R. Bülent KIRMACI'nın 3 Mayıs 2023 tarihli yazısı: Siyaset Sofrasında Yerimiz Yok!
Seçime gideceğiz, rey vereceğiz, iktidar ile muhalefeti belirleyip evimize döneceğiz.
Sandığa sıkışan bir siyaset bu! Siyaset sofrasında halkın yeri yok. Şimdi ortalıkta savrulan vaatlerin çoğu seçim sonrasında derin dondurucuya konulacak. Perşembenin gelişi çarşambadan belli. Sandık gelmeden, sendikada, kitle örgütünde, siyasi partilerde ne kadar sözümüz geçiyordu ki, seçimden sonra sazımız dinlensin? Adaylara bakın, anlayın. Çoğu varlıklı; müteahhit, toprak ağası, basın lordu, büyük sanayicilerin temsilcileri, yabancı ellerde “büyüyenler”, adeta bir sihirli “el” tarafından siyaset arenasına sürülenler; sağlı-sollu meydanlardalar.
Bu alanda, “orta direk” pek yok, işçi yok, çiftçi yok, küçük esnaf yok, ulusal duyarlığı olan akademisyen, bilim insanı, sendikacı, sanatçı, sporcu hemen hemen yok! Daha başka “yoklar” da var: Deprem uzmanı, uzay bilimleri uzmanı, gıda güvenliği uzmanı, biyolojik saldırılar uzmanı, silahlı kuvvetlerde yetişmiş kurmaylar yok! Oysa yakın dönemde bu konuları sadece bürokrat ve teknokratlara bırakarak etkin hükümetler olamazsınız… Dünya nereye gidiyor bunun bilgisi gerekiyor! Heyhat böyle bir refleks bile yok! Ne diyordu geçenlerde bir sosyal medya paylaşımı: Aşçı, şoför, hizmetçi, bizim oğlan, evin beyi; bu hikaye nerde bitecek belli!
Yine de sandığa gideceğiz. Başka yolu yok! Şunları da hatırlayalım: Siyaset, bir tercih sorunudur… Yurttaş “oy” vererek, bireyler, aktif olarak herhangi bir Partiye katılarak, bu tercihi yapar… Asl’olan bu tercihin duygusal değil akılcı saiklere dayanmasıdır.
Bu bağlamda temel ayraç iktisadi çıkar veya “iktisadi yarar” ilkesiyle söz konusu tercihi yapmaktır. Galatasaray veya Gençlerbirliği’ni, Beşiktaş veya Boluspor’u “tutar” gibi siyasi parti “tutulmaz”. Siyasi parti, programıyla, en başta da ekonomi programıyla desteklenir veya desteklenmez. Partileri bir diğerinden ayıran en temel tercih konusu, ekonomideki tercihleri ve öncelikleridir.
Partiler vardır emek yanlısı veya sermaye yanlısıdır… Küçük ve orta ölçekli işletmeleri önceleyen Partiler vardır, tamamen büyük sermayeye odaklanan partiler vardır… Tarım ve sanayiyi bir arada değerlendiren, bunlardan birini diğerine yeğleyen Partiler vardır… Kimi Partiler, Atlantik ve Avrupa Birliği ekseninde dış siyaseti planlar, kimi Partiler dengeli bir dış siyaseti savunur… Tüm bunlarla birlikte seçmen, ekonomi, dış siyaset, toplumsal değerler setinden belleğinden gelen ve günü yaşarken sentezlenen bilinçli, bilinç-altı bir çok saikle tercih yapar… İşte “mesele” de budur, seçmenin ne kadarı bilinç düzeyini o gittiği sandığa taşıyacaktır?
Bu noktada soru şöyle belirir: “Nasıl bir Türkiye’de yaşamaktayız? … Buna bağlı ikinci soru şu şekilde şekillenmelidir: “Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz?” …
Bu ikinci sorunun içinde subjektif (öznel) yargılar belirleyicidir, çünkü oradaki “Türkiye…” sözcüğü içinde seçmenin kendisi, ailesi, sevdikleri de vardır ve gerçekte ülkesi için istediği hayat, kendisi için istediği hayattır…
Gelin beraberce bakalım Türkiye tablosuna… Evet ulaştırma başta alt yapıda, savunma sanayinde önemli adımlar atılmıştır. Ne var ki, daha düne kadar geçerli “sıcak para” ekonomisi ve üretimsizlik, ülkemizi çok ciddi bir ekonomik darboğaza sokmuştur.
Üstüne bir de salgınla daralan Dünya gerçeği binince, çarşı Pazar alev almış, mutfaklarda “yangın” çıkmıştır… Öte yandan kamunun yatırımlar ve işletmecilik açısından sahadan çekilmesi, mal ve hizmetler sektöründe fahiş zamlar olarak vatandaşa yansımıştır. Örneğin, geçen yıl elektrik ve doğalgaz fiyatları % 138.5 artmış, böyle bir artış dünyanın hiçbir ülkesinde yaşanmamıştır. Türkiye’de yerli-yabancı bankalar yıllık % 400’lerde faaliyet karı, bunun yanı sıra öz-sermayelerine oranla % 27-30 kar elde ederken, Merkez Bankasından 9 faizle aldığı parayı piyasada üretici ve tüketiciyle 30 faizle tatbik etmişler, bu anlamda dünyada eşi benzeri olmayan bir şekilde zenginleşmişlerdir.
Gelir dağılımında en üst ve en alt tabakalar arasında en az 8 kat fark olan ülkemizde birkaç yıl içinde binlerce yeni dolar milyoneri peydah olmuş, buna karşılık, ücret ve maaş gelirlerinin ulusal hasıladan almakta olduğu pay dramatik şekilde düşmüştür. Kamunun “çekildiği” elektrik dağıtım alanında 1 koyan özel şirketler 4 almıştır! Vatandaş ve endüstri bölgeleri faturalar altında ezilmeye bırakılmıştır…
Burada birkaç kalem olarak örneklerini sergilediğimiz iktisadi koşullar Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu fazlasıyla ortaya koymaktadır. Bu verili koşullarda emeği ve sosyal politikaları savunan partilerin tercih edilmesi beklenir. Ancak siyasette “beklenene” değil gerçekleşene bakmak gerekir.
Bu tabloyu rötuşlamaksa, olası değildir. Revizyonist siyasetlerle veya restorasyon yaparak işin içinden çıkmak da çok zordur. O ki, iktisadi acil sorunlar içinde olan halk kitlelerinin kapsayıcı yenilenmelere sabrı bulunmayabilir, öte yandan, “alternatif” siyasetin de sadece bütçe disiplini, savurganlıkla mücadele, konvansiyonel yatırımların idamesi dışında gerçek bir devrim niteliğinde uygulamalara mecali olmayabilir. Dahası bir çeşit koalisyonlardan oluşan ve adına “ittifak” denilen kümelenmelerle seçime girileceği ve her bir kümenin içinde temel iktisadi tercihler bakımından tam bir uzlaşmanın çok zor olduğu da bir gerçektir.
Gerçekten zamanla mekanla, iktidar değişikliğinin bir “geçiş sürecinin” önünü açacağından dem vurulmakta ve kapsayıcı yenilenmelerin 14 Mayıs sonrasında muhtemelen bir yıl içinde kapımızı çalabilecek bir seçim gündemi olarak ele alınacağı vurgulanmaktadır…
Sandığa bu gerçeklerin ışığında giderken, hızla kalkınan, eşit işe eşit ücret tatbik edilen, işçisini, emeklisini insanca yaşatan bir düzeni, geliri adil dağıtan, eğitimde, sağlıkta çağdaş hizmetleri parasız olarak arz eden, tarımı ve sanayisi birlikte gelişen, kamu girişimciliğinin önünü açan, kültür-sanat-edebiyat hayatında özgürce verimkar yapıtlar üretilen bir Türkiye’yi aramaktan asla vazgeçmeyen bir iradeyi de yüksek tutmalıyız…
Bu anlamda, dürüst siyasetçilere, aydınlara, gençlere büyük görevler düşmektedir.
Sonuç ne olursa olsun, Türkiye geleceğini kazanmak zorundadır. Meri düzen bizi dışlamış, sistem, dışarıda bırakmış olabilir… Biz seçmenler, bütün bir halk, yazgımızı elimize almak zorundayız… “Bir” oy-un eşitliği var ya, işte ona, demokrasimize sonuna kadar sahip çıkmalıyız… Daha iyisini daha doğrusunu bulmalıyız, bunun için seçimden seçime değil her zaman hayata katılmalıyız... “Biz”, Türkiye’nin neredeyse % 99’u, bu anlamda değişmeden ve değer bilmeden düzen de değişmez, siyaset de değerimizi bilmez…