Bozorg Amerika” (Büyük Şeytan Amerika), “Şeytan-ı Küçük İsrail” (Küçük Şeytan İsrail), “Şeytan-ı Minik İmarat”(Minik Şeytan Birleşik Arap Emirlikleri) bolca sloganları atılır ve atılmaktadır.

Gerek Milletler Cemiyeti gerek Birleşmiş Milletler, her iki örgütlenme sistematiğinin de bir ve ikinci dünya savaşlarının galip devletler dayatmasının birer ürünü oldukları insanlığın belleğinde yer etmiştir. Milletler Cemiyetinin 26 maddelik sözleşmesi (misak) ile galip devletler tarafından resmi olarak Versay Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği 10 Ocak 1920’de dünyanın barış adası İsviçre’de kurulmuştur. Milletler Cemiyeti; dünyada kalıcı barışı, adaleti, güvenliği sağlamak ve uluslararası sorunları iş birliği ile çözmek, uluslararası hukuk kurallarını hâkim kılmak amacıyla faaliyet gösterecek ilk evrensel örgüt olmuştur. (2)

Cemiyet sözleşmesine bakar mısınız? Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan kurucular, cemiyetin devamlı üyesi, diğerleri ise geçici üyesi kabul edilmiştir. Cemiyetin kuruluşunda devletlerin; galipler, tarafsızlar ve mağluplar veya daimi, yarı daimi ve daimi olmayanlar olarak eşitsiz sınıflandırmalar ile ayrılması, koloniyel devrin bir yansıması olarak görülmüştür. Kurucuların bu eşitsiz tutumları, dayatmaları ve Versay Antlaşması ile başlayan yeni dünya düzenini meşrulaştırma çabaları, cemiyetin etkisini daha kuruluş aşamasında zayıflatmıştır. Amaçları gerçekleştirmek ve işleyişi sağlamak için genel kurul, konsey ve sekreterlik olmak üzere üç temel organ oluşturulmuştur. Sekretarya altında Milletler Cemiyeti Komisyonları, Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Çalışma Örgütü yer almıştır. Uluslararası hukuk zemininde yaptırımı olan Lahey’deki Divan “Uluslararası Adalet Divanı” ve “Uluslararası Hakemlik Divanı” olarak biçimlendirilmiştir. ABD ve Sovyetler Birliğinin cemiyet içinde yer almaması, cemiyetin İngiliz çıkarlarına aracılık etmesi, Japonya’nın Mançurya’ya, İtalya’nın da Habeşistan’a saldırmasında gereken yaptırımların devreye sokulamaması, güveni oldukça sarsmıştır. İtalya, Japonya ve Almanya’nın cemiyetten ayrılması ve İkinci Dünya Savaşı’nın engellenememesi, cemiyetin sonunu getirmiştir. Cemiyet, devletlerin toprak bütünlükleri ile bağımsızlıklarının korunması ve silahsızlanma konularında etkili olamamıştır. İkinci Dünya Savaşı öncesi Milletler Cemiyeti, dağılma işaretleri verdiğinde bile Türkiye, cemiyeti güçlendirmeye ve bağlılığını bildirmeye devam etmiş, Türkiye için cemiyete bağlılık, dış politika dayanaklarından biri olmuştur. (2)

İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan büyük devletlerin liderliğinde oluşturulan bir dünya örgütü olan Birleşmiş Milletler (BM), 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan savaşların ve barışa yönelik tehditlerin tekrarını önlemek ve uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla kurulmuştur. Kime hizmet edecek tarzda? Yine aynı konsept. Güçlüye hizmet edecek tarzda.

BM’nin kurucu antlaşması niteliğindeki BM Şartı, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 50 ülke tarafından 26 Haziran 1945 tarihinde San Francisco’da imzalanmıştır. Daha sonra Polonya’nın da şartı imzalamasıyla kurucu üye devletlerin sayısı 51’e yükselmiştir. BM Teşkilatı, BM Şartı’nda öngörüldüğü üzere BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) beş daimi üyesi dâhil BM’nin üye devletlerinin çoğunluğunun şartın onay işlemlerini tamamlamalarıyla, 24 Ekim 1945 tarihinde resmen faaliyete geçmiştir. Birleşmiş Milletler’in ana organları Milletler Cemiyetinden farklı olarak genişletilerek Genel Kurul, Güvenlik Konseyi (BMGK), Ekonomik ve Sosyal Konsey (EKOSOK), Vesayet Konseyi, Uluslararası Adalet Divanı ve BM Sekretaryası olarak örgütlendirilmiştir. “Dünya beşten büyüktür” vecizesini her vesileyle seslendiren Türkiye, 2022 yılında BM genel bütçesine en fazla katkı sağlayan ilk 20 ülke arasında yer almıştır. Ama şu bir gerçektir ki dünyanın çeşitli yerlerindeki çatışma alanlarını barış iklimine döndürmeyi, daha doğru bir deyişle uluslararası barış, güvenlik, istikrar ve refaha katkılarını artırmayı, diğer yandan insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi temel ilke ve değerlerin güçlendirilmesine yönelik çabalarını daha da ilerletmek hususunda kararlılığın göstergesidir.

BM Genel Bütçesine en fazla katkı sağlayan ilk 20 ülke arasında yer alan Türkiye, güçlülerin haklı olduğu Dehhak’ın çatışmacı hukuk iklimine karşı karşıtlığını hemen her vesileyle dile getirmektedir. Peki şimdi soru şu: BM’nin ortaya koymuş olduğu “uluslararası mevcudiyet kurulması hakkında anlayış” nasıl egemen hâle getirebilir? Bunun yapılabilmesi için Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk Devletleri Teşkilatı Devlet Başkanları Konseyi 10. Zirvesi'ne katıldığı Kazakistan'dan dönüşünde uçakta, önemle belirttiği gibi öncelikle Siyonist yönetimin lideri Netanyahu ile tüm ilişkilerin kesilmesi gerektiğini aşağıdaki şekilde ortaya koymuştur: 

"Netanyahu hiçbir şekilde bizim için (insanlık dünyası için) muhatap alınabilir biri değil artık. Onu sildik, attık. Bu konudaki kararı İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi'nde yapacağımız görüşmelerle vereceğim" demiştir.

BMGK’de kayıkçı kavgasının figüratif olgularından birisi de ABD’dir. Malum, “Kolektif Batı” uzun süredir “Veto hakkı”nı alabildiğine kötüye kullanmaktadır. “Bütün bunlar kimin içindir” diye sormaya gerek bile yoktur, “İsrail” içindir. Anımsıyorsunuz değil mi? Biden’ın şu sözü kafamda dolaşıp duruyor son günlerde. Ne demişti Biden? “İsrail olmasa, icat ederdik.” 1897 Birinci Basel Siyonist Kongresi’nde tartışılan Kıbrıs ve Uganda onları hiç entrese etmemiştir. Onların varsa da yoksa da Orta Doğu’ya çıkış noktası Hayfa-Kudüs hinterlandıdır, o da İsrail hudutları ile bütünleştirilmiştir. Şöyle etrafınıza bir bakın hele, İsrail’in soykırım yapmasını savunma hakkı olarak görenleri fiziki olarak görüyorsunuz, görebiliyorsunuz, öyle değil mi? Kendi şahsıma söyleyeyim, öylesine çok ki. Onları ikna edeceğim derken günlük işlerimi bile aksattığımın farkındayım. Evet, ne diyorlar? İsrail’in kendini savunma hakkı(!) sadece İsrail’e aittir. Çünkü HAMAS 7 Ekim 2023 saldırısını başlatmıştır. Onlara göre “İşgalci haklı, işgale uğrayan haksızdır.” Hâlâ onlar, devletin resmi politikasına aykırı olarak “işgalci”ye “yerleşimci” demekle meşgul ve dillendirmektedirler. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Hırsız işgalciler” dediği hâlde… İsrail’e destek sağlayan ABD’nin katliam bilançosunu anımsamakta yarar var. Hiroşima’da 140 bin, Nagazaki’de 80 bin, Irak’ta bir milyon, Afganistan’da 170 bin Vietnam’da asker olarak kendi vatandaşından 60 bin ve Vietnam halkından 4 milyonu sivil olmak üzere 5 milyon insanı katletmiştir. İmparatorluklar mezarlığıyla anılan, İpek Yolu’nun kavşak noktasında Afganistan’dan ABD’nin rezilâne çekilişi, dünya kamuoyunun belleğindedir.

Evet sevgili okurlar, yardım gemisi göndermek yerine, savaş gemisi gönderenlerin hangi lobilere hizmet ettikleri açık seçik ortadadır. Bütün batılı ülkeler roketiyle, füzesiyle, uçağıyla, askeriyle her türlü lojistik malzemelerle Doğu Akdeniz’de konuşlanmıştır. Uçak ve savaş gemileriyle aynı bölgede olan ABD, Fransa’ya bir de Almanya eşlik etmektedir. Almanya, askeri varlığıyla Kıbrıs’tadır. Aslına bakarsanız, İsrail veya Filistin halkı onların pek de umurlarında değildir? Tüm bu yaşananlar çatışmayı fırsat bilip bölgeyi yeniden dizayn etme çalışmasından başka bir şey değildir yapılanlar. Adeta Haçlı Muharebeleri gibi “hilal”e karşı dişlerini göstermektedirler. Unutmayalım, 11 Eylül Saldırıları’ndan sonra ABD Başkanı George W. Bush “Haçlı Seferi”ni başlattığını söylemişti.  Amerikalı Senatör Lindsay Graham da HAMAS-İsrail Savaşını “bir din savaşı” olarak niteleyerek bundan farklı bir şey söylememektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu durum karşısında “bu meseleyi haçlı-hilal meselesine döndürmeyin” uyarısını yaptıktan sonra “HAMAS bir terör örgütü değil, “din savaşçısı” anlamında “mücahitler” demek zorunda kalmıştır.

Anımsayalım, Naziler antisemitizmde nefreti artırmak ve soykırımı meşrulaştırmak için Yahudileri köpek, fare, hamam böceği ile benzeştirmekte bir beis görmemişler, derilerinden abajurlar bile yapmışlardır. Benzer şekilde Nazilerin kurbanı olan Yahudiler de kendilerinin kurbanı olarak gördükleri Filistinlileri aynen köpek, fare, hamam böceği ile benzeştirmişler ve sosyal medyada kirli bir oyun sergilemeye başlamışlardır. Bütün bunların ışığında Brezilya Devlet Başkanı Lula de Silva başkent Brasila’da yapmış olduğu basın toplantısında yaşananlara son noktayı koymuştur:

“Bu artık bir savaş değil, sadece ‘SOYKIRIM’dır.”

2 milyonu biraz aşkın insanın yaşadığı 360 kilometrekarelik HAMASİSTAN’da yaşam savaşı veren, suyu, elektriği kesilmiş, ilaçtan, narkozdan yoksun, denizden ve karadan abluka altında bunca yoğun acının aynı anda yaşandığı Gazze Şeridi’nde yaşanan “soykırım” için başka bir sözü olan var mı sevgili okurlar?

Dipnotlar:

(1) https://Www.Vavgumus.Com/Blog/İcerik/Kawa-Destani/Erişim Tarihi 05.11.2023/

(2) https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/cemiyet-i-akvam-milletler-cemiyeti-ve-turkiye/ Erişim Tarihi 05.11.2023/

(3) https://www.mfa.gov.tr/birlesmis-milletler-teskilati-ve-turkiye.tr.mfa/ Erişim Tarihi 05.11.2023/