Tuğba EROĞLU'nun 7 Eylül 2023 tarihli yazısı: Gerçek Drakula mı?
Stokers'ın çalışmaları, kültürel bir hayranlığı etkilemeye devam ediyor. Drakula, çeşitli medyalarda popülerleştirmeye başladığımız vampir fantezisinin geleneklerini de oluşturmaktadır.
“Drakula” hikâyesi uydurulmadan önce, kan emen ruh ya da insan etini yiyen iblis kavramı yüzyıllar boyunca hemen hemen her uygarlığın mitolojisinde ve halk masallarında anlatılmıştır. Stokers, doğaüstü olaylarla ilgili mitolojik hikâyeler için Orta ve Doğu Avrupa folklorunu araştırmak adına birkaç yıl harcamıştır.
Ortaya çıkarttığı en eski vampir tasvirlerinden biri; Akadlar, Sümerler, Asurlular ve Babillilerin Lilu ve Lilitu gibi şeytani figürlerden söz ettiği çivi yazılı metinlerden kaynaklanıyor.
Bu efsane, Babil Talmudu’nda Yahudi folklorunda eş anlamlı hâle gelmiş ve M.S. 300-500 civarında iblisin, “gece yaratığı" olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Vampir, çoğu zaman geceleri bebekleri çalarak kanlarıyla ziyafet çeken, cinsel açıdan ahlaksız bir iblis olarak tasvir edilirdi. Lilith ayrıca M.S. 700-100 yılları arasında yazılan Sirach alfabesinde Adem’in ilk karısı olarak görünecektir.
Vampirlere ilişkin folklorun, hayal ettiğimiz şekliyle birçok Avrupalı etnik grubun sözlü geleneklerinde ve irfanında anlatılmaya başlaması 17. ve 18. yüzyılın sonlarına kadar mümkün olmadı. Onlar, kötü varlıkların hayaletleri, intihar kurbanları, cadılar, kötü niyetli bir ruhun ele geçirdiği cesetler veya kendilerinin yükselişiyle sonuçlanan bir vampir saldırısının kurbanı olarak tanımlandılar.
18. yüzyılda, Doğu Avrupa'da vampir görülme vakaları, sık sık mezardan çıkartmalar ve potansiyel gelirlileri öldürmek için kazıklama uygulamasıyla zirveye ulaşmıştı. Bu dönem genellikle “18. Yüzyıl Vampir Tartışması” olarak anılıyordu.
Stokers'ın çalışmalarının katalizörünün, Macar-Yahudi Yazar Ármin Vámbéry'nin anlattığı hikâyelerden kaynaklandığı iddia edilirken başka bir tartışmaya açık kaynak ise Emily Gerard'ın "Ormanın Ötesindeki Ülke (1890)" kitabı ve "Transilvanya Batıl İnançları" adlı makalesidir. Stokers'ı kesinlikle "Nosferatu" terimiyle tanıştıran ise odur.
1972 tarihli "Drakula'nın İzinde" kitabına göre, Radu Florescu ve Raymond McNally, Stokers'ın araştırmasının Drakula'yı Eflak Voyvodası Vlad III Drakula'ya dayandırmasıyla sonuçlanan ilk teorinin Basil Kirtley tarafından öne sürüldüğünü savunmuşlardır. Akademisyenler Kazıklı Voyvoda veya Vlad Tepes adındaki iki vampir figürünü Drakula ile eşleşen bir biyografik isim aracılığıyla birbirine bağlamışlardı. Hem Kont Drakula hem de Vlad III Drakula, kitabın 3. bölümündeki bir sohbette vurgulanan, komşu Osmanlılarla kişisel çatışmalarında benzerliklerin bulunduğu ortaya koyulmuştur. Konuşmada, Drakula’nın Kosova Savaşı'ndaki yenilgisinin ardından Türklere karşı savaşan vampir ırkının yaşantısından bahsediyor.
"Voyvoda olarak Tuna'yı aşıp Türk'ü kendi sahasında yenen benim ırkımdan başka kimdi? Bu gerçekten bir Drakula'ydı! Yazıklar olsun ki kendi değersiz kardeşi, kendisi düştüğünde halkını Türklere satmış ve onlara köleliğin utancını yaşatmıştı! Daha sonraki çağlarda kuvvetlerini tekrar tekrar büyük nehrin üzerinden Türkiye topraklarına getiren, kendi ırkından diğerine ilham veren bu Drakula değil miydi? Geri püskürtüldüğünde, birliklerinin katledildiği kanlı alandan tek başına gelmek zorunda kalmasına rağmen sonunda zaferi tek başına kazanabileceğini bildiği için tekrar tekrar gelen oydu.”
Hikâyenin karakteri Profesör Van Helsing’in, arkadaşı Arminius'tan gelen bir mektuba atıfta bulunduğu 18. bölümde bu durum pekiştirilmiştir: "O gerçekten de sınırdaki büyük nehrin üzerinde Türklere karşı adını kazanan Voyvoda Drakula olmalıdır."