Kadriye CİRİTCİ'nin 15 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Küçük Şeyleri Dert Etme, Mutlu Ol
Böyle bir başlık attım ama “Ah keşke yapabilsek” demeyi de ihmal etmedim. Yapı olarak ben de ufak tefek şeyleri kafama çok takarım. İnanın kafama takılı bir konu varsa, hayatımdan bir günü ziyan etmiş olurum. Tek iyi yanım, bunu aylarca, yıllarca devam ettirmeyişim. Ertesi gün ara sıra aklıma gelir ama artık orada takılı değilimdir. İnsanız elbette, hangimiz tam anlamıyla mükemmeliz ki?
Bazen sosyal medya hesaplarımda mutlu, full şahane yaşamını paylaşan insanları görüyorum. Çoğunda hayatlar başka, hayaller başka. Neredeyse “Jetimi getirin, bakkala gideceğim” diyesim geliyor. İstisnalar hariç tabii ki.
Neyse, kim bilir belki onlar da kendilerini öyle mutlu hissediyorlar, yaşamak istedikleri hayatların özlemiyle muhtemelen böyle davranıyorlar. Aslında ne olursa olsun, gerçek ya da değil, sosyal medya paylaşımlarını seviyorum. Çünkü herkes mutlu, herkes çok güzel, herkes çok zengin, vallahi içim ferahlıyor. Bana göre insanın kendini mutlu göstermesi değil de mutlu hissetmesidir doğru olan. Mutluluk arayışında koşarken mutsuzluklarla karşılaşmak hâliyle üzer herkesi. Çünkü mutlu olmanın ölçüsü yoktur. Az ya da çok, yakaladın mı sakın bırakma, sorgusuz sualsiz mutlu anların keyfini çıkartarak yaşa. Yani anı yaşa. Anda kal.
“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?”
Bu sözleri pek çoğunuzun bildiğini düşünüyorum. Bu haftaki köşe yazıma taşıdım ve renk katsın istedim. Anılarına saygıyla…
Nazım Hikmet, Türk şair ve yazardır. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.
Abidin Dino, Türk ressam, karikatürist, yazar ve film yönetmenidir. Çok yönlü bir kültür adamı olan Abidin Dino, çağdaş Türk resminin öncülerindendir.
Nazım Hikmet ve Abidin Dino sohbeti; işçi sınıfına dâhil bu iki üstadın, iki dostun sohbetidir. O sohbet şöyle gerçekleşmektedir; tam da bahsettiğim o sözler… “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? İşin kolayına kaçmadan ama. Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil, ne ak örtüde elmaların ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini… Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? 1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin? ‘Çok şükür, çok şükür bugünü de gördüm, ölsem gam yemem gayrı’nın resmini yapabilir misin üstat?”
Nazım’ın Dino’ya bu soruyu sorması, zannedildiği üzere ressamın sanatını ispatlama sorgulaması değil. Bu soru, gurbet hasreti çeken iki sanatçı arasındaki sıkı dostluğun getirisi olan bir diyalogun ürünüdür.
Esasında Nazım’ın Dino’dan bir resim beklentisi yoktur. Belki o da biliyordu yakın arkadaşının ona vereceği cevabı. Abidin Dino, Nazım Hikmet’in “Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” sorusuna resimle değil de Nazım gibi şiirle karşılık vermiştir. Çünkü Dino da biliyordu “Buna da ne tuval yeterdi ne boya” mısrasından Nazım’ın sorusunun cevabının olmadığını. Mutluluğun resminin tuvallere sığmayacağını…
Abidin Dino, mutluluğun resmini yapmadı. Çünkü o da biliyordu ki tek bir kare ile somutlaştırılamazdı mutluluk denen kavram. O, mutluluğu sözcüklerle anlatma yolunu seçti. Yaşanmışlıklarının beraberindeki arzularının, hayallerinin içinde olduğu bir şiirle. Ve işte o şiir;
Mutluluğun Resmi
Kokusu buram buram tüten / Limanda simit satan çocuklar / Martıların telaşı bambaşka / İşçiler gözler yolunu. / İnebilseydin o vapurdan /Ayağında Varna'nın tozu / Yüreğinde ince bir sızı. / Mavi gözlerinde yanıp tutuşan / Hasretle kucaklayabilseydim / Seninle, bir daha. / Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi / Bağrımıza bassaydık seni Nazım, / Yapardım mutluluğun resmini / Başında delikanlı şapkan, / Kolların sıvalı, kavgaya hazır / Bahriyeli adımlarla düşüp yola / Gidebilseydik meserret kahvesine, / İlk karşılaştığımız yere / Ve bir acı kahvemi içseydin. / Anlatsaydık / O günlerden, geçmişten, gelecekten, / Ne günler biterdi, / Ne geceler… / Dinerdi tüm acılar seninle / Bir düş olurdu ayrılığımız, / Anılarda kalan. / Ve dolaşsaydık Türkiye'yi / Bir baştan bir başa. / Yattığımız yerler müze olmuş, / Sürgün şehirler cennet. / İşte o zaman Nazım, / Yapardım mutluluğun resmini / Buna da ne tuval yeterdi; / Ne boya… -Abidin Dino
Gelelim asıl mevzuya; takıntılar mutluluğun en büyük düşmanıdır. Mutlu olmak haklı olmaktan çok hepimizin hakkı değil midir? Hem de bir gün değil, her gün. Kafaya takmak gerçekten insanı yoran ve bedene zarar veren bir durumdur. Her şeyi kafaya takan insanların ortak noktası, düşüncelerinin her zaman olumsuz şekillenmesidir. Olumsuz düşünceler, endişenin artmasına ve daha ciddi sorunlara yol açar. Sorunlara sorunla değil, çözümle yaklaşmak gerekir. Spor, sanat, kitap, meditasyon, yoga ve sosyal yaşamın içinde bulunarak insan ilişkilerini geliştirmek, en önemli olanı da kendi değerinin farkında olup farkındalıklarını arttırarak üretmek en etkili çözümlerdir. Aslında mutluluk, bizim içimizde var olan en şahane duygudur. Onu yok etmeye çalışmakla hayatı kendimize zehir ediyoruz.
“Mutluluk içimde, ben onu yedim”
Yeme. Yaşa. Kendini kandırma.
Mevla’nın şu sözünü çok önemserim: “Dün, dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım!"
Her sabah yeniden doğuyor, büyüyor, olgunlaşıyoruz. Hayat aksine sonu belli olmayan uzun bir yolculuk, yaşamlar kısa. Baş edilemez durumdaysanız bir uzmandan yardım almakta fayda vardır.
Her sabah yeni güne şükürle başlamak, günün keyfini çıkartmak için, arabesk tavırlarla “Kafama sıkar giderim” demek yerine, “Takma kafana tokadan başka” demek ödevimiz olsun. Hayat çok güzel ve çok eğlenceli, yaşamak çok keyifli. Zorlaştıran yine bizleriz ve bizim negatif düşüncelerimiz.
“Su akar, yatağını bulur” atasözü yine kulağımıza küpe olsun.
Rahat ol ve kendini akışa bırak.
Sağlıkla ve mutlulukla, mucizelerle dolu güzel günlere efendim…