R. Bülent KIRMACI'nın 19 Nisan 2023 tarihli yazısı: Sanayileşme Konusunda Sınıfta Kaldık

Bir bayram arifesinde okurlarımı rakamla, sayıyla, istatistiklerle bunaltmak istemem.

Bugün sizlerle son yıllarda katmerlenen kadim bir meselemizi paylaşmak istiyorum…

Sanayileşme! Sanayileşme de sınıfta kaldık! Bu hem kendi “hedeflerimiz” hem de bu işe bizimle başlayan toplumlar açısından karşılaştırma yaparsak, böyledir…

Sanayileşmede sınıfta kalınca, bilimde, sanatta, sporda, edebiyat ve güzel sanatlarda da sınıfı germek pek mümkün olamıyor değerli okurlarım… Birleşik kaplar formülüyle, “ne kadar sanayi, o kadar bilim veya ne kadar teknoloji o kadar sanayi katma değeri” demek de olanaklı… Bunlar acı gerçeklerdir. İşin daha da endişe verici boyutu epeydir “neden sınıfta çaktığımızı” bilmiyor, sanayi-gerisi bir toplum olmanın ağır maliyetini irdelemiyoruz… Sanayileşmede geri kalmak, milletler topluluğunun refah ve kalkınma ölçütleri açısından da yetersiz noktalarda olmayı beraberinde getiriyor… “Sanayide geri kalmak”, korkunç gelir dağılımı uçurumlarını ve iki yakası bir araya gelemeyen orta direğin dertlerini de beraberinde getiriyor… O nedenle son yıllarda yazdığım kitaplarda “sanayileşme ve sanayi toplumu olma” gereğine dikkat çekmeye çalıştım; Türkiye nasıl bir sanayi ülkesi olabilir, nasıl bir sanayi toplumu haline gelebilir? konusundaki arayışlara katkıda bulunmak istedim…

TARIM DAHİL HER ALANDA SANAYİLEŞME

Kuşkusuz Türkiye hem bir tarım toplumu hem de bir sanayi ülkesi olmak durumunda.

Birini diğeri için feda edemeyiz, tam tersine tarımda bile sanayileşmeyi aramak ve bu kıvamda işletmeler, üretim tesisleri kurmak zorundayız. “Zaten var!” diyenleri duyar gibiyim… Biliyorum, ama yetmiyor… Tarımdan hala ciddi anlamda bir nüfus sökün veriyor, yeni yerleştikleri kentler ise bu insanlara güvenceli işler veremiyor…

Tarımda mazot, ilaç, gübre ve tohum anlamında ithalata bağımlılığı artan ülkemizde, kuraklık ve kuralsızlık nedeniyle ekilen alanlar daralıyor, miras yoluyla tarlalar bölünüyor, toprak ağalığının halen geçerli olduğu yer ve yörelerde insanlarımızın karnı doymuyor…

Bir zamanlar traktör üretimi konusunu dert edinen devlet, şimdilerde, makine araç ve ekipmanı dışarıdan satın alan bir işleyişi adeta kanıksamış durumda; ne kamunun bütçesi ne de çiftçinin iki yakası bir araya geliyor!

Tarımda planımız yok; yarınımız yok! Sanayide planımız yok, yarınımız yok!

İşte bu hallerdeyiz… Oysa Türkiye’nin üretim planlaması, ürün deseninin bilimsel seçimi, uzay teknolojisinin tarım üretimine adaptasyonu, kooperatifleri ve özellikle kadın kooperatifleri ve üretici birliklerinin ihyası ile adam akıllı bir tarım perspektifi olmak gerekirdi… Türkiye, tarımda endüstrileşmeyi üç, beş, yedi yıllık planlar ve bunları tümelleyen veya ihdas eden makro planlar ile gündemine alabilmeli, dahası, kredi, finans, banka sarmalını çiftçinin haczi için değil, tarımı ve endüstriyel tarımı desteklemek için yapılandırmalıydı…

KALKINMANIN İKİ AYAĞI VAR

Kalkınmanın tarım ayağı aksayınca zaten bir yana itilmiş sanayileşme ayağı da akortsuz hale geliyor… Düşünelim denizi gören yerlere, vadilerin en güzel yerlerine, o güzelim verimkar topraklara betonu yığarak, kolonları dikerek, sözüm-ona endüstriyel atölyeler, fabrikalar dağıtmışız, sanayiyi, birkaç bölgeye hapsetmiş, ülkenin geri kalanını sanayileşme anlamında kaderine bırakmışız! Tıpkı servet paylaşımının adaletsizliği gibi fabrika, işlik endüstri adına ne varsa bunların dağılımı da son derecede adaletsiz; kimi yerlerde on tane, kimi yerlerde sıfır! İşte o sıfırlarla sınıfta kalmışız! Oysa ekmek gibi, su gibi, hava gibi, her bölgenin sanayi yapısına ihtiyacı var; iş için, gelecek için, refah için, uygarca bir yaşam için, bir miktar olsun tasarruf yapabilmek için, çoluk çocuğu okutmak, nine dedeyi hastaneye götürebilmek, bir bayram tatilinde “memlekete ziyarette bulunacak” parayı bulmak için sanayi tesislerine ihtiyaç var…

PLANSIZLIK!

Demem o ki, sanayileşme konumuz “plansız”... Plansız oluşunun nedeni pusulasızlık!

Nereye gittiğimizi bilmiyoruz! El yordamıyla buraya petro-kimya, şuraya boya, öte yana demir, beri tarafa çimento, daha ileriye bilye, biraz daha geriye plastik üreten tesisleri kondurmuş, milli gelirin artışını bekliyoruz… Dışarıya mal satarken bile dışarıdan mal alıyoruz… Çünkü, ihtiyacımız nedir, neyi ne amaçla üreteceğiz, kime ve kaça satacağız, satana kadar ne kadar krediye ne alanda depoya ihtiyaç duyacağız, entegre ulaşım olanakları nedir, talep nereden kaynaklanıyor, sürdürebilir istihdam politikası neyi gerektiriyor? İşte tüm bunları hesap etmiyoruz, etmemişiz… Bu nedenle teknolojiye dayalı katma değer sağlayan üretimden yeterince nasiplenemiyor, ödemeler dengemizi etkin bir noktada tutamıyoruz… Hayat, üretene pahalı, hayat, emekçiye ve sanayiciye maliyetli, ancak aynı hayat, rant gelirlerine ve kamuyu soyan yolsuzlara alabildiğine konforlu ve rahat, işte bu bozuk düzeni değiştiremiyoruz!

NELERİ SATTIK NELERİ!

Değerli okurlarım, sanayileşme konusunda AK Parti dahil son kırk yılın iktidarları sınıfta kalmıştır. Özellikle bu son dönemde satılmadık fabrika ve kamu kurumu tesisi neredeyse kalmamıştır. Cumhuriyet’in bir elin iki parmağı kadar sürede inşa ettiği kurumlardan tutun da, çok partili dönemde yükselen şeker fabrikalarından tarım sanayi tesislerine, limanlardan Telekom, TEKEL ve TÜPRAŞ’a elde avuçta olan ne varsa satılmış, elde edilen gelirler bir yıllık dolar borç faizini ancak karşılamıştır.

Türkiye’de gerçek girişimci olmak giderek zor hale gelmiş, emeğiyle geçinmek ise mümkün olmaktan çıkmıştır. Uzun yıllardır uygulanan ve dışarıya rant sağlayan dövize yüksek getiri ve içeride baskılanan faizler nedeniyle, dış borcumuz 500 milyar dolara yaklaşmıştır. Milli gelir “hedefimiz” değil 20 bin 10 bin doların altında un-ufak olmuş, Türkiye 1 trilyon dolarlık ticaret hacmiyle Dünya ülkeleri sıralamasında büyük irtifa kaybetmiştir…

Oysa sanayileşmeden başka çıkış yolumuz yoktu, bunu bilmek için değil siyaset insanı alfabelik çocuk olmak bile yeterlidir… Dünya’da “sanayileşme olmadan kalkınma olur” diyen belki de tek ülkeyiz; bunun tercümesi de şöyledir: yumurta olmadan çok güzel omlet pişer! Bir an önce aklımızı başımıza toplamak zorundayız. Etkili bir sanayileşme planıyla, yurt genelinde üretim kabiliyetleri ve ulaşım olanaklarını göz önünde tutarak hızla sanayi tesisleri kurmak zorundayız. Sanayileşme büyük başlığı altında, sanayileşme ediminin kentleşme, enerji, madencilik, finansman ve özellikle tarım ile bağını irdelemek ve alt sektörler ile de ilişkilendirerek, gerçekte ve gerçekten kalkınma hedeflerimizi ortaya koymak ulusal ödevimizdir; sınıfı geçmek zorundayız!

SANAYİ-GERİSİ OLMAK!

Eğer sanayileşme yeterli bir kıvama eremezse, sanayi toplumu da olamayız. Bugün siyaseten eleştirdiğimiz pek çok olgu (milletvekili listelerinde kayırmaca, kimi şirketlere yapılan kıyaklar, vergi afları, istihdamı politikaya feda etmek, yolsuzluklar ve hesap sorulmasındaki akamet vb.g.) gerçekte sanayi-gerisi toplum olmaklığımızdan kaynaklanmaktadır…

Sanayi-gerisi toplumlarda ticari kapitalizm // sanayi kapitalizmini alt eder.

Ticari kapitalizmin geçerli olduğu devranlarda her türlü hülle, hile, hurda, kaçakçılık, kayıp-kaçak, dedikodu revaçtadır. Böyle toplumlar rastlantısal başarılarla gündelik yaşar, fakat bir türlü geliriyle geçimiyle, kurallı piyasa ekonomisiyle asla bir sosyal devlet-çağdaş toplum görünümüne ve iklimine tam olarak erişemezler… Buna karşılık elin adamı çıkar sanayi toplumuna sahipse eğer, sizin istediği gibi yönlendirir, sizin yüz kilo pamuğunuzu kendisinin yüz kilo çöpünden değersize sayar, bir de üstüne ambargo koyar, kota koyar, çiftçini de, işçini de, işverenini de soyar!

Bu böyle olmamalı, Türkiye sanayileşme konusunda ulusal bir seferberlik anlayışıyla ve geçerli planların ışığında katma değer sağlayan, değişim değeri taşıyan, teknoloji tabanlı mal ve yarı-mallar üretmelidir… Devlet bütçesinin denkliği, halkın cüzdanının bereketi ve huzur ortamında kalkınma bu gerçeklere bağlıdır…