Ersan AKBAŞ'ın 26 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Micheal Jordan’ın Son Dansı

Spor dünyasında efsane olmuş birçok isim var. Saymakla bitmez.

Ama efsanenin tanımını tam anlamıyla dolduran tek bir isim var, o da Michael Jordan.

Takım sporlarının gelmiş geçmiş en büyük ismi Michael Jordan’ı, istatistikler anlatmaya yetmez.

Çünkü kendisi kazanmanın sırrını çözdüğünden, istatistikler üstü bir isim olarak spor dünyasında efsaneleşmiştir.

Tek başına takımken takım oyununu harika oynayan, son topa kadar var gücüyle mücadele eden ve de en önemlisi maçı kazandırmak için sahaya çıkan lider bir isim olduğundan, Michael Jordan efsaneydi.

İstatistikler bu saydıklarımın istatistiğini tutamaz, tutamadığı için de Michael Jordan, bambaşka bir boyutun sporcusu olarak tarihteki yerini almıştır.  

Çıktığı maçlarda yenilgiye meydan okuyan yapısıyla takımını sürükleyen ancak rakiplerine yenildiğinde, onların elini sıkma büyüklüğünden de kaçınmayan özgüveniyle saygı duyulan bir isimdi, MJ.

O nedenle efsane sporcu denilince aklıma ilk gelen isim, Michael Jordan olur.

Eğer ‘efsane sporcu’ ifadesinin sözlük tanımı yapılacaksa karşılığına mutlaka Michael Jordan yazılmalıdır.

Ben sporda hep şanslı kuşaktan biri oldum. Çok büyük isimleri takip edebilme imkanı buldum.

Armando Dieogo Maradona, Michael Schumacher, Usain Bolt, Mike Tyson, Michael Phelps, Naim Süleymanoğlu gibi… Bu isimleri daha da artırabilirim.

Ama efsane Jordan’ın son üç şampiyonluğunu canlı yayınlarla şahit olmak, hepsinden farklı ve bambaşkaydı.  

Yapılamaz denileni nasıl yaptığına, o an o saniyede defalarca şahit oldum. O nedenle de bugün bu güzellemeleri çok rahat yapabiliyorum.

Bu son üç şampiyonluk, efsanenin basketbolu bıraktıktan bir buçuk yıl sonra tekrar takıma dönerek kazandığı şampiyonluklardı.

O nedenle Micheal Jordan bugün NBA’de olsaydı, yapabileceklerini düşünemiyorum bile…

Günümüzde istatistik kasan herkese şunu çok rahat söyleyebilirim ki o rakamları nasıl ters yüz edebileceğini iyi biliyorum.

Çünkü onu alt etmek imkansızdı. Baskının üstesinden gelmeyi çok iyi becerirdi. Oyunu istediği gibi oynardı, oyuna hükmederdi. Kazanmanın sırrını çözmüştü ve bunun da farkındaydı.

Basketbolun esas adamı o olduğu için istediğini, istediği an sahada ezerdi. Yeter ki kafasına taksın. Michael Jordan’ın elinden kaçan ve kurtulan bir isim yoktu.

Şanslı kuşaktan olduğumu söylerken aynı zamanda şansız kuşaktan olduğumu da belirtmeliyim.

Çünkü bu efsanenin dünyayı kasıp kavurduğu dönemde iletişim bu kadar kolay sağlanamıyordu. İnternet ve cep telefonu 90’ların ikinci yarısında yeni çıkmıştı, hatta sayısı yok denecek kadar azdı, sosyal medya platformları ise hiç yoktu.

Bizler bu insanüstü adamın yaptıklarını ancak haberlerde ne kadar verilirse o kadar öğrenebiliyorduk.

Ne zaman ki çok kanallı dönemler başladı, televizyonlardan da Jordan’ın oynadığı NBA maçları yayınlanmaya başladı.

O zaman karşımızdaki sporcunun bambaşka bir boyutta olduğunu herkes gördü ve şahit oldu.

Ben Jordan’ın son 3 şampiyonluğunu bire bir takip edenlerdenim. O dönem hangi play-off maçı yayınlandıysa hiçbirini kaçırmadım desem yeridir.

Özellikle son şampiyonluğunu Türkiye’de neredeyse kimse kaçırmadı.

Herkes ya saatini kurdu, uykusundan kalktı ya da uykusunu feda edip sabaha karşı oynanan maç saatini bekledi.

Ve bu büyük basketbolcunun takım arkadaşlarıyla zafere giden yoldaki maçlarını takip etti.

Çünkü ABD’den gelen haberler, Chicago Bulls takımının dağılacağı ve Michael Jordan’ın da basketbolu bırakacağı yönündeydi.

Herkes artık şunu çok iyi biliyordu ki izlenen her maç tarihi bir maçtı ve bu Michael Jordan’ın son dansıydı.

İşte Michael Jordan’ın o Chicago Bulls’taki son dansı, 2020’de ‘The Last Dance’ adıyla belgesel yapıldı.

Ama ne belgesel…

Tekrar tekrar izlenebilecek bu belgeselde neler yoktu ki:

Genel Menajer Jerry Krause’un elleriyle kurduğu takımı nasıl dinamitlediği,

Koçların koçu Phil Jackson’un takımdan nasıl uzaklaştırılmak istendiği,

Dennis Rodman’ın nasıl dağıttığı,

Scottie Pippen’e yapılan maddi haksızlıklar,

Scottie’nin bu haksızlıklar karşısında takımdan ayrılmayı göze alması,

MJ’nin kumar ve bahis tutkusu,

Takım içi kavgalar ve takımın dağılma aşamasında yaşadığı belirsizlikler…

Ama tüm bunlar yaşanırken bile Micheal Jordan’ın milim sekmeyen şampiyonluk inadı…    

Lider karakteriyle son meydan okumasını, son topa kadar yapması.

Biz 90’ların ikinci yarısında onu takip ederken bu ayrıntıların çoğu medyada yoktu ya da çok azı medyaya yansımıştı.

Bizlerin tek bildiği takımın dağılacağı ve Michael Jordan’ın, koç Phil Jackson’ın takımdan ayrılması durumunda basketbolu bırakacağıydı.

İşte ‘The Last Dance’ belgeseli, o dönem perde arkasında ne yaşanmışsa hepsini tüm çıplaklığı ile anlatmış.

Ona yazık olur, buna haksızlık olur dememiş.

‘Keşke şunu anlatmasaydık’ ya da ‘bunu öne çıkaralım’ taraftarlığına da soyunmamış.

Her şey belgeselde ortaya saçılmış, dökülmüş.

Bu 10 bölümlük belgeseli mutlaka bir gün izleyin.

Belgeseli izlerken de Michael Jordan’ın nasıl kazanan bir karakter olduğunu görün.

Kazanan karaktere de nasıl acı çekerek ulaştığını öğrenin. Çünkü hiçbir başarı acısız kazanılmıyor.

Jordan’ın şu ifadeleri de bunu çok iyi açıklamıyor mu?

“Hayatım boyunca 9 binden fazla şut kaçırdım. Neredeyse 300 maç kaybettim. 26 kere maçı kazandıracak son şutu atma hakkını bana verdiler; ama kaçırdım! Hayatımda tekrar, tekrar ve tekrar başarısız oldum. Ve işte bu yüzden başardım.”

Sizler de bu belgeseli tekrar, tekrar ve tekrar izlemelisiniz. Yaşayan bir efsaneyi bizzat yaşamalısınız.