R. Bülend KIRMACI'nın 22 Mart 2023 tarihli yazısı: Genetiği değiştirilmiş toplum

GDO’dan GDT’ye

Son yıllarda genetiği değiştirilmiş tohumlar hayatımıza girdi. Pancar üreticisini tarumar edip şeker fabrikalarını kapattık, marketlerdeki fiyat artışlarının yanı sıra yapay tatlandırıcı ile “büyüyecek” kuşakları adeta ateşe attık. Bu sadece bir örnek. İki yakası bir araya gelemeyen halk, üretim, depolama, tedarik, fiyatlama zinciri üzerinden tam bir cendere içinde. O kadarla da kalmıyor, gübreden mazota, ilaçtan samana ithalat baskısı altında cari açık aldı başını gidiyor. Genetiği değiştirilmiş tohumlar, gıdalar var; bundan ilham alarak bir de genetiği değişime uğrayan / uğramakta olan toplumdan söz etmek isterim.

DÜN BÖYLE MİYDİK, NE HÂLLERE GELDİK

Bir tek soruya hep beraberce arayacağımız cevap zaten bu yazıyı kendiliğinden yazdırır: “Biz dün böyle miydik? / Ne hâllere geldik!” Biz “dün” hiçbir şey bilmesek bile “haddimizi bilirdik”. “Yetmiş iki milleti bir gören gözle” bakan kültürümüzle, “komşusu aç yatarken tok yatmaktan utanan” öğretimizle, kitap okuma alışkanlığını küçük yaşta edinen bireylerimizle, yerli malı yurdun malı diyen öğretmenlerimizle, hayırsever iş insanlarımızla, devlet terbiyesi almış kamu çalışanlarıyla, pahalı değil ama temiz giyinmeyi esas alan kentlimiz ve alçak gönüllü köylümüz ile biz, örnek bir toplum idik. Cumhuriyet’in ilk yıllarından 80’lere, altmış yıla yakın bu yapımızı büyük ölçüde koruduk. Sonra bir “el” geldi, “kır şişeyi dön köşeyi” dedi, sonra, “özelleştirmeler” aldı başını gitti, sonra “liyakat bir yana bırakıldı”, partizanlık her yeri sardı.

PARAYLA CAKA SATMAK

Bütün bu olgular, kültürel yaşamda yansımasını buldu; vurdulu kırdılı diziler, ahlaksızlığı öven sözde sanatçılar, aşırma (intihal) bilgilerle tezler yazan akademisyenler, sahte evrakla iş başvurusu yapanlar, hayali ihracatçılar, bankerler, komisyoncular vesaire…

Sonuçta, ne hâllere geldik!? Sevgisiz, tahammülsüz, savurgan, havadan nem kapıp adeta birbirini boğazlayan, o arada, çarşıda pazarda “kazıklanma” kaygısıyla alışveriş yapan, devlet dairesine işi düşen vatandaşı hor gören, parasıyla caka satan, köylüyü aklı sıra aşağılayan, konuşurken yabancı sözcükler yumurtlayan sözde aydınlara sahip bir toplum oluverdik.

GENETİĞİMİZ KIRK YILDA “DEĞİŞİME” UĞRATILDI

Genetiğimiz kırk yıldır değişime uğradı. Kırk yıl boyunca eski mirasımızı yedik. Sonra zihinsel “tohumlar” bizi başkalaştırdı, birbirimize yabancılaştırdı. Gerçekte geliriyle, geçimiyle, ortalama değer yargılarıyla, vatan ve bayrak aşkıyla, din iman bağlığıyla, dürüstlük ve dayanışmanın ördüğü sosyal genlerimize aykırı olarak; piyasacı, pazarcı, paracı, dolarcı, yabancı hayranlığıyla malul bir genel siyasetin bozucu etkisi altında vicdanlarımız ezildi, emeklerimiz çalındı, umutlarımız kırıldı

Sol gibi yaşayıp, sağ gibi yönetildik.

Üstelik sol adına yönetme sözü verenler de sağa sığındılar, sığlaştılar, “garipleştiler”, sonuçta siyasi yelpazenin sağlı sollu üfürdüğü yalan rüzgaârlarıyla tüm toplumun dengesi bozuldu. Ne göründüğümüz gibi olduk, ne olduğumuz gibi göründük! Düzene uyum sağlamak, sömürüye boyun eğmek, sormadan kabul etmek noktasına zorlandık. Kendi kendimizi tanıyamayan, dertlerini haykıramayan insanların toplumu hâline getirildik.

KODLARIMIZ BOZULDU, HAFIZAMIZ DUMURA UĞRATILDI

Kodlarımız bozuldu, hafızamız dumura uğratıldı. Yasaklarla, baskılarla, cezalarla en parıltılı gençleri savurduk, attık. “En kusursuz cinayet, yaşama sevincini öldürmektir” der bir söz. Bu söz bizim için iki kere doğrudur. Hayal kurma olanağını bile ellerinden aldık gençlerimizin.

Oysa umutları büyütebilmeliydi gençler, çünkü umutlar nerede büyürse mucizeler de orada çiçek açardı. Bunu bile çok gördük… Eski hâlimizle yeni hâlimiz arasında uzaydan bakıldığında yeryüzündeki gece ve gündüzü ayıran bir tür terminatör çizgisi var. “Eski” ile “yeni” o kadar farklı.

Oysa eskinin iyilerini de içine alarak yeni olanın bizi her açıdan ileriye götürmesi beklenirdi. Çağdaş bir eğitim, güven veren bir sağlık sistemi, yüz güldüren sosyal sigortalar, bilimde, sanatta, sporda dünya ile yarışan gençler, özerk üniversiteler, çok iyi yetişmiş mesleki teknik elemanlar, rekabete açık iş insanları ve en başta da kaliteli bir siyaset anlayışı ve kadroları… Ne yazık ki zaman ilerledikçe birçok alanda geriye gittik.

KARŞILAŞTIRMALAR, GERÇEĞİ YÜZÜMÜZE VURUYOR

Toplumumuzun genetiğinin olumsuz değişimine katkı veren gelişmelerle ilgili birkaç örnek verelim. Eskiden okullarda zengin-fakir, köylü-kentli ayrımını hissettirmeyen eşitlikçi bir düzen vardı. Devlet okullarının fiziki donanımına ve öğretmen kapasitesine büyük önem verilirdi. Köylerde okul kurmak, uygarlığımız açısından başlıca kamu görevi sayılır, halk da bu yapılaşmaya imece ile katılır, o okulları gözü gibi korur, öğretmenleri baş tacı yapardı. Günümüzde özel okullar, kimi vakıf okulları, sistemin başat unsuru hâline geldi. Devlet okulları adeta kaderine terk edildi. Ezberci, yarışmacı, elemeci eğitim sistemimizden yararlanmanın ön koşulu paraya endekslendi.

Eskiden her alanda çok iyi doktorlarımız vardı. Yine var, kuşkusuz. Ancak “iyi hekime erişmek” giderek paraya bağlı hâle geldi. Eskiden hekimler adeta gözleriyle hastalarına tanı koyabilirken, günümüzde olmadık test ve görüntüleme araçlarının biraz da abartılı kullanımı ile işleyen bir düzen var! Eskiden tıp fakültelerinde ideal için “okunurdu”, şimdilerde kimileri “daha ferah bir hayat” için tıbbiyeyi hedeflediklerini söyleyebiliyor. Eskiden sağlık personeline büyük saygı duyulurdu, şimdilerde yer yer itilip kakılan sağlık emekçilerinden söz ediliyor.

Eskiden taksi şoförleri tıraşsız hatta kravatsız iş başı yapmazlar, toplu taşıma araçlarında bilet kesen görevliler bile takım elbise giyerlerdi. Şimdilerde -işine saygılı olanları tenzih ederek söylemek gerek- çalıştığı şehrin cadde ve sokaklarını bilmeyen, turistleri “dolandırmayı” marifet sayan, toplu taşıma araçlarında yolcuya hoyrat davranan nice meslek erbabından söz ediliyor. Eskiden “Allah’tan korkan, kuldan utanan” müteahhitler vardı, şimdilerde son deprem faciasında da tanık olduğumuz gibi, “malzemeden çalan, insan hayatını hiçe sayan” müteahhit bozmaları var. Eskiden yoğurtçu, sütçü, yumurtacı gibi “sokak satıcıları” güven verirdi. Şimdilerde zincir marketlerde bile gramajıyla oynanmış ve genetiği değiştirilmiş ham madde ile üretilmiş nice ürünler raflarda, çoluk çocuk aileleri zehirlemek için görücüye çıkmış, bekliyor. Eskiden ahlaklı sporcular, terbiyeli taraftarlar, öğrencisini kazanmaya çalışan spor akademisyenleri vardı; şimdilerde şike, küfür, hoyratlık ve kabalık saha ve salonlarda kol geziyor…

Evet değerli okurlarım, “eskiden” derken öyle çok eskiden de değil yarım asırdan az bir zamanda (1980-günümüze), ondan önceki yarım asırdan biraz daha fazla zamanda (1923-1980), kazandığımız hasletleri, kurumları, sosyal dayanışmayı yitirme noktasına geldik. Artık 0-0 berabereyiz; ya özümüze döneceğiz, büyük uygarlığımıza yaraşır şekilde eğitimden ekonomiye, bilimden sanata aklın ve çağın gereğine uygun düzenlemeleri yapacağız ya da önümüzdeki elli yılı daha kaybedip, hayat yarışında bu kez 1-0 mağlup duruma düşeceğiz. Ben her şeye karşın hayat savaşını kazanıp, gençlerimiz ve geleceğimiz için güzel bir Türkiye’yi hep beraberce kuracağımıza inanıyorum.

Genetik fiziksel-toplumsal-total olarak 100 hatta -7 kuşak etkili olduğu düşünülürse- belki de en az 700 yıllık bir olgudur; bizim kastımız bunun sosyal (toplumsal) dokuya olası etkisidir. İşte burada yazının başlığını revize etme zamanı geldi: “Genetiği Değiştirilmiş Toplum” demeyelim de “Genetiği Değiştirilmeye çalışılan Toplum” diyelim. Çünkü genetiğimiz özde sağlamdır, insanımız özünde insandır!

Hızla üreten, eğitimi, sağlığı kamucu, hakça bölüşen, özgürce söz söyleyen, dünyanın en gelişmiş ülkeleri ve toplumları ile yarışan bir Türkiye; dilimizde, düşümüzde, düşüncemizde ve dualarımızda yaşayacaktır. “Eskiden” ve günümüzde neyi yanlış yaptıysak onlardan arınmalı, eskiden ve günümüzde neyi doğru yaptıysak ve yapıyorsak onları geliştirerek geleceğe, ileriye yürümeliyiz.