Betül Gökçe AKGÖL'ün 8 Nisan 2025 tarihli yazısı: Dijital Mahalle Baskısı: Gerçekten Özgür müyüz?

Eskiden “mahalle baskısı” denildiğinde, fiziksel çevremizin –komşularımızın, ailemizin, toplumun– üzerimizdeki etkisi anlaşılırdı. Kiminle arkadaş olacağımız, nasıl giyineceğimiz, hangi saatte eve döneceğimiz gibi kararlar bu görünür sosyal çevrenin sessiz kurallarıyla şekillendirilirdi. Bugünse artık bu baskı sadece fiziksel değil; dijital bir form aldı. Sosyal medya, yeni çağın görünmeyen ama bir o kadar da etkili mahallesi haline geldi. Peki bu dijital mahallede gerçekten ne kadar özgürüz?

Beğeni Uğruna Değişen Benlikler

Instagram’da bir kahve fotoğrafı paylaşmak, Twitter’da güncel bir tartışmaya dahil olmak ya da TikTok’ta trend bir müziğe ayak uydurmak… Bunlar artık sıradan birer paylaşım değil, aynı zamanda birer “ait olma” göstergesi. Sosyal medya, bireyin yalnızca kendini ifade etme alanı değil, aynı zamanda başkalarının onayını alma platformuna dönüştü.

Beğenilmek, paylaşılmak ve takip edilmek; dijital dünyada kabul görmekle eşdeğer hale geldi. Ancak bu onay mekanizması, bireyin kendi değerlerinden uzaklaşmasına, kendine yabancılaşmasına neden olabiliyor. Çünkü paylaşmadan önce “Acaba bu içerik beğenilir mi?” sorusu, içten gelen düşüncenin önüne geçiyor.

Trendler ve Toplumsal Kabul Arasında Sıkışmak

Bir günde binlerce içerikle karşı karşıya kalıyoruz. Moda akımlarından politik söylemlere, kişisel gelişim tavsiyelerinden ilişki kurallarına kadar her konuda “doğru” olan bir yaşam biçimi önümüze konuyor. Herkesin benzer giyindiği, benzer düşündüğü, benzer tepki verdiği bir dünyada farklı olmak cesaret istiyor. Çünkü dijital mahallede farklı olmak, çoğu zaman dışlanmak ya da eleştirilmek anlamına geliyor.

Bu da bireyin özgün düşünme becerisini zedeliyor. İnsanlar, sırf yalnız kalmamak için kalabalığa uyum sağlıyor. Sorgulamadan benimsediğimiz fikirler, aslında kime ait? Biz mi düşünüyoruz, yoksa düşünmemiz istenen şeyleri mi tekrarlıyoruz?

İptal Kültürü ve Sessiz Kalma Zorunluluğu

Dijital mahalle baskısının en çarpıcı yansıması “linç kültürü” ya da daha yumuşatılmış adıyla “iptal kültürü.” Yanlış anlaşılabilecek bir kelime, alışılmışın dışında bir fikir veya sadece farklı bir bakış açısı, saniyeler içinde hedef tahtasına konabiliyor.

Bu durum, insanların özgürce fikir beyan etmesini değil; tam aksine, konuşmaktan çekinmesini beraberinde getiriyor. Dijital mahallenin gözleri sürekli üzerimizde ve küçük bir hata tüm sosyal itibarın bir anda yok olmasına neden olabilir. Bu da insanları sessizliğe, kalıplara sığınmaya ve sadece “doğru” kabul edilen düşünceleri paylaşmaya itiyor.

Gerçekten Özgür müyüz?

Sosyal medya platformları bireylere büyük bir özgürlük sunduğu izlenimini verir: İstediğini yaz, paylaş, ifade et. Ama bu özgürlük, görünmeyen sınırlarla çevrilmiş durumda. Bu sınırlar; algoritmalarla, trendlerle, toplumsal linçle ve “cool” olma zorunluluğuyla çiziliyor.

Özgürlük, sadece konuşabilmek değil; korkmadan, başkalarının onayını beklemeden, benliğini kaybetmeden ifade edebilmekle mümkündür. Eğer bir paylaşım yaparken “nasıl algılanacağım” endişesiyle yaşıyorsak, dijital dünyada özgür değil; kontrollü bir vitrindeyiz demektir.

Çözüm: Dijital Farkındalık ve Bireysel Cesaret

Dijital mahalle baskısına karşı durmak, ilk adımda bireysel cesaret ister. Farklı düşünmenin, az beğeni almanın, bazen yalnız kalmanın kötü bir şey olmadığını kabul etmek gerekir. Bunun yanında medya okuryazarlığı ve dijital farkındalık da önemlidir.

Her gördüğümüzün doğru, her trendin gerekli, her popüler düşüncenin haklı olmadığını bilmek; sosyal medyada birey kalabilmenin anahtarıdır. Gerçek özgürlük; başkalarının ne düşündüğünden çok, kendimizin ne hissettiğini ve düşündüğünü önemsemekten geçer.

Dijital mahalle kalabalık olabilir. Gürültülü, yönlendirici, yargılayıcı olabilir. Ama sen bu mahallenin sadece bir sakini olmak zorunda değilsin. Kendi fikrini, duruşunu, kimliğini koruyabildiğin sürece; o kalabalığın içinde bile özgür olabilirsin.