Sibel BAY'ın 15 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Carl Gustav Jung ve Arketip Kavramı Üzerine

Carl Jung, analitik psikolojinin kurucusu olarak bilinmektedir. Jung, kolektif bilinçdışının tüm insanlar tarafından paylaşılan bir bilinçaltı olduğunu ileri sürmektedir. Bu teorinin temeli, insanların psişik görüntüleri nasıl işlediklerini dikte eden belirli arketiplere ve kalıplara dayanmaktadır. Tarih boyunca ve tüm kültürlerde, mitoloji ve rüya çalışması ortak bir çizgiyi korumuştur. Jung, her insanın bilinç ve bilinçaltında bir uyum sağlayarak bütünlüğe ulaşmaya çabaladığına ve bunun rüya çalışmasıyla gerçekleştirilebileceğini vurgulamaktadır.

Jung, cinselliğin rolü konusunda Freud ile aynı fikirde değildir. Libidonun yalnızca cinsel enerji olmadığını, bunun yerine genelleştirilmiş psişik bir enerji olduğunu belirtmektedir. Jung için psişik enerjinin amacı, bireyi ruhsal, entelektüel ve yaratıcı olanlar da dâhil olmak üzere bir dizi önemli yolla motive etmektir. 

Jung’a göre ego, bir kişinin farkında olduğu düşünceleri, hatıraları ve duyguları içerdiği için bilinçli zihni temsil etmektedir. Ego, kimlik ve süreklilik duygularından büyük ölçüde sorumludur. Jung da Freud gibi benlikle ilgili olan bilinçdışının önemini vurgular ancak o bilinçaltının iki katmandan oluştuğunu ileri sürmektedir. Kişisel bilinçdışı olarak adlandırılan ilk katman, esasen Freud'un bilinçdışı kavramı ile aynıdır. Kişisel bilinçdışı, geçici olarak unutulmuş bilgileri ve ayrıca bastırılmış anıları içerir. Bununla birlikte, Jung ve Freud arasındaki açık ara en önemli fark, Jung'un kolektif bilinçdışı kavramıdır. “Kolektif bilinçdışı, insan türünün diğer üyeleriyle paylaşılan zihinsel kalıpları veya hafıza izlerini taşıyan kişisel bilinçdışının evrensel bir versiyonudur.” Jung'un arketipler olarak adlandırdığı bu atalara ait anılar, çeşitli kültürlerde edebiyat, sanat ve rüyalar yoluyla ifade edildiği şekliyle evrensel temalarla temsil edilmektedir." Kişinin içine doğduğu dünyanın biçimi, onda sanal bir görüntü olarak zaten doğuştan gelir.” Bununla birlikte, kolektif bilinçdışının kişiliğin ayrı alt sistemlerine dönüşmüş yönleri, izole edilmiş eğilimlerden daha önemlidir. Jung (1947), bu atalara ait anıları ve görüntüleri arketipler olarak adlandırmaktadır. 

Jung, farklı kültürlerden gelen sembollerin, ortak bilinçdışımızın bir parçası olan tüm insan ırkı tarafından paylaşılan arketiplerden ortaya çıktıkları için genellikle çok benzer olduğuna inanmaktadır.  Jung için, ilkel geçmişimiz, mevcut davranışı yönlendiren ve etkileyen insan ruhunun temeli haline gelmektedir.  Jung, ortaya çıkardığı çok sayıda arketip bulunmakta fakat dört tanesine özel bir önem vermektedir.  Jung bu arketipleri benlik, persona, gölge ve anima/animus biçiminde açıklamaktadır.

Benlik: Bireyin deneyimlerinde birlik duygusu sağlayan benlik vardır. Jung'a göre, her bireyin nihai amacı bir benlik durumuna (kendini gerçekleştirmeye benzer) ulaşmaktır.

Persona: Bireyin dünyaya sunduğu dış yüzüdür. Gerçek benliği gizler. Jung bunu "uyum" arketipi olarak tanımlar. Bu, bir kişinin gerçekte kim olduğumuzdan farklı biri olarak (maske) başkalarına sunduğu kamusal yüz veya roldür.

Gölge: Bu, kişiliğimizin hayvani tarafıdır (Freud'daki id gibi). Hem yaratıcı hem de yıkıcı enerjilerimizin kaynağıdır. 

Anima/ Animus: “Anima/animus” biyolojik cinsiyetimizin, yani erkeklerde bilinçsiz dişil yönün ve kadınlarda erkeksi eğilimlerin ayna görüntüsüdür. Her bir cinsiyet, yüzyıllarca birlikte yaşamanın bir sonucu olarak, diğerinin tutum ve davranışlarını gösterir. Bir kadının ruhu erkeksi yönler (animus arketipi) ve bir erkeğin ruhu ise dişil yönler (anima arketipi) içerir.