R. Bülend KIRMACI'nın 27 Şubat 2024 tarihli yazısı: Ekonomide Toplumsal Sorumluluk

Ekonomi seçileni, seçmeni, kamu yönetimini, velhasıl bütün toplumu ilgilendiren bir değerler ve veriler setidir.

Bu anlamıyla ekonomide zorluklar ve fırsatlar, kısıtlar ve olanaklar tüm topluma, müşterek bir ilgi alanı olarak yansır. 

Böyle olunca da ekonomiyi bir sosyal sorumluluk alanı olarak değerlemek gerekir.

Özcesi yaptıklarımızdan ve yapamadıklarımızdan hepimiz, her birimiz, kendi payımıza düşeni alırız. 

Milli geliri artırmak ve dengeli dağıtmak için yönetimler çalışır...

Milli gelirin artması için biz yurttaşlar da, fabrikalarımızda, tarlalarımızda ve hizmetler sektöründe gayret göstermek zorundayız. 

Ne var ki son yıllarda bu anlamda başarılı değiliz.  Bu başarısızlık da büyük ölçüde ekonomi bürokrasisinden ve onu şekillendiren siyasal iradeden kaynaklanıyor.

Ne denmişti? 

2023 yılında kişi başına 20 bin dolar Milli gelir olacak, Türkiye, Dünya ticaretinden 2 trilyon dolar pay alacak!

Oldu mu? Olmadı!

Biz iş insanları ve işçiler, çiftçiler ve beyaz yakalılar alabildiğine çalıştık, ne var ki, ekonomimiz yeterince etkin organize edilemedi.

Halen kişi başına milli gelirimiz 10 bin doların altında ve ülkemiz yerküre ticaretinden 1 trilyon dolardan az pay alıyor...

Neden? Salt konjonktürel olarak turizm gelirlerinin düşmesinden değil elbette... 

Türkiye, teknolojiye dayalı katma değer üretimi yapamadı, yeterli tasarruf edilip, yeni fabrikalar açamadı, 
tam tersine ithalat kamçılandı, özelleştirme ile borçlar kapanmadı arttı, paramız pul oldu...

Tarımda net ithalatçı haline gelen ülkemiz bugün samandan yeme dışarıya el açıyor, enerji kaynaklarında alternatife yatırım yapmadığı için mazot, gaz ithalatı yükümüzü artırmaya devam ediyor. 

Sonuçta halen orta gelir tuzağının (kişi başı on bin doların altı) girdabına sürükleniyoruz, durgunluk içinde enflasyona pupa yelken gidiyoruz.

Ve eğer bu tuzağa ve girdaba girersek ve bu çevrim yapısal hale gelirse, ekonomide kuruyan kuyudan su çekmek için üç haneli enflasyona da yönelebiliriz.

Dahası, risk primi üzerinden dış borçlar akıl almadık şekilde istismar konusu haline gelebilir.

O nedenle Türkiye ekonomisi, belki de son virajı, arabayı devirmeden, gemiyi karaya oturtmadan aşmak zorunda...

Bu ekonomiye ilişkin sosyal sorumluluk duygumuzu harekete geçirmesi gereken bir tablodur.

Yönetenlere, yönetilenler ve üretenler olarak şöyle seslenmeliyiz: Gelin, yol yakınken, zamları tırpanlayın, bankaları dlzginleyin, israfı frenleyin, tarımı ve enerjiyi ulusal yapılarla değerlendirin.

Plana, programa, denetime dayalı yatırımcı kamucu anlayışla, memleketin bütün üretim güçlerini gelin hep birlikte seferber edelim...

Tez elden bir Ulusal Ekonomi ve Sanayileşme Kurultayı toplayalım. 

Açık yüreklilikle ülkemizin gereksinimleri ve çağın gereklerine uygun bir kalkınma, üretim ve bòlüşüm hedefler setini ortaya koyalım...