Elif AYBİKE DEMİR'in 16 Mayıs 2023 tarihli yazısı: Kolektif Bilinçdışı Nasıl Karşımıza Çıkar?
İşe, “bilinçdışı” kavramını açıklamaya çalışarak başlayalım. Sinan Canan’ın söylediğine göre, beyinde bütün duyulardan saniyede ortalama 11 milyon bit veri akar fakat bilinç, bunun yalnızca 40 bit kadarını algılar. Bu durum şöyle örneklendirilmiş; karanlık bir ormanda kalem fener yakıldığında yalnızca aydınlattığı yeri görebilmek bilinci, aydınlanan kısmın dışında kalan ormanın tamamı ise bilinçdışını temsil eder. Deniliyor ki ormanda yolumuzu nasıl göremediğimiz o diğer ağaçlar, rüzgâr, sesler vs. belirliyorsa, bilinçdışına işlenen verilerin her biri bilinci ulaşmasa dahi davranışlar üzerinde etkili olur. Dürtüler, korkular, arzular gibi başlıklar bilinçdışının kapsamına girer. Günlük hayatta verilen ani veya mikro tepkilerin, hayatımızı arka planda inşa eden sürekli tekrarlanan kalıplaşmış düşüncelerin kaynağı da bilinçdışıdır.
Bilinçdışını programlayabilmek için en yapılabilir yöntem, “büyük bir amaca sahip olmak”tır. Hayatta ne kadar büyük bir amaca sahip olunursa, bilinçdışı zihin yapısı da o oranda size hizmet etmeye başlar.
Gelelim “ortak bilinçdışı” ya da “kolektif bilinçdışı” kavramına. Bilimin henüz kanıtlarla ortaya koymuş olduğu bir kolektif bilinçdışı varlığı ve tanımından söz edilemiyor. Dolaşıma girmesi ise Ruh Bilimci Carl Gustav Jung’un bunun üzerine olan söylemleri ile gerçekleşiyor. Burada konu, kendi zihinlerimizin dışında hepimizin bir şekilde erişiminin bulunduğu ortak bir bilinç yapısın var olduğunun düşünülmesidir. Jung, ortak bilinçdışını “tarihsel gelenekten veya göçlerden bağımsız, her zaman, her yerde yeniden ortaya çıkabilen mitolojik çağrışımlar, güdüler ve imgeler” şeklinde tanımlamıştır.
Jung, danışanlarında fark ettiği bu “aslında hiçbir zaman, hiçbir yerde karşılaşmadığı, maruz kalmadığı, öğrenmediği imgeleri rüyalarında görüyor olmaları” durumu sonucunda rüyaların ne anlama geldiğini anlayabilmek için çalışmıştır. 1913’te “Aktif İmgeleme Metodu”nu geliştiren Jung, bu tekniği uygularken gezdiği yerleri, gördüklerini, yaşadıklarını hem yazmış hem de resmetmiştir. Jung’a göre insanlar birbirine görünmez bağlarla bağlıdır. Üretilen düşünceler binlerce yıldır ortak bir bilinç ağında toplanır ve mitler, folklor, sanat, din, imgeler burada yer alır.
Konuyu destekler nitelikte olduğu kabul edilen bir örnek olan İskoçya’daki koyun otlakları meselesine bakalım bir de. Otlaklarda koyunların, sınırların dışına çıkmaması için hendekler kazılıp oralara metal ızgaralar yerleştiriliyor. Koyunların ayakları o ızgaralara sıkıştığından dolayı kaçamıyorlar. Bir gün koyunlardan biri otlarken düşüyor ve yuvarlanarak ızgaraların üzerinden karşıya geçiyor. Diğer koyunlar da bunu fark edip yuvarlanma eylemine başlıyor. Aynı yıl içinde İskoçya’daki birçok farklı otlakta benzer durumlar gözlemleniyor.
Yine kolektif bilinçdışını açıkladığı düşünülen bir diğer aktarım da icatlar ile ilgili. Telefon, televizyon, gramofon gibi icatlara bakıldığında bu cihazların belli dönemlerde birden fazla yerde aynı anda ortaya çıktığı savunulmaktadır (her ne kadar imkânı fazla olanın adıyla lanse edilip anılsalar da). Prehistorik dönemlerde de dünyanın bambaşka yerlerindeki insan topluluklarının birtakım beceri kazanımlarının neredeyse eş zamanlı gerçekleştiği görülmüştür.
Anlatılana göre bütün bunlar gösteriyor ki “bir şey düşünüldüğünde, diğer insanlarca da düşünülebilmesi daha kolay olur.”
Eminim sizin de etrafınızda herhangi bir yenilik karşısında “Bu benim de aklıma gelmişti” diyen birileri olmuştur. Hatta belki o cümleyi kuranlardan biri de sizsinizdir.