R. Bülend KIRMACI'nın 8 Mart 2023 tarihli yazısı: Kalkınma, gelişme ve önceliklerimiz
KURUMLAR ve KAVRAMLAR
Kavramlar çok önemlidir. Kavramları, kurumlar izler. Ne düşünüyorsanız öyle davranır, onu inşa ederseniz. Devletler ve siyasal karar vericiler açısından da bu böyledir. Düşünüş şeklinizi eğitiminiz, ideolojiniz, değerleriniz belirler. Eğer “mühür elinizdeyse” ve doğru düşünürseniz, yönettiğiniz toplum ileri gider. Doğru düşünmek, hata yapmamak anlamına gelmez. Bazen dış koşullar ve hesap edilemeyen faktörler yüzünden istenenden çok başka sonuçlarla da karşı karşıya kalınabilir. Ancak bu türden durumların telafisi de uygulamaları gözden geçirmek ve eylem biçiminizi yenilemekten geçer; bu yolda kavramları yeniden ele almak, öz eleştiriyi ihmal etmeden olaya, olguya bakış şeklinizi yenilemek gerekir ki bu da dinamik ve doğru düşünmek demektir.
SİYASET, PLAN ve PROJEYE DAYANMALI
Türkiye’mizde siyaset ve kurumları ne yazık ki planlı, projeli bir üretim içinde değiller, genel olarak ezberler tekrarlanıyor, sloganlarla, kalıplarla konulara, olgulara, sorunlara yaklaşılıyor, doğruları bulmak için yeterince ve özgürce tartışma yapılmıyor. Sonuç olarak doğruları da içine alan büyük gerçekler ıskalanıyor, herkesin doğrusu kendisine kalıyor ve toplum, yaşadığı sorunları aşmak konusunda bir arpa boyu yol alamadığı gibi, siyasetten sirayet eden bir tür inatlaşmayla geriye gidiyor, daha büyük kayıplara ve yanılgılara kapılar aralanıyor.
ELEŞTİRİYİ SÖVGÜ, YAĞCILIĞI ÖVGÜ SANMAK
Diyelim iktidarda olan bir partinin üyesisin; gidip de yönetime “Şunlar bunlar böyle değil de şöyle yapılmalı” dediğin anda “Hainsin!” Veya muhalefette bulunan bir partinin üyesisin, “Şu konuda, bu konuda yeterince hazırlığımız yok, oysa işi şuradan tutmalıyız, bu yaklaşımımız yanlış” dediğin anda hop, yallah partinin disiplin kurulundasın! Maalesef değerli okurlarım, bizler eleştiriyi sövgü gibi algıladıkça, yağcılığa varan övgülerle günü kurtardığımızı sanıyoruz, oysa altımız oyuluyor, tarihe çok olumsuz izler bırakıyoruz.
Bu son yaşadığımız 6 Şubat 2023 ikiz depremler felaketinde de aynı ilişkiler ve gelişmeler görüldü. Bir yanda aklın, vicdanın, bilimin, deneyimin ışığında başta kendi evlatlarımız ve kurumlarımız sonra da dünyanın çeşitli ülkelerinden arama-kurtarma ekipleri sağ olsunlar yardıma koştular; diğer yanda konuyla ilgili uzmanlığı olmayanlar, ekranlardan ahkâm kesmeye başladılar. Depremin nedenleri ve sonuçları hakkında çıkarmamız gereken derslere ilişkin özellikle siyasal kurumlar ve siyasetle bağlantısı olan aydınlar arasında hakça bir eleştiri, öz eleştiri, tez, antitez, sentez şeklinde işleyen değerlendirme süreçleri yaşanmadı.
DOĞRULARI BULMAK, KAVRAMLARI TARTIŞMAK
Bu tespitleri şunun için yapıyorum; hayat sürdükçe ve yaşam ilerledikçe çeşitli kavramları tartışma ihtiyacımız hiç bitmeyecek. Bitmemesi de doğal, çünkü yalnız ölü toplumlar tartışmazlar. Türkiye ise Asya ve Avrupa arasında bir köprü ülke, son derecede genç ve yetenekli girişimcilerle dolu bir nüfusa sahip olan, dünyanın adeta gözlerini üzerine çevirdiği bir ülke. Bizim on bin yıllık uygarlığımız ve Cumhuriyet devrimiyle tesis ettiğimiz devlet ve düzen, biz beğensek de beğenmesek de birçok ülke için hayal edilen bir düzen. Böyle bakınca hem toplumumuza hem de bölgemizden başlayarak insanlığa karşı ödevlerimiz olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Büyük gerçeklere ulaşabilmek için önce doğruları bulmak, doğruları bulmak için konular ve kavramlar üzerinde dinamik anlamda düşünce üretmek gerek. Bir kitap yazmak, bir makale yazmak veya bir apartman ya da fabrika inşa etmek yetmez, bunun başlığı, adı koyulmalıdır. Başlık ve adının koyulması sizin eğitiminiz ve değerlerinizle ilgili bir çözümlemedir, bunu geliştirir, karar vericilere -bazen hükûmet, bazen bir siyasi parti, bazen hemşehrileriniz, bazen de tüm bir halk- önerirsiniz, sonra bu başlıklar benimsenir, yürür gider veya sırasını bekler.
SALGIN, DURGUNLUK, DEPREM…
Önce salgın, ardından tedarik zincirlerinin kırılması, şimdi de deprem ile dünyamızın başımıza yıkılması süreçlerini yaşadık. Tüm bu süreçlerde olaylara bakışımızı kavramlar belirledi. Hayat dinamiğinin çekirdeği olan ekonomi, tüm süreçlerde daima hükmünü icra etti, kimi zaman eksik kaldık kimi zaman yaralarımızı sardık fakat tüm bunlarda ekonomi bir büyük gerçek olarak yanı başımızdaydı. Öyleyse ekonomi alanındaki kavramlara ilişkin tartışmalara ve yorumlara her zaman ihtiyacımız olacaktır. Allah korusun her türlü felaketle, olası savaşlarla, vatandaşın refahının ve güveninin idamesiyle ilgili olarak ekonomi, en belirleyici faktörlerden biri olacaktır, yaşam sürdükçe de bu böyle kalacaktır.
DİRENMEK GÜÇLENMEYE, GÜÇLENMEK GELİŞMEYE BAĞLI
Evet deprem, yangın, sel, savunma bütçesi, halkın refahı ve diğer tüm değerler bir yerde ve hatta nihai bağlamda ekonomiyle ilgilidir. Ekonomik olarak ne kadar güçlüysek, her türlü olumsuzluğa direnmek bakımından da o kadar güçlüyüzdür. Güçlenmek gelişmeye, gelişmek kalkınmaya, kalkınma topyekûn (bütüncül) kalkınmaya bağlıdır. Bu zinciri anlatmak ve tartışmak isterim: Öncelikle ifade etmeliyim ki bütüncül kalkınmanın ekonomik boyutu, kuşkusuz diğer boyutları olan kültürel, sosyal, siyasal kalkınmamızı da etkiler.
Evet bir kalkınma perspektifi olarak bütüncül kalkınmayı geçerli görüyorum. Bütüncül kalkınma daha önce de ifade ettiğim gibi, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal anlamda kalkınmadır. Kuşkusuz böyle bir ölçümün sayısal ve niteliksel veçheleri vardır. Öncelikle şudur: Sadece kişi başına düşen diyelim 10 bin dolar milli geliri bir standart değer olarak kabul edip, bu rakamın altında veya üstünde olmakla kalkınmayı açıklayamayız. Böyle yaparsak; 10 bin doların altında hiçbir demokrasi ve çağdaş toplum olamaz, bir başka açıdan bakarak ve aynı mantık dizgesiyle kalkarak “10 bin doların üstünde kişi başına milli gelire sahip her toplum, mutlak anlamda kalkınmıştır” demek gerekir. Bunlar, doğru değildir. Hayat, 10 bin dolara sığmaz!
BÜTÜNCÜL KALKINMA ve GELİŞME
Gerçekten topyekûn veya bütüncül kalkınmayı ekonomik verilerin yanı sıra yurttaşların sisteme katılımlarını, siyasi partiler ve sendikalarda özgürce söz söyleme olanaklarını, kültürel ürünlere erişebilirliğini, seyahat etme hakkını kullanabilirliğini ve yanı sıra eğitim ve sağlık temel hizmetlerine ücretsiz sahip olabilirliğini, düşünerek esaslı anlamda bir değerlendirme yapabiliriz.
Dahası aradan geçen yıllar dünya literatürü açısından kalkınma kavramını bir üst düzeye taşımış, artık “gelişme” standartları temel ölçü hâline gelmiştir. “Gelişme” deyince klasik anlamda “az gelişmişlik” veya “gelişmişlik” ekseninde bir dağılımdan veya kuzey-güney farklılığı gibi kategorik kümelenmelerden söz etmek pek işlevsel değildir. Her ülkede gelişmişliğin daha doyurucu sonuçlar verdiği bölgeler olabildiği gibi herhangi bir kıtada da gelişme açısından çok farklı ülkeler bulunmaktadır.
Gelişme için önemli olan, kamu hizmetleriyle, karar alma süreçlerine katılımla, saydam bir vergi, herkes için eşit bir adalet sistemiyle ve gençler başta hayat hakkında söz söyleme özgürlükleriyle ve tüm bunların yanı sıra hakça bir gelir dağılımı ve güven veren bir sosyal güvenlik sistemiyle toplumun, ailelerin ve fertlerin donatılmış olmasıdır. Bu parametrelere ve bu sosyal niteliklere değişik ölçülerde sahip olan ve kişi başına milli gelir açısından farklı aralıklarda bulunan bir dolu toplum ve ülke vardır.
Nihayet bir kestirmeyle de olsa şu genellemeyi yapabiliriz: Gelişmişlik noktasındaki toplumlar; deprem, yangın, sel gibi felaketlerle ya da savunma anlamımdaki imkânlarıyla, olası sorunlarla başa çıkmak konusunda daha etkili olabilirler.
SORUNLARLA BAŞA ÇIKMANIN EN GÜVENİLİR YOLU
Eğer bütüncül bir kalkınmaya yaklaşmışsanız ve de (insani) gelişmişlik düzeyine dair hedeflerinizi ikmal etmişseniz, her zaman her yerde meydana gelebilecek sorunları, krizleri, bunalımları çok daha rahat aşabilirsiniz. Böyle bir kıvam noktasında olan toplumlar, dinamik doğrulara erişme veya hatalarından arınma konusunda da özgürce tartışabilen, karşıtlık üretmeden de karşı durmayı ve tartışmayı bilen ve öylelikle büyük gerçeklere erişebilen toplumlardır. Bu son yaşadığımız deprem faciası bize bir kez daha ekonominin önemini, ekonomideki kavramların yenilenmesinin değerini olduğu kadar, birbirimizle uygarca tartışarak gerçeğin bilgisine erişmek sorumluluğumuzu hatırlatmış olsa gerekir. Hayat akıp gidecek ve biz tek bir olaya bağlı kalmadan, ancak olaylar ve olgulardan ders çıkartarak eksiğimizi gediğimizi gidereceğiz.
Son söz olarak şudur: Öncelikler önemlidir. Bizim önceliğimiz, şu depremin yaralarının sarılması ve bir daha böylesine derin acılara yol açılmaması için gereken önlemlerin alınmasıdır. Bizim buna bağlı ikincil önceliğimiz, ekonomimizi güçlendirmek için kavramlarımızı gözden geçirmek, kurumlarımızı çağın ve ülkemizin gereksinimleri doğrultusunda yenilemektir.