Tuğba EROĞLU'nun 23 Kasım 2023 tarihli yazısı: Bizim Sınıfın Acı Günü
Camı buğulu, bacası dumanlı köy okullarını bilir misiniz? Koridorlarında öğrencilerin masum gülüşleri, çöplerinde kurşun kalemlerinin sivrilen uçları, merhamet dolu ve hepimize ana baba olan öğretmenleri…
Sabahları okula gitmek için heyecandan uyuyamadığım bir kış günüydü. Kar yağmış, burunları sızlatan soğuk kendini biraz yumuşatmıştı, avucuma aldığım kar ise elimi kor gibi yakmıştı.
Herkes gibi “Acaba okullar tatil mi olacak” diye sevinmezdim. Çünkü öğretmenimizin o eşsiz tebessümünü görmesek kahrolurdum.
Kahverengi dalgalı saçları, gamzeli yanakları, içten gülüşü ve güldüğünde küçülen gözleri…
Daha yirmili yaşlarında bizlere bilgiyi de sevgiyi de öğretmek için Antalya’dan çıkıp gelmişti bozkırın soğuğuna. Aldırış etmiyordu soğuğa, çünkü ne zaman gülse, içimiz sıcacık oluyordu.
Ne zaman bize kızmaya kalksa kendini tutamaz bir kahkaha bırakırdı. Gencecikti, canlıydı, öyle güzeldi...
Ailesinin kendisine kışlık gönderdiği ne varsa hepsini getirir teneffüste bizimle paylaşırdı. Koli ile getirdiği mandalina ve portakalların kokusu sınıfı sarar, bir an olsun çıkmazdı. Nefesini içine çeker, “Annem koktu buralar” derdi.
Memleketini mi özlüyordu? Bizden sıkılıyor muydu? Acaba bizi bırakıp gider miydi? Yok canım, o ne bize kızabilir ne de bizi bırakıp gidebilirdi. Hem daha yeniydi mesleğinde, bu kadar erken pes etmezdi bizden, mesleğinden, hayattan…
Gözlerinin içi gülen Semra öğretmenim… İnsanları tanımak için onların yüzlerine değil, içlerine bakmak gerektiğini ondan öğrendim. Sevmenin, sahiplenmek demek olmadığını da hepimize öğretti. Dostluğun, arkadaşlığın, kardeşliğin aynı kandan değil, candan olacağını anlattı.
Hep anlatırdı bize arkadaşlarıyla olan bağını. Karadeniz’den Ege’ye, Ege’den bozkıra uzanırmış onların kardeşliği. Eskişehir’de kesişmiş yolları ve hiç ayrılmamış. Birbirlerine de söz vermişler ayrılmamak için.
Ayrılıkları hiç sevmezdi. Evinden ayrıldığı günden, mezuniyet gününden, sevdiklerinden bahsederken minik gözleri dolardı. Hemen onu sevindirmek için şebeklik yapardık. Gözyaşlarını siler, gamzeleriyle bakardı…
Nasıl başarmıştı bilmiyorum ama hepimizi hayran bırakmıştı sanki kendine. Bir insan neden bu kadar iyi olurdu? Hiç mi kırmazdı? Ne zaman bize kızsa asla gücenmez verdiği işi daha da iyi yapmak için yarışırdık.
Bozkırın kışında okula gitmek zordur. Evden çıktığın an yüzüne çarpan ayaz kavurur açıkta kalan her yerini. Kahverengi atkısını kafasına sarar, kirpiklerine değen karın kıstığı gözleriyle okul yolunu tutardı. Fedakâr ve çilekeşin anlamını bize o öğretmişti. Ama her zaman umut dolu olan da yine kendisiydi. Tek bir mutluluk kaynağı vardı, o da bizim sevgimiz. Sevgimiz onu âdeta besliyor, enerji doluyordu.
Öğretmenler gününde hep soğuk olmasından şikâyet ederdik. Oysa Semra öğretmenim bizi pikniğe götürecek, bizse ona papatyalardan taç yapacaktık. Dalgalı saçlarına ne de güzel yakışacaktı. Olmadı…
Tüm sınıf onu beklerken o gelmedi. Akşam oldu yine gelmedi. Oysa hasta dahi olsa haber verir, bizi merakta bırakmazdı. Acaba memleketine mi gitti ya da dostları mı gelmişti? Hiçbir sebep onu bizden ayırmaya yetmez sanırdık. Yanıldık. Onun gençliğini, gülüşünü, bizimse tüm güzel duygularımızı çalan tek bir sebep vardı.
O şimdi portakal kokusu sinen memleketinde, annesinin gözleriyle suladığı topraklarında huzurla uyuyor. Bizlerse gidişiyle, gün geçtikçe büyüyen alevle yanıyoruz.
Öğretmenler Günü’n kutlu olsun Semra öğretmenim. Eğer o gün okula gelseydin, annemin sana ördüğü bereyi verecektim.